‘Sadece beyazlar’

  • GİRİŞ31.07.2018 09:11
  • GÜNCELLEME31.07.2018 09:11

Güney Afrika Cumhuriyeti, Afrika’nın diğer bölgelerinden hayli farklı bir ülke. Atlantik ve Hint Okyanusu’nun rüzgarlarını alıyor. Ama daha önemlisi geçmişte ırkçılıkla özdeş politikalar ve Mandela’nın özgürlük mücadelesiyle sembol olmuş kozmopolit bir coğrafya.

Sömürgecilik tarihine baktığımızda, Avrupalılardan Güney Afrika’ya ilk gelenlerin Portekizliler olduğunu görüyoruz. Bartolomeu Dias, Ümit Burnu’nu keşfediyor, fakat Portekizliler bölgeye yerleşmiyor. İlk sömürgeciler Hollandalılar, ardından İngilizler geliyor.

Hollanda döneminde Malay, İngiltere döneminde ise Hintliler bölgeye işgücü olarak getiriliyor. Farklı dilleri ve gelenekleriyle birçok rengi barındıran yerli halkın üzerine bir de bu göçmenlerin etkisiyle daha da kozmopolit bir yapı oluşuyor ülkede. Altın ve elmas madenleriyle bölge, sömürgeci devletlerin iştahını kabartıyor.

Bugün ülkenin yasama-yürütme-yargının birbirinden ayrıldığı üç başkenti var. Bunun dünyada başka bir örneği yok. İngilizce ve Afrikaans dışında pek çok yerel resmi dil var.

Afrikaans, Avrupa’dan gelen Hollandalı, Alman, Fransız gibi ilk göçmenleri ifade eden bir kavram. Apartheid olarak adlandırılan ırkçı politikaların hakim olduğu dönemde Afrikaans renkli ırk olarak tasnif ediliyorlar. Kendilerini Güney Afrika’yı yönetmek için seçilmiş olarak gören Afrikaans, İngilizler bölgeye geldiğinde onlara karşı mücadele veriyor. Güney Afrika, sömürgecilerin de kendi aralarında mücadele ettiği bir bölge olarak, diğer Afrika ülkelerinden farklı.

Güney Afrika’da 1994 öncesi Apartheid dönem olarak adlandırılıyor. Bu ırkçı geçmişin kısa özeti şöyle; Güney Afrika’da 1913’te çıkan bir kanun ile toprakların %13’ü 19 milyonluk siyahlara, geri kalanı sadece 4.5 milyon olan beyazlara veriliyor. Irk ayrımına dayanan Araprtheid rejiminin tohumları atılıyor. Apartheid, İngilizce ‘apart’, Afrikaans ‘heid’ kelimelerinin birleşimi ile ‘ayrımcı rejim’ anlamına gelen bir kelime.

Dönemin ulusal partisi, Britanya ile ilişkileri keserek, bağımsızlık ilan ediyor ve 1948-1994 yılları arasında ırkçı rejim çok katı biçimde uygulanıyor. Johannesburg’da ziyaret ettiğimiz Apartheid Müzesi’nde sergilenen kimlik kartlarında da gördüğümüz üzere nüfus kayıtları tamamen ırka göre yapılıyor. Her ırk kendisi için ayrılmış bölgede yoksulluk içinde doğup ölüyor. Siyahlar zorunlu iskan bölgelerinde yaşamak zorunda kalıyor. Siyahların aldığı eğitim çok sınırlı ve düşük profilli mesleklere dair. Kendi aralarında, bildiklerine bir diğerine öğreterek bilgilerini genişletme formülü buluyorlar. Yönetim kademesi pür beyazlara ayrılmış. Pür beyazlık bazen melezlikle karıştırıldığı için bazı pratik testler uygulanıyor. Cildi beyaz dahi olsa melez olma ihtimaline karşı kalem testi yaygın şekilde yapılıyor. Saçların arasına kalem sokuluyor, kalem hemen kayıp yere düşerse beyaz, kıvırcık saç arasında takılır, hemen düşmezse melez olarak işaretleniyor. Yabancılar içinse ilginç ayrımlar var; mesela Çinliler beyaz, Japonlar melez kabul ediliyor.

Apartheid dönemde siyahların oy hakkı yoktu ve zor şartlarda madenlerde çalışırlardı. Bindikleri otobüsten girdikleri kapıya kadar her şey ayrıma tabi idi. Ta ki, Mandela’nın özgürlük mücadelesi ve 1994’te rejimin kaldırılmasına kadar.

Johannesburg’da ırkçı rejiminin ve özgürlük mücadelesinin hafızasının sergilendiği Apartheid Müzesi’ni de ziyaret ettik.

Müzenin girişi ironik biçimde siyah ve beyazlar için ayrı kapılar olarak düzenlenmiş. Biz de dünyada ayrımcılığa uğramış tüm mağdur ve mazlumlara selam vererek ‘non-white’, ‘beyaz olmayan’lara ayrılan kapıdan girdik.

Güney Afrika beyaz adamın dünyaya bıraktığı yükü hâlâ omuzlarında taşıyan, suç oranlarının çok yüksek olduğu bir ülke. Irkçılık rejiminin izleri hâlâ hissediliyor.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat