Hakikatin ekran yüzü

  • GİRİŞ27.12.2025 09:18
  • GÜNCELLEME27.12.2025 09:18

Bazı tartışmalar vardır ki, aynaya bakmaktan kaçınanların suratına en sert tokadı yapıştırır. 

İşte gazetecilik mesleğinin ‘siyasi slogan atmak’ ile ‘hakikati haykırmak’ arasındaki o ince, o kanlı çizgisi de tam da böyle bir tokat gibi çınlıyor kulaklarımızda.

Siyasi analiz yapmak, siyaset yapmak değildir. 

Bunu en baştan, net bir şekilde koyalım ortaya… 

Bir gazeteci ekran karşısında “Bu iktidar şöyle, şu muhalefet böyle” derken elbette bir yerden sonra renk verir. 

Ama asıl mesele renk vermek değil, o rengin hakikatle boyanmış olup olmadığıdır.

“Gazeteci siyasi slogan atmamalı!” diyenlere katılırım. 

Ama aynı ağızdan, resmi verilerle, belgelerle, uluslararası raporlarla yalanları çürütene de hemen “İktidarcı, yalakalık yapıyor!” yaftası yapıştırılıyorsa… 

İşte orada durmak gerekir…

O noktada mesele gazetecilik değil, ideolojik kin ve çıkar çatışmasıdır.

Oxford’un dehşet verici raporu hâlâ aklımda…

Türkiye, yalan haber üretiminde dünya lideri…

Karşımıza çıkan haberlerin yüzde 86’sı yalan ya da manipüle edilmiş. 

Yani yüzde 14’ü gerçek. 

Düşünsenize… 

Bir toplumun damarlarına yüzde 86 zehir enjekte ediliyor ve biz hâlâ “Aman gazeteci tarafsız olsun” diye ahkâm kesiyoruz. 

Tarafsızlık güzel şeydir ancak hakikat karşısında tarafsız kalmak, katilin karşısında susmak demektir.

2021 orman yangınları sırasında ‘Help Turkey’ kampanyasının perde arkasını hatırlayalım mı? 

Dışarıdan organize edilmiş, içeriden tetiklenmiş bir algı operasyonu idi... 

Sonra KAAN muharip uçağımız ‘kalorifer peteği’ diye ekranlarda, köşelerde, sosyal medyada alay konusu edildi.… 

Hepsi organizeydi... 

Hepsi aynı merkezden beslenen bir nakarat idi...

Bunları tek tek yazsak satırlar yetmez!

Şimdi soruyorum; bunları tek tek, belge belge, veri veri çürüten gazeteciye “İktidarı savunuyor” mu diyeceğiz?  

Yoksa “Hakikati savunuyor” mu diyeceğiz?

Gazetecilik namustur. 

İsrail’in tüm karartma çabalarına rağmen Gazze’deki katliamı dünyaya gösteren Türk medyası başta olmak üzere tüm meslektaşlarımızın yaptığı da budur. 

Onlar için yapılan gazeteciliği kendi ülkesi, kendi milleti için yapmaya kalkanlar neden birden ‘satılmış, yandaş, aparat’ oluyor? 

Bu çifte standart değil de nedir?

Televizyon gazeteciliği de özellikle son yıllarda ortaya çıkan tartışmalardan da anlaşılabileceği gibi; doğru bir düzlemde yapılma gerekliliğinin ne kadar önemli olduğunu karşımıza çıkarıyor.

Ekranlarda ‘siyaseti dizayn ettiğini’ iddia edenler, iktidara kimin geleceğini erkeden satın alarak pozisyon alanlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan sonrasını planlamaya kalkarak kendilerine güç devşirmek için adım atanlar, iktidar değişirse aman bize bir şey olmasın yerimizi koruyalım diyenler, kendilerine yeni bir güç alanı açmak için medyayı kullananlar esasen gazetecilikten çok daha başka bir şey yapmaya çalışmış, mesleğimizin de itibarına leke bulaştırmıştır.

Niteliğini aşağıya çekmiştir. 

İşini düzgün yapanları tenzih ediyorum. 

Onlar zaten var ve gerçekten de son derece başarılı…

Vatandaş ne istiyor biliyor musunuz?  

Sahada ter döken, belge koyan, yalanlanamayan haberi getiren, dünyanın 15-20 ülkesinin medyasını sabah akşam tarayan, siyasilerin cümlelerinin arkasındaki stratejiyi okuyabilen gazeteciyi istiyor.

Onların analizlerini duymak istiyor…

Ve tabii ki gerçeği istiyor.

Gerçekler üzerinden yapılan analizlere ‘değer’ veriyor. 

Bir zamanlar belirli kliklerin elinde ‘iktidarı belirleme aracı’ olan televizyonların bugün hakikate yer açmasının neresi yanlış olabilir ki? 

O yüzden diyorum ki; hakikatin ekran yüzünü kirletmeyelim. 
 
O ince çizgiyi kanla değil, namusla koruyalım.  

Çünkü yıkmak kolaydır.  

Onarmak zordur.  

Dargınlık, düşmanlık kolaydır.  

Sevmek, dostluk kurmak, millet için aynı safta durmak zordur.

Adam harcamak kolaydır, kazanmak zordur.  

Öldürmek kolaydır, yaşatmak zordur.  

Yakıp yıkmak kolaydır, yapmak ve onarmak zordur.

İnsan kazananlardan, yaşatanlardan, yapanlardan, onaranlardan, sevenlerden ve dostluk kuranlardan olmayı dilerim.  

Özellikle de kendi milletine karşı.

Gerisi lafügüzaf.  

Gerisi, ekranların arkasındaki karanlık tiyatronun figüranlığıdır.

İç cephemizin dış tehditlere karşı en güçlü olması gereken bir dönemde, içimize dezenformasyon virüsünü sokmayalım…

Türkiye; dünya tarafından kabul edilen güçlü liderliği, savunma sanayisi, güçlü ordusu ve diplomatik gücü ile dünyada en etkili dönemini yaşıyor.

Yani kas gücü son derece iyi…

İç cephenin güçlü olması da bağışıklık sisteminin güçlü olmasına benzer…

Sizi bedenen yenemeyecek kişiler vücudunuzu zayıflatmak ister…

Bağışıklık sisteminiz zayıfsa virüslerden etkilenir ve hasta olabilirsiniz. 

Bağışıklık sistemini güçlendirmek için de virüs diyeceğimiz dezenformasyon ile biz gazeteciler olarak ‘hep birlikte’ savaşalım. 

Er ya da geç bir gün mutlaka hakikat kazanacak.  


Ferhat Murat / Haber7

Yorumlar6

  • ismail 1 saat önce Şikayet Et
    Hocam bu da tuzak bence, gercekleri anlatanlari yildirma calismalari, emre kongarlar emin colasanlar fii tarihinden itibaren ne yapiyor?? muhalefeti savunurken sIkinti yok, ama gercekleri soylerken dolayli sekilde susturmaya calisiyorlar, bunlari yemeyin...
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Burak 1 saat önce Şikayet Et
    Haklısınız ama o saydığınız isimler dahi 30-40 yıldır bu işlerle uğraşıyor. Bu az demiyorum kesinlikle ama eksik. Tek bir örnek söyleyeyim, 1960 darbesi ve Menderes İle arkadaşlarının idamı. Baştan sona bir algı operasyonu değil miydi? Ya 1940'lar, 1930'lar...?
  • Muhsin 76 2 saat önce Şikayet Et
    Olması gerekeni yazmasınız tebrik ederim.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Nazım 2 saat önce Şikayet Et
    Doğru söylediğin için yanındayız
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Abdullah 2 saat önce Şikayet Et
    Çok güzel bir yazı
    Cevapla Toplam 3 beğeni
  • Abdullah 2 saat önce Şikayet Et
    Pürdikkat dinlediğim nadir kişilerden birisiniz. Çok inandırıcı konuşuyorsunuz ve yazıyorsunuz. İnşallah hep böyle kalırsınız.
    Cevapla Toplam 6 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat