12 Eylül'de PKK Kuluçkası Cezaevinde Kanlı Bir Olay
- GİRİŞ10.09.2025 09:06
- GÜNCELLEME11.09.2025 09:12
12 Eylül 1980 yılında yapılan askeri darbenin üzerinden neredeyse yarım yüzyıl geçmiş.
Bir gün sonra CIA'in Türkiye Şefi Paul Henze'nin, dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter'a "Bizim Çocuklar Başardı” diyerek haber verdiği darbenin 45. yıldönümü olacak.
12 Eylül Darbesi, eski Türkiye’de her on yılda bir defa yapılan darbeler dizisinin en kanlı olanlarından birisidir.
Darbenin generali Kenan Evren’in, “Bir sağdan, bir soldan” diyerek çocuk yaştaki insanları bile astığı o darbenin sonucunda nice ocaklar sönmüş, nice yuvalar dağılmış, nice insanlar işlerinden atılmış ve niceleri de yapılan işkenceler sonucunda sakat kalmıştı.
Bizim kuşak 12 Eylül darbesini iliklerimize kadar yaşadık.
Benim de en acı hatıralarım arasında yer alan bu darbe sonucunda yaşadıklarım, üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen hala capcanlı olarak, yerli yerinde duruyor.
Diğerleri bir yana, fakat Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yedek subay olarak askerliğimi yaparken yaşadığım bazı travmalar ruh sağlığımı bozdu ve kırk beş yıldan beridir hala o olayların olumsuz tesirini üzerimden atamadım.
Okul bittikten sonra 1983 yılında asker oldum.
Dört ay kadar Tuzla Piyade Okulunda Yedek Subay eğitimi aldık.
Buradaki eğitim süremiz bittikten sonra, dağıtım olacak ve bu dağıtım yerlerimiz de kur’a ile belirlenecekti.
Bir süre bekledikten sonra nihayet kur’a çekim günümüz geldi.
Tuzla Piyade Okulu’nda torbadan “Diyarbakır Askeri Ceza ve Tevkif Evi, İç Emniyet Bölük Komutanlığı Emrine” yazısı ile kur’a çektim.
Farkına varmadan, hiçbir bilgi sahibi olmadan dünyanın en şedit zulümlerinin işlendiği hapishanelerinden birine gelmiştim.
Ben gittiğimde cezaevinde isyan vardı ve Kenan Evren Darbesi’nin üzerinden üç yıl geçmişti.
Ümraniye'de bir halk otobüsünde bıçaklanarak öldürülen Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran'ın, inanılması güç işkence hikâyeleri anlatılıyordu cezaevinde ve hala izleri de yaşıyordu.
Öyle sanıyorum ki, insanın insana yaptığı kötülüklere tanıklık etmek, elinden bir şey gelmeden o kötülükleri izlemek, izleyenin ruhunda ve vicdanında tedavi edilemeyen ağır hasarlar, yaralar bırakıyor.
Ne yazık ki ben de bu ağır yaralarla uzun zaman yaşayan biriyim.
Diyarbakır sözcüğünün geçtiği her cümle yıllardır ciğerlerimdeki o iyileşmeyen ve kabuk tutmayan yaralara kıymık gibi batıp, geçmektedir.
Daha önce, Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun başkanlığını yaptığı TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nda da birçoğunu anlattığım acı hatıralarımdan sadece bir tanesini buraya alacağım.
Cezaevinde haftada iki gün görüş yaptırılıyordu: Çarşamba ve Cuma.
Görüş günlerinde sık sık askerlerle mahkûmlar arasında sorunlar yaşanıyordu. En büyük sorun, ziyarete gelenler arasındaki yaşlı insanların Türkçe bilmemesiydi.
Zira 1982’de yapılan darbe anayasasının, ifade hürriyetini düzenleyen 26. maddesinin, basın hürriyetini düzenleyen 28. maddesinin 2. fıkrasında ve daha sonra 1983’te yapılan kanunla tamamen yasaklanan Kürtçeyi konuşturmuyorlardı.
HAKKÂRİLİ GENCİN YAŞADIĞI ZULMÜ UNUTMAK MÜMKÜN DEĞİL
Ziyaretler genellikle asteğmenler nezaretinde yapılıyordu ve o sırada cezaevinde bulunan toplam beş asteğmen, kendi aramızda bu sorunu yazılı olmayan bir yöntemle, cezaevi idaresine pek fazla fark ettirmeden çözüyorduk, şöyle ki:
Ziyaret günleri görüşme yapılırken iki asker mahkûm tarafında, iki asker de ziyaretçi tarafında oluyordu.
Biz de görüşmenin yapıldığı iç emniyet tarafındaki mahkûm kabinine, mahkûmun yanına Kürtçe bilen bir asker, dışarıdan da ziyaretçinin kabinine Kürtçe bilen başka bir asker koyuyorduk ve çok zor durumlarda birkaç kelime konuşturarak, ziyaretçi ile mahkûm arasında kısmi bir iletişim sağlıyorduk.
Cezaevi idaresi bu yönteme fazla ses çıkarmıyordu ama bu işi ben biraz abartmış (!) olacağım ki, bir gün sarı bir zarf aldım.
Zarfın içindeki o meşhur yarım sayfalık ince parşömen kâğıtta şunlar yazıyordu:
“İhtar:
Sayın Piyade Atğm. Ferman Karaçam …. tarihinde sorumluluğunuzda yapılan ziyaret esnasında Türkçe’nin dışında başka bir dilde görüşme yaptırdığınız tespit edilmiştir.
Tekrarı halinde, ilgili yönetmelikler gereğince hakkınızda işlem yapılacaktır.
Bilgi edinmenizi…”
Bu kâğıdı katlayıp cebime koydum.
Aradan bir iki hafta geçmişti.
Cumhurbaşkanı Kenan Evren Diyarbakır'ın, yanlış hatırlamıyorsam Dicle İlçesi’nde bir ilkokulu ziyaret etti, 4. ve 5. sınıflarda birkaç çocuğa okuma yaptırdı.
Çocuklar, muhtemelen bir cumhurbaşkanı karşısında heyecanlandılar ve metinleri doğru okuyamadılar.
Bunun üzerine darbenin kahramanı (!) okullarda Türkçe’nin yeterince öğretilemediği için esti, gürledi, Ankara'ya döndü.
Bu olayın ardından birkaç gün sonra tüm cezaevinde Kürtçe konuşmak kat-i surette (!) yasaklandı.
İşte bu kat'i surette yasağın konulduğu günlerden birinde ziyaret yaptırıyordum. Koğuşlardan birinin görüşmesinin başlamasından iki-üç dakika sonra dışarıdaki ziyaretçi koridorunda ansızın bir kadın sesi ile feryatlar, figanlar, çığlıklar koptu.
Tam o sırada, askerlerden biri, yanında 25-30 yaşlarındaki mahkûmla birlikte, iç emniyetten sorumlu olarak ziyaret yaptırdığım için, mahkûmun benimle görüşmek istediğini söyleyerek yanıma yaklaştılar.
Genç mahkûm şunları anlattı: "Ben Hakkâri'nin Uzundere ilçesindenim.
Bir tek felçli ve yatalak annemden başka yakınım yok, evimiz de merkeze çok uzakta.
Burada dört yıldır yatıyorum, annem ziyaretime hiç gelmemiştir.
Yakın köylüler buraya gelirken anamı da alıp gelmişler.
Yalnız, bu son Kürtçe yasağından sonra bizim oralarda ailelerimize, hapistekilerin, yani, bizlerin dillerini TC dağladı, demişler.
Şimdi, anneme dilimi gösterip, Türkçe olarak, yalan söylemişler, sizi kandırmışlar, dilim sağlamdır diyorum, fakat Kürtçe konuşamadığım için annem bana inanmıyor, ağlayıp, yüzünü, başını yırtıyor.
Müsaade edin, birkaç kelime Kürtçe söyleyip durumu anlatayım”, dedi.
Bu sırada dışarıdaki koridorda üç-beş kişinin zapt edemediği yaşlı kadın tırnakları ile yüzünü kanlar içinde bırakmış, bembeyaz saçlarını yolmaya çalışıyor ve feryadı çıktığı kadar bağırıp ağlıyordu.
Bu canlı, insanlık dışı trajedi karşısında kendimi güçlükle zapt edip cebimdeki kâğıdı genç mahkûma uzattım. Okudu ve bir anda geriye döndü, arkadan yumruklarını sıktığını ve duvara doğru koştuğunu gördüm...
Aradan bunca yıl geçmiş, hala, şu anda bile, bunun ötesini ne hatırlayacak ne de yazacak takat bulamıyorum kendimde.
Kenan Evren ve arkadaşları bu ülkenin binlerce gencinin katilidir.
Yüzlerce defa diriltilip tekrar tekrar öldürülseler sadece yaralarımız tazelenir.
Aslolan ise öbür taraftır.
Şair de soruyor ya, "Siz nereye kaçarsınız / emek alından boşalır / söz girerse yürürlüğe / konuşmaya başlarsa kitap..?
İşte bütün mesele de burada: Kitap konuşmaya başlayınca nereye gidecek zalimler..?
Ferman Karaçam
YouTube : youtube.com/c/Ferman Karaçam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
Yorumlar12