Son büyük sürgün Osmanlı hanedanı (4 Mart 1924)

  • GİRİŞ06.03.2021 11:26
  • GÜNCELLEME06.03.2021 11:30

Son İslâm Halifesi ve Osmanlı Hânedânı Reisi Abdülmecid Efendi Dolmabahçe Sarayında kütüphanede çalışırken akşam 20.00 sıralarında İstanbul Valisi Haydar Bey'in geldiği hizmetliler tarafından kendisine bildirildi. Halife, Vali Bey'i yanında İstanbul Emniyet Müdürü Saadettin Bey olduğu halde kabûl etti. 

Bu ziyâretten kısa bir süre sonra Sarayda endişeli bir telaş başladı. Herkes birbirine haber veriyor, oradan oraya koşturmalar yaşanıyordu. Bunun sebebi, TBMM tarafından 3 Mart 1924 günü alınan 431 sayılı, Osmanlı Hânedânı'nın yurt dışına çıkartılmasını içeren kânunun, aynı gün saraya gelen İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü tarafından yapılan tebligatıydı. Böylece 19 Kasım 1922'de TBMM tarafından Halife Seçilen Abdülmecid Efendi'nin Hilâfeti, (yine aynı 431 sayılı kanunla) Meclis Kararıyla ilgâ edilerek elinden alınmış Meclis Başkanlığı uhdesine bırakılmıştı.

Halkın herhangi tepkisi olmasın diye, hemen o gece sabah olmadan hareket edilmesi düşünülmüştü. Telefonları kesilmiş, etrafı asker ve polisler tarafından kuşatılmış saraydan iki saat içerisinde apar topar çıkıldığında Abdülmecid Efendi'nin yanında Şehsuvar, Mehisti ve Hayrünnisâ Hanımlar ile oğlu Ömer Fâruk Efendi, kızı Dürrüşehvâr Sultân, kâtibi Hüseyin Nâkıp, çocuklarının hocası Salih Kerâmet Nigâr vardı. Bindikleri otomobiller ertesi sabah trene binecekleri Çatalca İstasyonuna doğru hareket etti.

Hânedânın diğer üyelerinin bir kısmı ise; başlangıç noktası Sirkeci olan tren yolu projesi yapılırken Topkapı Sarayı'nın bahçesinden geçecek raylara itiraz eden Dîvân Üyelerine Sultân Abdülaziz'in; "Yeter ki bu proje yapılsın da isterse raylar sırtımdan geçsin" diyerek yapılmasına onay verdiği Sirkeci Garından trene bineceklerdi. Bir kısmı ise başka ülkelere, başka araçlarla dağılırlar.

Vatandaşlıkları ellerinden alınan ve dönüşü olmayan gurbet yolculuğuna çıkan 164 kişinin yanlarında taşıyabildikleri kadar özel eşyaları vardı. Gitmek istedikleri ülkeye göre biletler yalnızca gidiş olarak düzenlenmiş, pasaportlar ise geçiciydi.

Bunlardan pek çoğu sıkıntılı günler yaşadılar. Meselâ 1909'da İstanbul'da doğan Şehzâde Mehmed Orhan, Paris'te araba tamirciliği ve şoförlük yaptıktan sonra Amerikan Mezarlığı bekçiliğinden emekli oldu. Yerleştiği Nice şehrinde 12 Mart 1994'te rahmetli oldu. Müslüman Mezarlığı olmadığı için ortak mezarlığa defnedildi.

Abdülhamid Hân'ın oğlu Şehzâde Abdülkadir Efendi ise, yoksulluktan kemancılık yaparken 1944 yılında vefât etmişti. Yine kimsesizler mezarlığında bir Hristiyan’ın yanına atılan İbrahim Tevfik Efendi..

Ayrıca, iyilik sever ev sahibinin kira almadığı ve köhne bir pansiyon odasında vefât eden Zekiye Sultân.. Açlıktan vefât eden Ahmet Nureddin Efendi.. Amerika'da öldükten sonra Krematoryumda cesedi yakılarak imhâ edilen Burhaneddin Cem Efendi.. Mezar aidâtı ödenmediği için kemikleri toplatılarak kabri boşaltılan Şehzâde Orhan Efendi.. Arnavutluk’ta bir Nâzi toplama kampında tifodan ölen Nâime Sultân..

Ayrıca Mısır'a gidenlerden Prens Ömer Paşa'ya ait türbenin haziresine defnedilenler vardı. Onlar da, yol geçme bahanesiyle Kahire'de Abbasiye mezarlığına, oradan bulvar açılacak diye Afifiye mezarlığına, sonra da Hulvan otobanı geçecek diye Hidiv Tevfik Türbesine nakledilerek bir mezarın içine topluca konuldular. 

Kâhire'de vefât edenlerden birisi de Halife Abdülmecid Efendinin oğlu, Sultân Vahdettin'in damadı Mısır Hidiv'i Abbas Hilmi Paşa'nın dünürü ve Fenerbahçe Futbol Kulübü'ne 1919'dan sürgüne gönderildiği 1924 yılına kadar başkanlık yapan Şehzâde Ömer Fâruk Efendidir.

İşte bu Şehzâde Mısır'da sürgünde iken 1966 yılında Fenerbahçe'ye yeni başkan seçilen Faruk Ilgaz'dan (1966-1974) bir mektup alır. Mektupta, kulüp binasına asacakları eski başkanlara ait fotoğraflar için kendisinden fotoğraf istenmektedir. Ömer Fâruk Efendi, çok sevdiği Fenerbahçesinin kendisini unutmadığını görünce hıçkırıklara boğulur. 28 Mart 1969'da vefât eder.(10 Mart 1977'de MC "Milliyetçi Cephe" Hükümetince sessizce Mısır'dan II. Mahmut Türbesine nakledilir.)

Fransa'da vefât edip de Paris Bobigny Müslüman mezarlığında yer bulabilen Hânedan üyeleri de vardır.

Sultan Abdülhamid Hân'ın eşi Rabia Peyveste Hanım, oğulları Şehzâde Ahmed Nureddin ile Şehzâde Abdurrahim Hayri Efendiler.

Halife Abdülmecid 'in eşi Şehsuvar Hanım,

Şehzâde Âbit'in eşi Pınardil Fahriye Hanım,

Sultân Abdülmecid'in torunu Ayşe Sıdıka Hanımsultân, Sultân V. Murat'ın torunları Selma Sultân ve Şehzâde Osman Fuad Paşa idi. (Kabirleri Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın himâyelerinde TİKA tarafından yaptırılmıştır.)

1944 yılında vefât eden Halife Abdülmecid Efendi'nin naaşı ise Paris Büyük Camii'nde 10 yıl tabut içerisinde bekletildikten sonra Medine Münevvereye götürülerek Cennet'ül Bâki Kabristanına defnedilmişti.

Bu sürgün esnasında yaşanan bir olay vardı ki, Atatürk müdahale edemediği için üzgünlük ve özür içeren mektubunu elden göndermiştir.

Olayın kahramanı Sultan V. Murad'ın torunu Prens Mehmed Selahattin'in oğlu, hânedan devam etse 39. Padişah olarak tahta geçecek olan Şehzâde Osman Fuad Paşa'dır.

1970 yılında kendisiyle röportaj yapmak için giden Hürriyet gazetesi Muhabiri Doğan Uluç, O'nu Paris'te, içinde bir lavabo ile iki iskemleden başka eşyası olmayan otel odasında bulur. 

Osman Fuad Paşa, hânedanın sürgünde yaşadıklarını anlatırken, "Bu hâle düşeceğimiz kimin aklına gelirdi evlâdım" demişti. "İstanbul Merkez Kumandanı, Trablusgarb'ta Osmanlı Orduları Kumandanı General Prens Osman Fuad'ın bir gün gelip Paris'te üçüncü sınıf bir otelden kovulacağı. Çok yazık oluyor, Anavatan dışında çeşitli ülkelerde sığıntı mülteci hayatı yaşayan Osmanlılara. Kimi sefâlete dayanamayıp intihar ediyor, kimisi Türkiye Türkiye diye sayıklayarak son nefesini veriyor.

Dışarıda doğan çocuklar ise yabancı mekteplerde Türkçe'yi öğrenemeden, tarihimizi, dinimizi tanıyamadan bir ecnebi gibi yetişiyor." Bu sözlerin sahibi Şehzâde Osman Fuad nitekim sürgün kararının kaldırıldığını göremeden 1973 yılında vefât eder.

İşte bu Şehzâde Osman Fuad Paşa 1911 Eylülünde İtalya tarafından işgâl edilen Libya'ya, henüz 16 yaşındayken büyük bir hayranlık duyduğu Enver Paşa ile birlikte gönüllü olarak İtalyanlara karşı savaşmaya gitti.

Burada Mustafa Kemal ile birlikte Enver Paşa'nın emrinde savaştı.

1912 Ekiminde dönüşünde Berlin Askerî Akademisinden mezun oldu. Devam eden birinci Dünya Savaşı esnasında memlekete çağırıldı. Gelirken kara yolu kapalı olduğu için bindiği Alman denizaltısı, İngiliz denizaltılarınca vurulunca başından yaralandı. Adriyatik sahilinde müttefik Avusturya Hastanesinde ameliyat edildi. Bir süre sonra iyileşti.

Ardından 1918'te Nuri Paşa, abisi Enver Paşa tarafından Bakü'yü işgâlden kurtarması için Libya'dan istanbul'a çağırılınca, onun yerine yine Enver Paşa'nın emriyle Ordu Kumandanı olarak Libya'ya gönderildi. Emrinde 300 Osmanlı askeri ile 20.000 Libyalı gönüllülerden oluşan ordu vardı. Enver Paşa, Mondros'a kadar Alman denizaltıları ile sürekli erzak ve silah gönderiyordu. Mondros'tan sonra Şehzâde Osman Fuad Paşa çok zor durumda kaldı ve silah bırakması istendiği halde dinlemeyip Misrâta Şehrindeki karargâhında birkaç ay mukavemete devam etti.

Sonra, İtalyanların eline düşüp savaş suçlusu olarak kurşuna dizilmektense, Fransızlara teslim olmayı tercih etti.

Önce yanındaki Liby'lı gönüllüleri dağıttı.

Sonra yanındaki az sayıdaki Türk askeriyle beraber Tunus'a geçti. İtalyanlara verilmemek şartıyla Fransızlara teslim olmak istediğini söyledi.

Fransızlar bunu kabûl etti, ama iki hafta sonra Osman Fuad Paşa'yı, büyük bir alçaklık örneği göstererek yanındakilerle birlikte İtalyanlara teslim etti. (Küfür tek millet)

İtalyanlar esirleri Trablusgarb'a sevkettikleri halde, Şehzâdeyi askerî gemide hapsedip 3 ay sonra da Napoli’ye gönderdiler.

Şehzâdenin esir düştüğünü öğrenen vefâkar Libyalılar Şehzâdeyi kurtarmak için İtalyanlarla müzakere ederek, 7 yıldır ellerinde esir tuttukları İtalyan askerlerinin tamamı karşılığında Şehzâde Osman Fuad Paşayı kurtardılar.

Şehzâde İstanbul'a döndü ve İstanbul Merkez Kumandanlığına atandı. Daha sonra ise yaraları ve hastalığı artınca Avusturya’ya tedaviye gitti.

Hânedan sürgün edildiğinde Karlsbad Kaplıcalarında tedavi görüyordu (Atatürk de 1. Dünya Savaşı yıllarında burada kalmıştı).

Mustafa Kemal Paşa'dan askerî kurye vasıtasıyla elden bir mektup aldı.

"Çok özür dilerim. Yurtdışına yapılan sürgünler ve Anavatan dışında kalışınız için sizinle ilgili istisna yapamadığım için üzgünüm. Kanun geneli kapsıyordu" diyordu.

Şehzâde ümidini kesmedi ve Büyükelçi vasıtasıyla "Eğer Mustafa Kemal Paşa isterse Anadolu'ya gelirim" mesajını iletti ancak olumlu cevap alamadı.

Sonra Fransa'ya geçti. Kız kardeşi Âdile Sultân'ın kızı Nilüfer Hanımsultân'dan maddi destek alıyordu. Bir ara gittiği İskenderiye'de yaşadı. Burada kalırken 2. dünya savaşı başlamıştı. Alman Mareşali Rommel, Libya harekâtında Şehzâdenin Libya'daki çöl muharebe usulünü araştırmış ve birebir taklit etmiştir.

Yine bu savaşta İngilizler Şehzâde'ye Almanlara karşı Libya'da gerilla savaşı vermesi teklifinde bulundular. Çünkü Osman Fuad Paşa'yı Libya'lılar hâlâ çok seviyor ve kendisine bağlı idiler. Ancak Şehzâde, eski silah arkadaşı olan Almanlara karşı savaşmak istemedi teklifi reddetti.

Ağabeyi Şehzâde Nihat Efendi'nin vefâtı üzerine hânedan reisi oldu. 

1973 senesinde Paris'te dünyasını değiştirdi. Bobigny Müslüman kabristanına defnolundu.

3 Mart 1924 yılında alınan kararla başlayan sürgün hayatı böylece sona ermiş oldu. 

Rabbim bütün Osmanlı Hânedân üyelerinin makamlarını Âli, mekânlarını Cennet eylesin inşaallah...

YENİAKİT

Yorumlar1

  • Arif KARAHAN 3 yıl önce Şikayet Et
    Cümlesine Rabbim rahmeti ile muamele eylesin..onları bu duruma düşürenleri de sana havale ediyoruz ey Adili Mutlak Rabbimiz.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat