Bu yazının başlığı yok

  • GİRİŞ28.12.2011 08:28
  • GÜNCELLEME28.12.2011 08:28

Bilgisayarımın başına mikrokredit üzerine yazmak için oturdum. Ama o sırada telefonum çaldı ve bir arkadaşım ağlamaklı bir sesle güvensizlik üzerine kurulmuş daha doğrusu kurulamamış bir ilişkiyi anlatıp ne yapmalıyım diye çaresizce yardım istedi.

Telefonun ben ucundan arkadaşımı teselli etmekle uğraşsam da telefonu kapattıktan sonra içim ürperdi. Ne de güzel “mikrokredit” üzerine yazacak ve bu Nobel ödüllü projenin istihdam için bir yol olduğunu anlatacaktım. Ancak sevgisizlik ve güvensizlik üzerine kurulmuş bu dünyada cepler dolmuş ne yazar?

Telefonun ben olmayan tarafında olan arkadaşım sevgilisinin kendisine güvenmediğinden yakınırken aklıma Al Yazmalım filmi geldi. Hani Türkan Şoray “sevgi nedir?” diye soruyordu ya aynı soruyu ben de bu satırları yazarken sordum. İşte bu satırların arasında karşımda oturmuş Mısırla alakalı bir belgesele dalıp gitmiş eşime gözüm takılıp kalınca cevabımı buldum: Sevgi sevdiğin adamın kanından canından olduğunu hissetmektir. 

Şimdi bu cümle çok muğlak gelebilir. Ama bu cümlenin karmaşık olduğundan değil “sevgiye” günümüzde yabancılaşmış olunduğundan kaynaklanıyor. Çünkü izlediği belgeselle haşir neşir olup, bulunduğu mekandan sıyrılıp giden adamın verdiği huzuru anlayabilmek için “sevgi” ile kol kola gezmek gerekir. Yani ilk önce nefret etmeye” ya da “güvenmemeye” programlanmış kişiliklerimizden kurtulmamız lazım ki kendimizden başkasını sevme yetimiz olabilsin.

Tabi çelmesi bol dünyada sevme yetisinin olması biliyorum ki çok zor. Ara sıra izole yaşadığım hayatın dışına adım attığımda adım attığım dünya ile benzeşmeye başladığımı görüyorum ve bu beni çok korkutuyor. İşte o yüzden hızlıca adımımı izole hayatıma doğru geri çekiyorum. Hemen şu sevdiğin kişinin kanından canından olma durumuna geri döneyim. Nasıl oluyor da birbirinin elini tutmuş insanlar iki üç adım sonra “aşk bitti, güvenmiyorum, artık eskisi gibi heyecanlanmıyorum” gibi anlam veremediğim gerekçelerle canlarından kanlarından vazgeçebiliyorlar. Tabi eğer o vazgeçtikleri onların canları kanlarıysa. O zaman da aklıma başka bir soru takılıyor: Nasıl oluyor da elini tutup hayata birlikte adım attığı insan canı kanı olamıyor?

Hani şu bırakılan elin gerekçeli sebepleri var ya işte o sebepleri diyorum anne ve babalarımıza bir sorsak acaba bizim nece konuştuğumuzu düşünürler? Benim düşündüğüm ise eğer kişi artık eskisi gibi heyecanlanmıyor ve sürekli bir adrenalin peşindeyse eyvahlar olsun ki en azından benim annem ve babam otuz yıldır evli bir çift olmakla ne büyük heyecanlar(!) kaçırmış demektir.

Elbette ciddi problemler sonucu yol ayrımına gelenler olur ama bunun sebebi “aşk bitti” olmamalı. Aşk zaten biter. Zaten bittiği için aşk güzeldir. Damakta sürekli kestaneli pasta tadı olsa ne anlamı kalırdı kestaneli pastanın. Tabi aç gözlülük yapıp frambuazlı pastanın da tadına bakmak isteyenler hep beşer dakikalık heyecanlar yaşamakla ömrü tüketip gideceklerdir.

Halbuki ömür istesek de istemesek de tükenecek ve ben satırlarımın sonuna gelirken hala başlangıçtaki gibi karşımda duran eşim o tükenip giden ömürle birlikte canımdan kanımdan olmaya devam edecek.

Eğer bir insan sizin canınızdan kanınızdansa nasıl vücudunuzdan bir parçayı kesip atamazsanız o kişiden de tamamen metalaşmış gerekçelerle vazgeçemezsiniz. Yani durum bana izole dünyamdan öyle gözüküyor. Tabi unutmamak gerekir ki kangrene dönmüş bir parça da her zaman alınmalıdır. İkinci bir sonraki tabi de gelecek yazımda “mikrokrediti” yazacağım, endişeye mahal yok.

Figen Aypek - Haber 7
faypek@hotmail.com

Yorumlar1

  • Nasuh BİLEN 12 yıl önce Şikayet Et
    Çok ağır ceza olmaz mı?. Feridenin günlüğü markalı altın tasın içindeki zehir çok keskin.Psikolojik.
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat