'Bülent Arınç ne yapmaya çalışıyor?'
- GİRİŞ15.03.2009 12:11
- GÜNCELLEME15.03.2009 12:11
Türkiye’de pek çok gazete ve derginin Türkiye’ye verdiği zararın oranı ne kadarsa, bir memlekette gazete ve dergi okumanın faydası da bir o kadar fazladır.
Gazete ve dergi tirajları çok düşük olup da kalkınmış bir ülke olmadığı gibi, kalkınmış olmasına rağmen gazete ve dergi tirajları düşük olan tek bir ülke yoktur.
Bugün Türkiye’de yayımlanan gazetelerde hem çok farklı bölümler hem de çok farklı görüşler yer alıyor.
Fakat gazetelerde eksik olan bir bölüm var ki böyle bir bölüm genel yayın yönetmenlerinin aklına niye gelmiyor anlamakta hakikaten zorlanıyorum.
Olması gereken bölüm şu:
Diyelim ki bir siyasetçi, asker, bürokrat, sanatçı, gazeteci, edebiyatçı bir “laf etti”.
Bu lafın ağızdan çıkarkenki hali neydi; bu laf ağızdan çıktıktan sonra yazıya nasıl döküldü ve en önemlisi “birileri” bunu nasıl “idrak etti”?
Biri kalkıp diyelim ki şöyle bir cümle kullandı ve dedi ki:
“Biz PKK terörüyle mücadele edip barışı korumaya çalışırken PKK’nın elebaşı şehitlerimiz üzerinden kelle hesabı yapmaya çalışıyor”
Şimdi ağızdan çıkan cümle bu..
Yazıya dökülen cümle ise şu: “Başbakan Erdoğan, ‘biz terörle mücadelede kelle vermeyiz’ dedi”
Şimdi gelelim “değiştirilen” cümlenin önünü arkasını okumadan “başkalaştırılmak” suretiyle yorumlanmasına:
“Başbakan şehitlere ‘kelle’ dedi.. Atalarımızın kemikleri sızlıyor.. Tayyip’in amacı zaten Türkiye’yi Araplaştırmak..”
İşte yukarıda izaha çalıştığım örneğe benzer medyamızda o kadar çok örnek var ki..
Gazetelerde böyle bir format içeren bir sayfanın olmaması gazetelerimizde ciddi bir boşluk oluşturuyor.
Özetle “Falanca ne dedi?”, “Denilen nasıl yazıldı?” ve “Yazılan nasıl yorumlandı?” şeklinde başlıklar halinde bir sayfanın mevcut olması bilgi kirliliğini ortadan kaldırabileceği gibi, vicdan ve insaf denilen kavramlara da hayatiyet kazandırabilecektir.
İşte tüm bu girişi Bülent Arınç’ın üç gün önce söylediği cümlenin iki önce yanlış aktarılmasını ve dün de o cümleye takla attırılmasını görünce yazma ihtiyacını hissettim.
Önce şunu belirteyim: Bülent Arınç, babamın oğlu değildir.
Şimdi bu cümle belki de birileri tarafından şöyle yansıtılacaktır: “Fikri Akyüz, Arınç’la kardeş olmadığını iddia etti”
Aslında cümleleri “düz” okursanız iki cümle de aynı anlama geliyor.
Fakat “analitik zeka” sahibi biri herhalde “Babamın oğlu değil” cümlesi ile “Onunla kardeş değiliz” cümlesi arasındaki farkı anlayacaktır.
Evet bu yazıda Arınç-TSK atışması şeklinde tezahür eden tartışma üzerine birkaç söz etmek istiyorum.
Fakat sözlerimin doğru anlaşılabilmesi için “Bülent Arınç, babamın oğlu değildir” cümlesini yazmaya “gereksindim”.
Kaldı ki orta yerde bir yanlış laf varsa, bu cümleden şu anlam da çıkmamalıdır: “Babamın oğlu yanlış bir iş yapmış da olsa onu savunurum”
(Yani “Bir lafın yanlış anlaşılması” üzerine bir yazı kaleme alınınca işte böyle lüzumsuz “eklemeler” olabiliyor. Bu parantezi açtığım için de lütfen beni yanlış anlamayınız!)
Evet Bülent Arınç yine bazıların hedefinde..
Arınç önce ne demiş, ona bakalım:
“Emekli orgenerallere ait ses kayıtları ortaya çıktı. Aman Allah'ım neler konuşmuşlar, neler söylemişler. Allah'a çok şükür ediyorum ki Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş. Yoksa bunların savaşacak halleri yok. Askerlikten başka her şeyi yapmışlar. Siyasetle uğraşmışlar, darbelerle uğraşmışlar.”
Peki bu cümle nasıl manşet yapıldı? Şöyle:
“Arınç ‘Türkiye iyi ki bu paşalarla savaşa girmemiş’ dedi”
Peki şimdi gelelim “attırılan yorumlara”:
Özetle deniliyor ki: “Arınç, TSK’ya yine kin kustu. Onun düşünceleri zaten belli.. O tam bir asker düşmanı... Türk ordusu PKK ile mücadele ederken o keyif çatıyordu. Şehitlerimizin kemikleri sızlıyor. “
Şimdi Allah aşkına, Allah’a inanmıyorsanız inandığınız “şey” aşkına söyleyin, bir cümleyi amuda kaldırmanın onurlu bir tarafı var mıdır?
“Ses kayıtlarını dinledim, vazifeleri olan askerlik dışında gayrihukuki işler yapmak için mesai harcıyorlar, oysa onlar bir savaş çıkmış olsa savaşın nasıl yapılacağına dair müzakereler yapmalıdır” mealindeki kelam bakın nasıl tefsir ediliyor?
(Eyvah ki eyvah.. Arınç’ı savunayım derken bir cümle içinde peş peşe meal, kelam ve tefsir sözcüklerini kullandım. Çok şükür ki “fıkıh” kelimesini yazmamışım! Ne olur ne olmaz diyerek cümleyi düzeltiyorum: “.. anlamındaki söz bakın yorumlanıyor?”)
Neticede Arınç, “İyi ki bu Türk Silahlı Kuvvetleri döneminde savaş çıkmamış” gibi vicdanları paralayan, hukuku hiçe sayan bir cümle kullanmıyor ki..
Dediği şu: “TSK içinde bazı generaller, savaş olması halinde nasıl hareket edeceklerine dair strateji geliştirmekten ziyade hukukun cevaz vermediği sözler sarf edip bir takım girişimlerde bulunuyor”
Bunun TSK’nın tüzel kişiliğine hakaret etmekle ne alakası var?
Arınç’a köpüren ve haklı olarak 12 Eylül darbesine itiraz edenler bir “darbeye” karşı çıkarken TSK’ya hakaret mi etmiş oluyor?
12 Eylül’ü yapanlar da generaller değil miydi?
Onlar asker değil de örneğin ordu kantinini inşa eden taşeron firmanın murahhas azası mıydı?
Evren ve arkadaşları generaldir diye kalkıp 12 Eylül darbesine karşı sesimizi yükseltemeyecek miyiz?
Bu ne biçim bir mantıktır ve bu nasıl bir psikolojik savrulmadır?
Yani tamam “S”, “I”, “N”, “O”, “H” ve “Z” harflerine takla attırın, ziyanı yok, takla attıklarında nasıl olsa yine aynı kalacaklar!
Fakat lütfen diğer harflere takla attırmayın, hele herhangi bir kelimeye, hele hele herhangi bir cümleye hiç attırmayın; yazıktır, günahtır ve ayıptır söylemesi bu çok ama çok ayıptır..
+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
Can Okanar nerede?
Üzüldüğüm noktalardan biri de televizyon ve gazetelerde hem değeri hem de önemi bulunmayan bir takım “tiplerin” alabildiğine geniş bir şekilde bu alanda yer buluyor oluşudur.
Şımarıklık ile samimiyet arasındaki o ince çizgiyi fark edemeyenler..
Ciddiyet ile somurtkanlık arasına bir çizgi çizemeyenler..
Ağırbaşlılık ile pasiflik arasında gidip gelenler..
Ağlamak ile zırlamak arasındaki farkı göremeyenler..
Komik olmak ile gülünç olmak arasındaki o trajik ayrımın idrakinde zorlananlar..
Gülümsemek ile sırıtmak arasında tomruk ile kürdan arasındaki fark kadar bir fark olduğunun ayırtına varamayanlar..
Açık sözlülük ile patavatsızlık arasında sallanıp duranlar..
Samimiyet ile yılışıklık arasında bir fark olmadığını söyleyenlere gevrek gevrek gülenler..
Velhasıl donanımlı insanlar yanında, rezillik, sakillik, şaklabanlık, şarlatanlık da ne yazık ki geniş bir yer bulabiliyor..
Evet tüm bunları aslında medyada artık yer bulamamak gibi bir vefasızlığa duçar kalmış hakiki televizyoncuları düşününce hatırladım.
Örneğin bugün lise ve üniversite gençliği Demet Akalın’ın donunu, Kurtlar Vadisi’nin sonunu, Eda Taşpınar ikonunu, Şebnem Scheffer’in fanfinfonunu elhak çok iyi biliyor..
Da; örneğin Can Okanar gibi bir ismi biliyor mu? Örneğin ben şu anda ne iş yaptığını bilmiyorum; kaldı ki tanışmıyorum da..
Evet, Türkçeyi bu kadar düzgün kullanan, yukarıda saydığım farklar arasında pozitif konumda bulunan özellikleri bünyesinde barındıran, ekranda ilkleri başaran Can Okanar nerede?
Hatırladığım kadarıyla ilk sabah haber kuşağını başlatan; “Televizyon Dergisi” isimli programıyla bugün “Yazı İşleri”, “5N1K” gibi programların öncülüğünü yapan Can Okanar bildiğim kadarıyla Mehmet Ali Birand, Ali Kırca, Uğur Dündar kuşağından..
(Hatta hatırladığım kadarıyla üniversiteye gittiğim yıllarda Demirel, Ecevit, Erbakan, İnönü, Yılmaz, Perinçek gibi isimlerin tamamını aynı anda stüdyoda buluşturan programın da moderatörüydü.
(Yeri gelmişken belirteyim: Bu tür arşiv görüntülerini televizyonlar örneğin bir “arşiv” ya da “nostalji” adı altında neden yayımlamaz, anlamakta gerçekten zorlanıyorum)
Tam hatırlayamıyorum ama galiba Oğuz Haksever demişti:“Türk televizyonlarına gerçek anchormanlik kavramını tanıştıran ilk haberci..”
Bakınız bunu söyleyen DJ Bülent değil; Oğuz Haksever..Firki AKYÜZ - Takvim
fikri.akyuz@takvim.com.tr
Yorumlar7