Raşit Küçük Hoca ile hayat hikayesini konuştuk - 19
- GİRİŞ01.06.2025 09:10
- GÜNCELLEME02.06.2025 09:26
Türkiye'nin yetiştirdiği en değerli ilim insanlarımızdan Prof. Dr. Raşit Küçük Hoca, Hadis konusu başta olmak üzere çok yönlü bir alim olarak birçok alana damgasını vurmuş, mebzul miktarda insan yetiştirmiştir.
Bugün ülkemizi yöneten en üst düzeydeki şahısların gerek yetişmesinde, gerekse onlara danışmanlık yaparak yönetme başarılarında önemli pay sahibidir. Hocanın hayat hikayesine dair kendisi ile yaptığımız konuşmalarımızı yani hayat hikayesini burada her pazar sizlerle paylaşmaya çalışacağız.
Hoca ile yaptığımız bu konuşmalarımızı, “Raşit Küçük, Hatırımda Kalanlar” adı ile Hayat Yayınları kitap olarak yayımladı.
Yine bu fakir kardeşiniz Hoca’nın panel, makale ve bilimsel yazılarını toparlamaya çalıştım, o da Hayat Yayınlarından kitap olarak çıktı.
İnşallah bu vesile ile kitaplar gündeme gelir ve umuyor, diliyoruz ki, Hocamızın;
Türkiye’nin en ücra köylerinden birinden başlayan, başarılarla dolu hayat hikayesi genç nesillerimize yol gösterici olsun.
YURT HAYATIM BAŞLIYOR
FK: Hocam oldukça ilgi çekici ve ilklerle dolu bir geçmişiniz varmış.
RK: Bilemiyorum, tabi ilgi çekici midir , ama yaşadıklarım bunlar.
FK: Sanıyorum Bundan sonrası daha da önemli olaylara kapı aralayacak, çünkü henüz çok gençsiniz.
RK: Evet, elbette. İlkokulu bitirip çocuk yaşta ayrılmıştım köyden. Dedemin evinde bile bir kere yatmış değilken, yurda gittim. Başlangıçta alışmak çok zor oldu. Bir de bizim zamanımızda, Cumartesi’leri yarım gün ders olurdu, tatil de bir buçuk gün.
Babam rahmetli “Oğlum gelmeyin, eziyete değmez iki üç gün için” derdi. Bayram tatilleri falan da gitmeye değmez. Senenin içinde köye gittiğimi hiç hatırlamam. Ancak tatilde giderdik.
E özlemini duyardık tabi doğrusu annemizin babamızın.
Yurt müdürümüz vardı Burdurlu, insanî yönü çok iyi, gerçekten değerli bir insan, bir Hocazade. Sesi mükemmel, hafızlığı mükemmel fakat Allah’ı şaşırmış, yani içkiye düşkün, ailesini perişan etmiş bir insandı. Bu sebeplerden, su-i istimaller, yolsuzluklar sonucunda uzunca bir süre de hapiste yatmak zorunda kaldı. Allah taksiratını affetsin diyorum hep, çünkü bizlere karşı çok iyi, çok insanî, dediğim gibi beyefendi biriydi. Asil bir ailenin çocuğu ama... Böyle bir ailenin çocuğunun kötü durumlara düşebileceğini de gördüm. Babası meşhur bir hocaymış Burdur’da. Ondan sonra çeşitli müdürler geldi ama onun ayarında olmayan insanlardı.
Yurt güzel bir tecrübe oldu benim için, bir deneme, yetişme alanı oldu. Çünkü sadece İmam Hatip talebeleri değil lise talebeleri, sanat okulunun talebeleri, ticaret lisesinin talebeleri oradalar. Yani Antalya’da ne kadar ortaokul ve lise varsa hepsinden öğrenci vardı. Şimdi bunlarla beraber olmak, bunlarla hayatı paylaşmak, onların dünyasıyla ortaklaşabilmek... Bu güzel bir duyguydu. Onun için yurt hayatını unutamam. Neticede o yurt hayatı Yüksek İslam Enstitüsü’nde de devam etti. Orada da dört yıl yurtta kaldım. O da bitmedi, öğretmen olduktan sonra da iki yıl Antalya İmam Hatip lisesinin yurdunda kaldım ve yurt idareciliği yaptım aynı zamanda.
Uzunca bir yurt hayatım var. Prensip olarak ailesi yanında olanların yurtta kalmasına çok taraftar olan biri değilim. Bu bir terk edilmişlik duygusu veriyor insana. Ama enteresandır, alıştığınız zaman yurt sizin eviniz gibi oluyor. “Ondan sonra dedenin evinde yattın mı?” dersen, yine yatamadım. Bu defa da yurt hayatına alıştım. Yurt hayatında sevgiyi paylaşıyorsunuz, varlığı, var olanı, yokluğu, dertleri paylaşıyorsunuz. Bu çok önemli bir şey. Ve insanı bu olgunlaştırıyor, sabra alıştırıyor, tahammüle alıştırıyor. Dostlukları geliştiriyorsunuz, insanların çok çeşitli tabiatlarda olanlarıyla uyum sağlama alışkanlığı kazanıyorsunuz. Doğrusu hayatın bu yönünü özellikle yurtta kazandığımı söylemem lazım.
27 MAYIS 1960 İHTİLÂLİ ve NECİP FAZIL’I İLK GÖRÜŞÜM
FK: İnsan bir bakıma erken yaşlarda olgunlaşıyor.
RK: Tabi tabi. Hayatın boyunca yaşayacağın bütün dostlukların ve arkadaşlıkların temeli de buralarda, yurtlarda atılıyor
İmam Hatibe başladım, ikinci sınıfa geçtiğim sene 1960 ihtilali oldu. Yani bütün çocukluğum, ilkokul yıllarım belli ki Demokrat Parti döneminde geçti. 1947 doğumlu olduğuma göre 1950’den 60’a kadar Demokrat Parti... İhtilali çok net hatırlıyorum, tabi.
Karaalioğlu Parkı vardır Antalya’nın, o zaman da bugün de en mutena, en güzel yerlerinden biridir, çok da güzel bir parktır. Birtakım şeyler koymuşlar münasebetli, münasebetsiz o ayrı ama orada bizi “bir daha çıkmayın buralara” falan diye kovaladılar. O zamanlar yaşadığımız çocuk aklımızla herkese “ya ya ya, şa şa şa, İsmet Paşa çok yaşa” dedirttikleri bir dönemde biz de, bir grup arkadaş “ya ya ya şaşa şa İsmet Paşa baş aşağı” diye slogan söylediğimizden dolayı birkaç polis tokadı yemişliğim de var. Az sayıda arkadaştık zaten, ders yılının da sonu Karaalioğlu Parkı tarafında geziyoruz.
Parka yakın olan Vakıflar Yurdunda kalıyorduk. O yıllardan hatırımda kalan, rahmetli Menderes’in kadınlarla dans yaparken veya uygunsuz şekilde birtakım fotoğraflarının, Antalya’nın en göz alıcı, göze gelen yerlerine asılmasıdır. Bir nefret oluşturma hâli. Sonra Hazinenin nasıl soyulduğuna dair yazılar... Daha sonra da Yassıada Mahkemeleri’nin radyodan verilişi... Şu sesi hala unutmam mesela; “Sanıklar getirildiler, bağlı olmayarak salona alındılar, müdafiler hazır” diye başlardı program, sonra konuşulurdu. Ama onun akabinde neler olduğunu, neler yapıldığını, ne kadar insanlık dışı davranışlar sergilendiğini bilahare öğrenmiş olduk.
O yıllarda unutamadığım bir şey de; rahmetli Necip Fazıl’ın sahte kahramanlar diye bir konuşma yapmak üzere ihtilalin sonrasında, 61-62 olabilir, Antalya’ya gelmesi ve halk eğitim salonunda yaptığı konuşma. Konuşma sonrasında müthiş alkışlar... Tabi çok telmihli ifadeler isim falan yok, millet o tür yerlerde şiddetle alkışlayınca “Benim konuşmamda hiçbir suç unsuru yok ama sizin bu alkışlarınız beni suçlu duruma getirebilir” diye söylediği sözü de mesela unutmam.
Sonra Demokrat Parti Antalya milletvekillerinden ikisinin adını hatırlarım; biri doktor olan milletvekili Burhanettin Onat, diğeri de Akhüseyin diye tanınan, Antalya’nın en zengini ve genç milletvekillerinden biri olan Mehmet Ak. Onlara yapılan eziyetleri, işkenceleri bilahare dinledim. Çok eziyetler gördüklerini hep anlatırlardı. Ayrıca Yassıada’da, Kayseri hapishanesinde merhum Hasan Hüsnü Erdem’in oğlu Sadık Erdem’den kendi çektiklerini kendi dilinden dinledim.
(Devam Edecek)
Ferman Karaçam / Haber7
YouTube : youtube.com/c/Ferman Karaçam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
Yorumlar1