Pislik ve kutsallık
- GİRİŞ17.02.2011 08:56
- GÜNCELLEME17.02.2011 08:56
Peki, ne gösteriyor bu alıntılar ? Bütün bu rezilliğin anlamı ne ?
(1) Burada ilkin, milliyetçi saldırganlık ile cinsel saldırganlığın ilişkisi konusunda önemli ipuçları sözkonusu. Kadınlar milliyetçi olamaz, demiyorum kuşkusuz. Ama milliyetçilik, hele bu denli saldırgan bir milliyetçilik, esas olarak “erkek” bir ideoloji. Bütün temel fikriyatı fetih, istilâ, işgal, yarma, girme, ele geçirme üzerine kurulu. Başkalarının toprakları, kimlikleri veya varlıklarına yönelik bu siyasî-askerî fetihçilik, başka bedenlere yönelik cinsel fetihçilik ile çakışıyor, örtüşüyor, bütünleniyor. Acaba özel olarak cinsel azgınlar mı gidip azgın milliyetçi oluyor ? O kadarına aklım ermez. Ama şurası aşikâr ki, başka milletlere tecavüz fikriyatı, en azından “sokak” düzeyinde, kilit sözcüklerini cinsel tecavüz alanından ödünç alıyor.
(2) Bu bir fosseptik, bir lağım çukuru, bir cesspool mu ? Evet. Peki, bu tür her şiddet ve ırkçılık örneğinde dendiği gibi, “münferit” bir olay mı ? Kesinlikle hayır. Milliyetçilik bu işte; iğrençlikten kutsallığa kadar uzanan, katman katman bir olay. Zaten bakın, 12 şubattaki “Anti TC” başlıklı yazımın sonunda değindiğim Anonymous’un sözlerinde, iğrençlik (bol bol s...mek tehdidi ve ardından o... çocukları) ile kutsallık (İstiklâl Marşı) derhal ve kestirmeden yan yana geliyor.
Belki biraz fazla kestirmeden, çünkü ara kademeleri bizim doldurmamız lâzım. Şöyle bir merdiven inşa edebiliriz belki : en dipte bunlar var, Forumsancak, GizliSırlar, AntiKürt ve daha niceleri. Belki bir üstünde, Türk Solu dergisi, Yılmaz Özdil (bkz. Şenol Karakaş’ın 12 şubat tarihli son Sesonline.net yazısı), bir de Canan Arıtman (bkz. Roni Margulies’in Taraf’ta gene 12 şubat tarihli “Türk kadını, Arap kadını” yazısı) yer alabilir –İzmir’in BDP taşlayan asrî kızları, Kurtlar Vadisi ve gizli Kuvayı Milliye yeminleri ettiren emekli albaylarla birlikte. Alttan üçüncü basamağa, bir zamanların şimdi artık modası geçen resimli romanlarını, Kara Murat’ları, Malkoçoğlu’nu, Karaoğlan Baybora’nın Oğlu’nu, Cüneyt Arkın’ın Bizans filmlerini koyabiliriz. Bunun mek parmak üstüne Murat Bardakçı, Erhan Afyoncu ve Tarihin Televolesi; sonra Ceviz Kabuğu, Odatv, Oray Eğin ve Soner Yalçın yerleşebilir. Bazen Hürriyet’i ve her zaman Sözcü’yü, ikisinin asgarî müştereki Emin Çölaşan’ı, televizyon panellerinin hemen her dedikleri yanlış çıkan müdavimi emekli generalleri de ihmal etmeyelim.
Beş mi etti, altı mı ? Yedinci basamağa, Murat Belge’nin biriktirip üzerinde çalıştığı “millî roman”lar ile Genesis’te incelediklerine ek olarak, yıllardır “benim adamım” gözüyle baktığım Ömer Seyfeddin dâhil, “Balkan şiirleri”, “vatan şiirleri” ya da “askerler için şiirler” gibi başlıklar altında yayımlanmış tüm antolojiler çok yakışır bence. Üstüne napalmcı şık hanımlarımız; üstüne Harbiye Marşı (kartal yuvalarında / hürdür millet seninle): üstüne MEB müfredatı ile Tarih ve Türkçe ders kitapları biner. On birinci basamaktan itibaren asıl kutsallık kertelerine geliyoruz : andımız, Çanakkale Şehitleri, İstiklâl Marşı, Onuncu Yıl Marşı ve Atatürk.
Yunan ve Roma mitolojilerinde de benzer bir hiyerarşi sözkonusudur, sıradan fanîlerden başlayıp, devlerden, tepegözlerden, yarı at yarı insan kentaur’lardan, Pan’a eşlik eden diğer keçi ayaklı satyr’lerden, (Akilleos’un annesi Thetis gibi) dağ-orman-ırmak perilerinden geçerek, en tepede Olympos ilâh ve ilâhelerine uzanan. Sanki farklıymış gibi dururlar, ama aslında hepsi bir bütündür; tek bir inanç dünyasının parçalarıdır.
Aynı şey milliyetçilik için de geçerli. Orada da bir yeraltı, yerüstü ve gökyüzü hiyerarşisi var. Yalın çirkef ve çöplük katından başlıyor; hem reel hem ideal anlamda semavî kutsallık katına uzanıyor. Bütün tabakalar rezonans halinde; hepsi birbiriyle Bakhtin-vârî “döngüsel konuşma”lar (dialogics) içinde. Her tür fikir parçacıkları yukarıdan başlayıp aşağı iniyor ve tekrar yukarı çıkıyor. Her tabakada, oraya özgü bir ifade tarzına kavuşuyor. Yahya Kemal’de, örneğin, savaş zararsız bir oyun gibi : “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şen.” Kahramanlar var ama kılıçlar kesmiyor, kan akmıyor, kollar kopmuyor, bağırsaklar dökülmüyor. Lâkin Forumsancak’a girdiğinizde, karşınıza karın deşen ve ceset seyretmekten hoşlanan bir başka tür kahramanlık çıkıyor.
Stalin’in sanat ve edebiyat aparatçik’i Zhdanov, ünlü şair Anna Akhmatova’yı “kâh rahibe, kâh fahişe, ya da ikisi birden” olmakla suçlamıştı. Goebbels’e taş çıkartan bir “büyük yalan”dı. Ama milliyetçilik için, büyük ölçüde geçerli sanırım.
Halil Berktay - Taraf
Yorumlar1