Hamas’a dair yanlış soru
- GİRİŞ10.10.2025 08:52
- GÜNCELLEME10.10.2025 09:54
Hamas ile İsrail arasında yapılan anlaşma hepimizi sevindirdi. İki yıldır üzerine ölüm yağan Gazze’nin biraz nefes alabilmesi bile önemli bir kazanım.
Ancak bundan sonra ne olacağı konusu hala ciddi bir soru işareti olarak önümüzde duruyor. Hep söylüyorum, “Israil’in en büyük silahı ahlaksızlığıdır” diye. Dünyanın en güçlü bombalarına, uçaklarına, toplarına sahipler ama, hiçbiri Siyonist toplumun ahlaksızlığı kadar büyük avantaj sağlamıyor.
Verdikleri sözleri çiğnemekle, kumpas kurmakla, hile ve hırsızlık yapmakla meşhur olmuş bir güruhtan söz ediyoruz. Bunların yaptıkları herhangi bir anlaşmaya, attıkları herhangi bir imzaya sadık kalmaları mümkün mü?
Dolayısı ile İsrail’in pek de uzak olmayan bir gelecekte, bir şeyleri bahane ederek yeniden Filistin’e saldıracağını şimdiden tahmin edebiliriz. Sorular da işte tam olarak bu düğüm noktasından çıkıyor.
Birincisi, Gazze konusu kapanmadan, yani mevcut anlaşmanın koşulları sağlanmadan İsrail’in yeniden saldırması zor. Katiller sürüsünün uluslararası toplum nezdinde iyice bozulan imajını toparlamak için biraz zamana ihtiyacı var. Netanyahu da bir süre zafer masalları anlatarak kendi kamuoyunu toparlamak isteyecektir.
İsrail’in ”Biz barıştan yana bir devletiz” mesajını yeterince pazarladıktan sonra, Filistin’deki örgütlere dair bir şeyleri bahane ederek veya kendilerine yönelik bir ‘sahte bayrak eylemi’ tezgahlayarak yeniden saldırıya geçmesi muhtemeldir.
Şayet anlaşmanın “uluslararası görev gücü” maddesi hayata geçirilebilirse en azından Gazze’nin böyle bir saldırıya karşı direnecek gücü olur. Çünkü sözü edilen görev gücü ABD, Türkiye, Katar ve Mısır ordusu askerlerinden oluşacak. Diğerleri o kadar önemli değil ama, Türk askerinin az sayıda bile olsa bir coğrafyaya yerleşmesi orayı saldırılara karşı korur.
Bu risk ile doğrudan bağlantılı olan bir başka konu, Filistin’in kendisine ait olan bir ordunun kurulabilmesi. Burada da büyüklük çok önemli değil. Kara - hava - deniz unsurlarına sahip 5-10 bin kişilik bir düzenli ordu bile Filistin bağımsızlık davasını bir başka aşamaya taşımaya yeter.
Ordu konusu tamamen devletleşme pratiği ilgili bir iş. Bugün Filistin Devleti, dünya ülkelerinin ezici çoğunluğu tarafından tanınıyor. Fakat pratikte bağımsız bir devlet yok. Mezkur anlaşma, Filistin halkının iradesini “örgütler düzeyinden devlet düzeyine” çıkarması için bir fırsat olabilir.
Teşkilatlanmış devlet aygıtı düzenli orduya ihtiyaç duyar, düzenli ordu ise devletin varlığını güçlendirir. Düzenli ordusu olan devlet “ortak savunma anlaşmaları” yapabilir, savunma ve silahlanma programları yürütebilir. Örnek olsun, Türkiye gibi bir dost ülkeye topraklarında üs verebilir. Bu tip gelişmelerin Filistin’in varlığını nasıl garantiye alacağını varın siz düşünün.
Anlaşma ile ilgili sıkça dillendirilen sorulardan biri de Hamas’ın ne olacağı. “Hamas tasfiye oluyor, bu yenilgi değil mi” diyenler de çıkıyor.
“Yanlış soruya doğru cevap verilmez” diye bir söz var. Şu aşamada Hamas’ın geleceği sorusu da bu türden yanlış bir soru. Doğrusu Filistin mücadelesinin ne olacağı sorusudur. Hamas da diğer örgütler gibi Filistin halkının içinden çıkmış bir yapılanma. İsterlerse küçülürler isterlerse kendi kendilerini feshederler. Filistin halkı yerli yerinde durduğuna göre, Hamas ile veya başka bir örgüt ile yoluna devam eder.
Bunun için doğru soru “Filistin davası ne olacak, ileri mi yoksa geri mi gidecek?” sorusudur. Cevabı da çok basittir: Seksen yıl boyunca kanla yoğrulan bir mücadelenin bayrağı yere iner mi hiç?
HALKBANK’A KİMLER SALDIRIYOR?
Hafta başında ABD Yüksek Mahkemesinin Halkbank’ın temyiz itirazını ikinci kez reddettiği haberi geldi.
Kimileri şaşkınlıkla, kimileri kötü niyetle “Hani Erdoğan ile Trump anlaşmıştı” diye sordular.
Oysa banka kaynakları, bu karara şaşırmamıştı. “Bu bizim halihazırda devam eden hukuk mücadelemizin bir parçası, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyaretinde elde edilen kazanımlar ile bir ilgisi yok” diyorlardı.
Bankanın söylediğine göre Türkiye ve ABD, Halkbank davasının uzlaşma yolu ile çözümü konusunda anlaşmışlar. Banka ve ilgili devlet birimleri, davanın küçük bir para cezası ile kapatılması için çalışıyorlarmış.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gelen açıklama da benzer doğrultuda oldu. Cumhurbaşkanı, özetle “Trump söz verdi, o iş çözülecek” dedi. Bu yazı kaleme alındığı sırada Reuters’e düşen bir haber Türkiye - ABD arasında uzlaşma pazarlığının çoktan başladığını duyuruyordu.
Halkbank davasının, Türkiye’nin bağımsızlaşmasına yönelik haksız bir yaptırım olduğunu biliyoruz. Kaynağı da ABD’dir.
Bilmediğimiz ise Halkbank’a içeriden silah çekenlerin maksadının ne olduğu.
Bir yandan ABD’de süren dava ile ilgili çarpıtmalar yapılıyor, bir yandan banka yönetimi ile ilgili yalan haberler üretiliyor. Bu arada şirketin hisselerine yönelik operasyon peşinde koşanların olduğu da anlaşılıyor.
Halkbank bir devlet bankası. Tıpkı Ziraat ve Vakıfbank gibi. Kriz dönemlerinde iş dünyasının ve vatandaşın can sigortası bu bankalar. Tam da bu sebepten ötürü, vampir takımını en çok rahatsız edenler de yine onlar.
Bunun için bu kurumlar veya yöneticileri hakkında bir haber çıktığında durup dikkatle bakmalı. “Acaba kimlerin ayağına bastılar, acaba hangi vurguncuları, hangi haramileri ürküttüler” diye iki kez düşünmeli.
Gaffar Yakınca / Haber7
Yorumlar28