Bir memleket meselesi olarak çakar
- GİRİŞ12.03.2025 08:40
- GÜNCELLEME13.03.2025 09:07
İstanbul Ataşehir’de bir kadın sürücü, emniyet şeridini kullanan çakarlı araca yol vermiyor. Araç, görevli bir polis otomobili imiş. Kadına yüklüce bir ceza yazılıyor.
Ceza yerinde. Kimsenin kamu hizmeti yapan memuru engelleme hakkı yok. Zaten çakar da o memur işini daha hızlı, daha iyi yapsın diye verilmiş.
Ancak sorun başka bir noktada…
Arkamızdan çakarlarını açmış gelen aracın gerçekten de görevli olduğunu nereden bileceğiz? Her gün birkaç tane çakar skandalı medyaya yansıyor, günlük hayatta “bu otomobilde de mi çakar varmış” dediğimiz bir dolu vaka yaşanıyor….
Gerçek şu ki özellikle büyükşehirlerde yollar hala çakarlı araç kaynıyor. Hele işe gidiş ve dönüş saatlerinde emniyet şeritleri çakarlı araç servis yolu gibi çalışıyor.
“Cezalar artırıldı, usulsüz çakar kullanımına sıkı denetim var” mı dediniz? İyi de ben, usulsüz kullananlardan söz etmiyorum ki! Usulüne uygun çakar dağıtılmış kaç otomobil var acaba, onu merak ediyorum. Bunca cezaya, bunca denetime rağmen şu çakar işinde bir düzelme olmadığına göre, asıl bunu sorgulamamız gerekiyor.
Çakar konusu, trafikteki “geçiş üstünlüğü” bahsinin bir parçası; Trafik Kanunu ve ona dayalı yönetmelikler ile düzenleniyor. Maalesef hepsinde, çakar kullanımı için son derece geniş “arka kapılar” bulunuyor.
2019 yılında bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan konuya müdahale edince İçişleri Bakanlığı yeni bir yönetmelik yayınlanmıştı. 2021 yılında bir yönetmelik revizyonu daha yapıldı.. Ancak mevzuatın en son halinde bile tahsis ile ilgili muğlaklıklar yerini koruyor. “Geçmişteki görevin niteliği, şimdiki görevin niteliği, güvenlik riski vs. açısından uygun görülen” herkes için çakar izni verilebiliyor! Kriter bu kadar subjektif olunca da… varın gerisini siz düşünün.
Denilebilir ki “Türkiye büyük devlet, bir sürü özel durum söz konusu olabilir, kamu görevlisi olan/olmayan pek çok insan için istisnai durumlar ortaya çıkabilir” Kabul ediyorum. Ancak demokrasinin gündelik yaşamın düzeni ile doğrudan ilgili olduğunu ve bireylerin adalet algısının bu küçük detaylar ile şekillendiğini de unutmamak lazım.
“Halk plaja akın etti, vatandaş denize giremiyor” cümlesi seksen yıl sonra neden hala simge bir söz olarak hatırlanıyor? Daha doğrusu neyi simgeliyor ki bu denli önemseniyor?
Hepimiz konunun ayrıcalıklar ve ayrıcalıklılar olduğunu biliyoruz. Ayrıcalıkların adil ve demokratik bir toplumun en kötü düşmanı olduğunu da biliyoruz.
“Hollanda’da başbakan bisiklet ile işe gidiyormuş” türünde uyduruk öyküler anlatacak değilim. Ama bu konuları “basit detaylar” olarak algılamaktan da vazgeçmek gerektiği fikrindeyim. Çünkü ilk bakışta orta sınıfın küçük mızmızlanma alanlarından biri gibi duran bu sorun, esasen bizim nasıl bir toplum hayali kurduğumuzla ilgili. Yani basbayağı “ciddi bir memleket meselesi…”
Dünya alt üst oluyor ve biz uzun bir aradan sonra yeniden tam bağımsız bir ülke istiyoruz. Bunun için ekonomimizi, eğitimimizi, sanayimizi, savunmamızı güçlendiriyoruz. Öte yandan bu bağımsızlığı garanti altına alacak özgür ve adil bir topluma da ihtiyaç duyuyoruz. Soru büyük: Merkezinde değerlerin olduğu bir dünya kurabilecek miyiz? Ve o değerler arasında paranın ve gücün ağırlığı ne kadar olacak?
İşte bunun için çakar gibi “küçük konular” çözülmeyi bekleyen hayati memleket meseleleri haline geliyor.
Yorumlar28