II. Meşrûtiyet’in ilânı (23 Temmuz 1908)

  • GİRİŞ23.07.2022 10:34
  • GÜNCELLEME23.07.2022 10:34

Sultân II. Abdülhamid Hân’ın Meclis-i Mebûsân’ı süresiz tatil ettiği 14 Şubat 1878 tarihinden 30 yıl, 5 ay geçmişti. Bu süre içinde, birilerinin iddia ettiği gibi 119 maddelik Kânûn-i Esâsi (Anayasa) hiçbir zaman yürürlükten kaldırılmamış, her yıl açıklanan devletin resmî salnâmesinde en açık şekilde öncelikli olarak okunmuş ve ilân edilmişti.

Meclis-i Âyân Üyeleri (senatörler) dâhi hiçbiri azledilmemiş, 1908 yılına kadar ilan edilen devletin bütün salnâmelerinde isimleri zikredilmiştir. Dolayısıyla tarih kitaplarına girdiği için bizim de zaman zaman kullandığımız II. Meşrûtiyet ifadesi yanlıştır. Bu süre içerisinde Meşrûtiyet ortadan kaldırılmamış, sadece Meclis-i Mebûsan ile Âyan Meclisi tatil edilmişti.

Çalkantılı geçen uzun bir süreden sonra II. Abdülhamid Hân 23 Temmuz 1908’de Meşrûtiyet’in yeniden tesis edildiğini usûlen duyurmuş, ardından seçimlerin yapılarak meclisin yeniden açılacağını bildirmişti. Nitekim aynı yıl içerisinde 8 Aralık’ta yapılan seçimlerden sonra 17 Aralık 1908’de Meclis-i Mebûsan bizzat Abdülhamid Hân tarafından açıldı.

Seçimler, Prens Sebahattin’in Ahrar Partisi ile yarışa giren İttihat-Terakki’nin en fazla sandalyeye sahip olmasıyla sonuçlanmıştı. Fazla milletvekili alabilmek için olmadık entrikalara başvuran gayr-ı müslim azınlıklar; 275 sandalyeli Mecliste, 23’ü Rum, 12’si Ermeni, 5’i Yahudi, 4’ü Bulgar, 3’ü Sırp, 1’i Romen olmak üzere toplamda 48 milletvekili çıkardılar. İstanbul’da Rumca çıkan gazeteler bile Türkiye’de 6.5 milyondan fazla Rum’un yaşadığını iddia ediyorlardı.

Böyle bir ortamda kapıları açılacak mecliste halk çok sevdikleri Sultânlarına sevgilerini göstermek için Beşiktaş’tan Meclis-i Mebûsan’ın bulunduğu Sultanahmet’e kadar yolları doldurmuş bekliyorlardı. Sultân Abdülhamid Hân, saltanat arabasında görüldüğünde yer yerinden oynadı. Geçtiği her metre coşku ve cezbelere sahne oluyordu.

Yanında çok sevdiği oğlu Şehzâde Burhaneddin Efendi ile Sadrazâm Kamil Paşa vardı. Doğruca meclise gitti. Kendisine ayrılan yere geçti oturdu. Dünyanın dört tarafından gelmiş gazeteciler, büyükelçiler, yabancı misyon şefleri hemen herkes, Türk Hâkânı’nın açılış konuşmasına odaklanmış, neler söyleyeceğini merakla bekliyordu.

Meclise oy birliğiyle başkan seçilen Ahmed Rıza Bey, açılış konuşmaları için Sultân Abdülhamid Hân’ı arz edince, Mâbeyn Başkatibi Cevad Bey Türk Hâkânı’nın işaretiyle ağır adımlarla kürsüye geldi. Son noktasına kadar Sultân Abdülhamid Hân’ın bizzat kaleme aldığı nutku tane tane ve akıcı üslubuyla okumaya başladı.

Sultân Abdülhamid Hân nutkunda özetle; ilk meclisi 31 yıl önce devlet adamlarının gösterdikleri lüzum üzerine tatil ettiğini, yine birtakım devlet adamlarının aksi kanaatte olduklarını beyan etmelerine rağmen, kendisinin meşrutiyeti yeniden yürürlüğe koyduğunu, ancak çeşitli milletlere mensup milletvekillerinin devletin yanında ve yararında çalışmayacaklarını açıkça beyân etti.

Nitekim meclisin ilk oturumundan itibaren bu milletvekilleri, hangi devletin milletvekili olduklarını unutarak pek çok kere küstah bir dil ile açıkça bu millete saldırmışlar, hatta Müslüman Arap ve Arnavut milletvekilleri de maalesef aynı dili kullanıyorlardı.

Hatta bu Asil Milletin ve onun koruyucusu Âli Devletin aleyhine konuşan bir milletvekiline arkadaşları; “Sözlerine dikkat et, sen Türk değil misin ne biçim konuşuyorsun” diye çıkıştıklarında verdiği cevap, “Ben Osmanlı Bankası kadar Türk’üm” demesi mânidardı.

Sultân Abdülhamid Hân bununla yetinmedi ve yeni bir Anayasa’nın hazırlığı için kolları sıvadı. Bunun için bir komisyon kurarak bütün dünyada kullanılan anayasaları tercüme ettirerek incelemeye başladı.

İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Bu yeni Anayasa çalışması bardağı taşıran damla oldu ve birkaç kişinin kışkırtmasıyla sokağa çıkan kitleler “Din elden gidiyor, şeriat isteriz” naralarıyla Yıldız Sarayını kuşatmaya aldı.

Ardından, hükümdarı kurtarmak için ihtilalcileri tepelemek adına Selanik’ten çıkan “Hareket Ordusu” İstanbul’a gelmiş, hem isyanı bastırmış, hem de Abdülhamid Hân’ı tahttan indirmişti. Yâni hükümdarın gece-gündüz uyumayarak milleti ve devleti için yapmaya kalktığı yenilikler kendisini tahtından etmişti.

Bundan sonra ne oldu? 23 Aralık 1876 tarihinde Sultân Abdülhamid Hân'ın tasdik ederek Meşrutiyet’le birlikte yürürlüğe soktuğu 119 maddelik anayasa, 8 Ağustos 1909’da revize edilmek üzere meclise getirildi. Bâzı maddeleri değiştirilerek, 24 Mayıs 1924 tarihine kadar yeniden yürürlüğe girmiş oldu.

Meşrutiyet esaslarına göre, sadece sadrazâm ile Şeyhülislam’ın ataması padişaha aitti. Diğer bütün nâzırların seçim hakkı, meclise karşı sorumlu ve gerektiğinde Meclis tarafından güvenoyu ile düşürülebilen sadrâzamın yani başbakanın yetkisindeydi. Yapılan değişiklikle padişahın yetkileri "sembolik" bir düzeye indirildi.

Artık meclisten güvenoyu alamayan vekillerin ve hükûmetin görevi sona eriyordu. Hükümdara meclisi kapatma yetkisi tanınmakla birlikte, üç ay içinde yeni seçimlerin yapılması mecburi hale getirilmişti.

Böylelikle parlamenter sistem uygulanmaya başlanmış, isteyen her partiye seçime katılabilme imkanı verilmişti. Ancak cumhuriyetle birlikte tek parti dönemi başlamış, 1946 yılında yeni partilerin kurulması serbest bırakılınca, tek partili dönem sona ermişti.

İhtiyaç duyuldukça yenilenmekte olan anayasamız için yenilenme zamanı geldi diye düşünüyorum. Kaynağını İslâm’dan alan Türk’ün gelenek ve göreneklerine uygun bir anayasanın seçimle birlikte oylanması yerinde olacaktır...

YENİAKİT

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat