Sinsi sinsi işliyorlar!..

  • GİRİŞ27.06.2022 08:12
  • GÜNCELLEME27.06.2022 08:12


Türkiye'de Türkçe yayın yapan Avrupa kökenli medya mecraları (Alman Deutsche Welle, İngiliz BBC, Fransız France 24 ve Amerika'nın Sesi) birleşip +90 isimli bir YouTube kanalı kurmuştu.
 
Tanıtımda "Neden Türkiye?" diye sormuştuk, "Çünkü Türk insanı video izlemeyi çok seviyor" diye cevap vermişlerdi.
Üç yılda 580 bin takipçi sayısına ulaşmışlar.
Milletimizin hayrına içerikler beklemiyorduk. Nitekim öyle de oldu.
 
Sıradan insanların hayatlarını yansıttıkları videoların arasına soslanmış mevzuları serpiştiriyor, çoğu zaman marjinalleri normalmiş gibi gösteriyorlar.
 
İnce ince zehir zerk ediyorlar. Bir ara camide erkeklerle namaz kılmak istediğini söyleyen kızları yazmışlardı. Onların kafasına uyan tipleri bulup paradigmaların merkezi yapıyorlar.
 
En son fahişelerle yaptıkları röportajla gündeme geldiler!..
 
Beyoğlu'nun arka sokaklarında fuhuştan para kazananları, "seks işçileri" diye lanse ettiler.
Emek, alın teri, bilek gücü, helal lokma gibi ulvi değerlerle kaim "işçi" kelimesine eklemledikleri kelimeye bakar mısınız?
Tanıtımları da sinir zıplatan cinstendi.
 
Aynen aktarıyorum:
"Yasemin bir seks işçisi ve işini seviyor. 'Üniversite bitirdim, sanatçı oldum ama onlarda seks işçiliğinde olduğum kadar iyi değilim' diyor. Seks işçiliği yapmasının bir diğer sebebi ise hızlı para."
 
Burada bilinçaltına yerleştirmeye çalıştıkları mesaj şu:
Ey izleyici Türk, fahişelik sevilecek, sanatkârlık üstü, hızlı para kazandıran bir iştir!
Biri bulup çıkardı, kendi ülkelerindeki kanallarında fahişeyi, fahişe diye yazıyorlar, kötülüyorlarmış.
İşin acı yanı millete sunulan bu videoları çekenler, kurgulayanlar, tanıtanlar, yayanlar Türk vatandaşları! Ve maalesef bu yüzden de çok cüretkârlar.
 
Batılılar derenin taşıyla derenin kuşunu vuruyorlar!
 
Duvara asılacak yazı!
 
Dün çerçeveleyip duvara asılacak, yıllar geçse de anlatılacak, iletişim fakültelerinde ders diye okutulacak bir yazı okudum.
Kimden mi?
 
Sözcü gazetesi yazarı Ege Cansen'den...
 
Aynen aktarıyorum:
"- Başarılı gazeteciler aslında pazarlama uzmanı satıcılardır. Sattıkları ürün, halkın (aslında hedef müşteri kitlesinin) derdine tercüman olmaktır. Ancak ünlenmek için hedef kitlenin 'borazanı' hatta 'tetikçisi' olmak gerekir.
- Usta gazeteci hedef kitlesinin okumak veya duymak istemediği bir şeyi yazmaz. Yazmamak uğruna, kendine en katı sansürü uygular.
- Kök ihtiyaç haber alma değil, 'insanların ihtiyaçlarını doğrulama' gereksinimidir. Medyada yer alan haber ve yorumlar 'okurun/müşterinin' bu ihtiyacını giderecek tarzda kaleme alınır.
- Siyasi gazetecilikte değişmeyecek düstur 'olay yok, vesile var; haber yok, propaganda var'dır.
- Gazete okurları, mutsuz olmamak için aksi görüşleri savunan yazıları okumaz. Kendine okuma sansürü uygular. İnancını zayıflatacak şeyler gerçek bile olsa, onları duymak istemez. Okuduğu yazarların karşı tarafa yönelttiği eleştiri, alay ve hakaretler, onun yüreğine yağ bağlatır. Usta yazarlar da bunu bilerek vurdukça vurur.
- Müşteri sadakatini kaybetmemesi için marka bir yazarın, karşı fikre asla prim vermemesi gerekir. Her yazısını 'biz haklıyız onlar haksız; biz iyiyiz, onlar kötü; bizim dediğimiz doğru, onların dediği yanlış' diye bitirmek zorundadır. Yoksa karizması çizilir."
…..
 
Sitem mi, iğneleme mi, övgü mü anlayamadım ama yazı âdeta itirafname vesikası gibi.
Dünya yıkılsa kendi dar gündeminden çıkmayan gazetesinin 'çakma' manşetlerinin özeti gibi...
Uğur Dündar, Emin Çölaşan, Rahmi Turan, Yılmaz Özdil'in tarzlarının ifşası gibi...
Hitler'in Propaganda Bakanı Goebbels'i gölgede bırakır gibi...
23 yıllık gazeteciyim; gazeteciliği hiç böyle düşünmemiş, değerlendirmemiştim...
Bize "Yanlışa yanlış demek gerekir" diye öğretmişlerdi.
"Sözcü'yü ve dahi Cumhuriyet'i tarif et" deseler bundan daha iyisini yapamazdım. Kulağıma küpe oldu.
 
 
Adı konmayan devrin insanları
 
AK Parti'nin iktidara geldiği yıllarda o dönem Hürriyet'te yazan Serdar Turgut, "Öteki Türkiye" diye bir kavram atmıştı ortaya.
 
Kavram o kadar tuttu ki sonra kitabı yazıldı, filmi çekildi.
 
Hatta AK Parti'nin kuruluşundaki sloganı oldu, "Yeni oluşum ‘Öteki Türkiye’nin sesi olacak" haberleri yapıldı.
 
Nitekim 2001 krizinin örselediği, anlaşılmayan, görülmeyen, önemsenmeyen o öteki kesim, AK Parti'yi tek başına iktidara taşıdı.
 
O devrin adını koyan Serdar Turgut, bu sıralar Habertürk'teki köşesinde bu devrin adını koymaya çalışıyor.
Gittiği bir alışveriş merkezinde bir sandviç bir kahveye 40 lira istemişler, o da tepki için masadan kalkmış.
Şöyle diyor Turgut: "Sonra gördüm ki benim dışımda bu tür kaygıyı taşıyan kimse yok. Kahve siparişi vermek için sıraya girmiş müşterilerin uzunluğu büyük kriz döneminde Amerika’da dağıtılan bedava çorba merkezlerindeki aç insan kuyruğu kadar fazlaydı. Kıyafet dükkânının içi de alışverişe çıkmış neşeli insanlarla tıklım tıklımdı. Ekonomik krizin etkilerini sadece ben mi yaşıyorum diye bir paranoyam var. Ekranda durmadan fiyatlardan şikâyet eden ve aç olduklarını söyleyen insanları bir türlü neden bulabilmeyi başaramadığımı açıklamak için araştırmacı gazetecilik yetersizliğim dışında tutarlı bir açıklamam bulunmuyor..."
 
Aslında yazar yalnız değil, hepimiz bir Serdar Turgut'uz...
Girdiğimiz markette, gittiğimiz benzin istasyonunda, manavda, çarşıda, pazarda, berberde...
Her yerde pahalılık sopasını yiyoruz...
Ama yememiş gibi devam ediyoruz.
 
 
Sizin yeriniz orası mı?
 
Basına yeni düzenlemeler getiren kanun beklemeye alındı. Bir maddeye hükûmete yakın kalem sahiplerinden de itiraz geldi. Ben de eleştirenler arasında yer aldım.
 
Meslek kuruluşları gösteri tertipledi. Ne var ki hızını alamayan Basın Konseyi'nin başkanı CHP'nin grup toplantısına, Gazeteciler Cemiyetinin başkanı İyi Parti grup toplantısına katıldı ve kürsüye çıkarak konuşma yaptı.
Tıpkı muhalefet lideri gibi, hükûmeti eleştirdiler.
 
Bir başka meslek örgütü kalksa AK Parti ya da MHP kürsüsünden yasa teklifini savunsa aynı şeyi söylerdim:

TÜRKİYE GAZETESİ

Yorumlar1

  • bülent duman 1 yıl önce Şikayet Et
    Allah razı olsun
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat