Ertuğrul Özkök’ün iki yıl önceki ibretlik yazısı
- GİRİŞ23.03.2009 10:09
- GÜNCELLEME23.03.2009 10:09
Bir insan kendini akıllı sanabilir, bu normaldir. Fakat bir insan kendini akıllı görürken, milleti aptal yerine koyuyorsa bu pek de akıllıca bir yaklaşım değildir.
İşte dünkü yazısında Ertuğrul Özkök okuru aptal yerine koyan bir yazı daha yazmış ve özetle şöyle demiş: "Balbay'ın tuttuğu notları okurken adımın geçtiği yerlere baktım. Anladım ki asker, Hilmi Özkök'ten ne kadar hazzetmiyorsa benden de o kadar hazzetmiyormuş."
Özkök yazının devamında ise şöyle bir düşünceye "kapılmamızı" bekliyor ve demek istiyor ki: "Bakınız bu günlüklerde asker bana da vuruyor. Ey yandaş basın hani ben Ergenekoncu idim? Siz bana Ergenekoncu diyorsunuz; asker ise beni laikliğe yeterince sahip çıkmamakla eleştiriyor. Demek ki ben tarafsız bir insanım."
Şimdi Özkök'ün bu yazısına düz mantıkla bakarsak söylediğine inanmak gerekir. Fakat bu yazıya "analitik" bir bakış açısı ile baktığımızda şu tablo çıkıyor: Ertuğrul Özkök, tarafsız olduğu imajını güçlendirmek için hangi doneye sığınıyor? Mustafa Balbay'ın günlüklerine, değil mi?
Öyle ya.. Ya günlükler doğru, dolayısıyla Özkök tarafsız.. Ya da günlükler sahte, dolayısıyla Özkök tarafsız biri değil.. Oysa bir insan kendini aklayan bir argümana yaslanıyorsa o belgeye inanıyor demektir. Peki o günlüklerin doğru olduğuna inanıyorsa neden o günlüklerin diğer bölümlerindeki vahamet üzerine gazetede ısrarlı ve sarsıcı derecede eleştirel yayınlar yapmıyor?
Askerden korktuğu için mi yoksa o günlüklerde yer alan generallerin kanaatini paylaştığı için mi?! Yani Özkök o günlükleri kendini aklama fırsatı olarak sunmak yerine çıkıp deseydi ki: "Sayın okurlar henüz yargılama devam ediyor, bu günlükler sahte mi değil mi henüz belli değil.. O yüzden bu günlükler üzerinden ben ne kendimi aklarım ne generallerin söylediklerini eleştiririm ne de AK Parti'nin haksızlığını dile getiririm..
" Böyle bir yazı yazsa elbette ben de bugün Özkök ile ilgili bir yazı yazmayacaktım. Ama bayiden aldığım Hürriyet gazetesi sahte mahte değildi! Çünkü benim her gün gazete aldığım bayinin böyle sahtekarlıklara tevessül ve tenezzül eden biri olduğuna zerre kadar inanmıyorum. Demek ki neymiş? O günlüklerin tempo24. com.tr'de yayımlanması üzerine ertesi günü tüm Doğan grubu gazetelerinin bu günlükleri yayımlama "cesaretini" göstermesi manidar bir durummuş.
Ama Özden Örnek'in Nokta dergisinde yayımlanan günlükleri hakkında Ertuğrul Özkök bakın 30 Mart 2007 tarihli köşesinde ne yazmıştı? İbretle okuyunuz: "Bir süredir medya çarşısında emekli bir komutanın günlüğü olduğu iddia edilen belgeler dolaşıyor. Ciddi basının büyük bölümü, bu belgelere itibar etmedi. Ama askere karşı antipatisi belli bazı çevreler, mal bulmuş Mağribi gibi bunun üzerine atladı.
Adı geçen komutan ısrarla 'Bunlar benim günlüklerim değil' diyor. Belli ki birileri 'özel bir imalat' yapmış. Demokratlığımız işte bu kadar.." Evet Özkök aynen bunları yazdı.. Özkök'e göre, Örnek'in günlüklerini yayımlayan Nokta dergisi ve onun genel yayın yönetmeni "asker düşmanı".. O zaman Doğan grubunun sahipliğindeki tempo24. com.tr'ün grup başkanı Mehmet Y. Yılmaz kimin düşmanı?!
Örnek'in günlükleri "özel imalat" ise Balbay'ın günlükleri "defolu mamul" mü?! Sizin tabirinizle, "ciddi basın" Örnek'in günlüklerinin üzerine "atlamadıysa", Balbay'ın günlüklerinin üzerine atlamayı bırakınız "atlatma" haberle yayın yapan siteniz ve günlükleri manşetten veren grup gazeteleriniz "gayriciddi mi"?! Evet ben de size şimdi aynı soruyu soruyorum Sayın Özkök? "Demokratlığınız işte bu kadar"!
Flexi reklamındaki “huysuz komşu”!
Yüksek Seçim Kurulu, seçimini yaptı ve özetle dedi ki: “Sandık kurullarında başörtülüler yer alamaz” Gerekçesi neymiş? Şuymuş: “Sandık kurullarında görev alanlar hizmet alanlar değil hizmet verenlerdir” Evet bu yasak seçimlerde ilk kez uygulanıyor ve ne yazık ki medyada yer yerinden oynamıyor.Birkaç hakim oturacak, vicdanları paramparça edecek, milletin zekasına hakaret edecek ve yer yerinden oynamayacak..
Eh, hizmet alanlar ve hizmet verenler gibi bir garabete karşı çıkmak yerine “Senin cumhuriyetle, laiklikle ne alıp veremediğin var” gibi çok “zekice”(!) sorular soranlar niye hop oturup hop kalksınlar ki?
Onlar “oturmuş düzenlerinden” elbette memnun, mesutlar ve onlar elbette dindarlığını yaşamak gibi bir “odaksal” eylem içinde olanlara “oturtmakla” meşguller..
Flexi’nin o çok güldüğüm reklamındaki “huysuz komşu” bile en azından komşusunu dinliyor ama demokrasi fikrinden nasiplenmemiş olan ve adına da çok gariptir ki aydın denilen diktaperverler bu fecaat karşısında kulaklarını tıkıyor.
Tıkıyorlar; çünkü arkadaşlarımız “hizmet veriyorlar”!
Neymiş? Sandıkta görev alanlar “hizmet veren” konumundaymış..
Peki diyelim ki ayrımcılığınızın, pardon “ayrımınızın” şablonu budur; o halde o çok sevdiğiniz jargonla konuşalım:
Namus kafada ise şayet, o kafadan namuslu bir cevap bekliyorum..
Başı kapalı olarak görev yapan bir din görevlisi kadının, resmî bir Kur’an Kursu’nda ya da camide yaptığı “iş” nedir?
O kadın “hizmet veren” değil midir?
O kadının hizmet verdiği cami ya da resmî Kur’an Kursu, belediyenin temizlik işleri şefliğine mi bağlıdır yoksa Diyanet İşleri Başkanlığı’na mı?
Diyanet’e bağlı olduğuna ve Diyanet de bir devlet kurumu olduğuna göre Diyanet’te görev alan, daha doğrusu “hizmet veren” o kadının durumu ne oluyor peki?
O çok sevdiğiniz tamlamaya göre camiler ve Kur’an Kursları “kamusal alan” değil midir?
Yine sizin mantığınıza göre, kamusal alanda hizmet veren bir kadının başı açık olması gerekmez mi?!
Yoksa “sıra ona gelecek” mi; pardon yoksa “sıra ona mı gelecek”?
Peki aynı sandık başında görev yapan ve “sünnetli sakal” tabir ettiğimiz türden sakal bırakan, üstelik sakalı da seçmen pusulasının neredeyse dörtte biri kadar olan bir “adamın” sakalına niye karışmıyorsunuz?!
Yoksa “sıra ona gelecek” mi; yine pardon yoksa “sıra ona da mı gelecek”?
Ne oluyoruz Allah aşkına; YSK denilen kurum her seçim döneminde saçma sapan kararlar almak, saçma sapan görüşler ihdas etmek zorunda mıdır?
2002 seçimlerinde YSK Başkanı olarak “hizmet veren” Tufan Algan’ı hatırlayınız. Algan ne diyordu?
“Biz YSK olarak karar verirken Çanakkale’ye, Malazgirt’e, İnönü’ye bakarız..” diyordu değil mi?
Çok şükür ki eski başkan daha da ileri gidip, daha doğrusu daha da geriye gidip “Biz Selanik’e, Dandanakan’a, Mercidabık’a, Ridaniye’ye, Karlofça’ya da bakarız” dememişti!
Örneğin Çanakkale’nin Ezine ilçesinin falanca mahallesinde kurulu sandığın başında görev alacak bir kadının başörtüsüyle Çanakkale Muharebesi’nin ne alakası vardır?
Tamam “psikolojik harp” yapılıyor, bunu anlıyorum.. Da, bunun için milletin psikolojisini bozmaya ne hakkınız var?
Bu karara karşı haysiyetli bir çıkış sergileme cesaretini gösteren CHP İstanbul Eski İl Başkanı Gürsel Tekin, size göre şimdi “şer’i esaslara dayalı devlet fikrini” önceleyen bir isim mi olmuş oldu?
(Ama MHP’nin o klasik tabanının duyarlılığının aksine ne yazık ki MHP’nin bazı yöneticileri Deniz Baykal’la ruh ikizi olduklarını ispat etmeye devam ediyor. Geçen hafta camide Kürtçe mevlit okunmasına karşı çıkan MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır çıkıp “Bu olamaz. Çünkü camiler kamusal alandır” diyebilmişti.. Şimdi de MHP Genel Sekreteri Cihan Paçacı, “YSK’nın bu kararını tartışmak yersizdir” diyebilme basiretsizliğini gösterebiliyor.)
Evet YSK önce “kimliklere” takmıştı; şimdi ise insanların “kişilikleri” üzerinden karar verme aşamasına gelmiş bulunuyor.
Sahi “kişilik numarası” cüzdanlara ne zaman yazılacak ve bu “numarayı” kimler yutacak?
Merak etmeyin, “O kadar da değil” de demeyin; “Numaradan Cumhuriyetçiler” buna da herhalde bir “numara” bulurlar!
Fikri Akyüz
fikri.akyuz@takvim.com.tr
Yorumlar7