Vefât yıldönümünde Sûltân Alparslan (24 Kasım 1072)

  • GİRİŞ25.11.2023 09:45
  • GÜNCELLEME25.11.2023 09:45

Hicrî 420 yılının 1 Muharrem’ine denk gelen 20 Ocak 1029 yılında dünyaya teşrif eden Sûltân Alparslan, Selçuklu Devletinin en büyük eyâleti konumundaki Horasan’da Valilik yaparken  4 Eylül 1063 yılında vefât eden amcası Tuğrul Bey'in yerine 27 Nisan 1064’te Rey’de (Tahran) büyük Türk Hakanlığının tahtına oturduğunda herkesin gözü kendisinde idi. 

Selçuklu Devletinin kurucusu Selçuk Bey'in beş oğlu vardı. Bunlardan Yusuf Yınal Bey, Selçuk Bey hayatta iken 994'te ölen ilk oğludur. Yusuf Yınal Bey’in zevcesini kardeşi olan Selçuk Bey'in diğer oğlu Subaşı Mikâil Bey almış, bu Hâtun hem İbrahim Yınal'ı, hem de Tuğrul Bey'i dünyaya getirdiği için İbrahim Yınal ile Tuğrul Bey, ana bir kardeştiler. Diğer kardeşi anne  baba bir Çağrı Bey'dir. Sultân Alparslan da Çağrı Bey'in oğludur.

Büyük Selçuklu Devleti'nin kurucularından Çağrı Bey'in oğlu ve Selçuklu Sûltânı Tuğrul Bey'in yeğeni olan Alparslan'ın yiğit bir savaşçı olacağı küçük yaşta ata binme ve ok atmadaki maharetinden belliydi. Henüz çocuk yaşlarında arkadaşlarından oluşan kendi mangasıyla savaşlarda göz doldurmuş, gençliğinde ise Karahanlılar ve Gaznelilerle olan mücadelelerde zaferlere imza atması herkesin gönlünde taht kurmasına vesile olmuştu. Babası Çağrı Bey’in vefâtından sonra Horasan valiliğini üstlendi.

Selçuklu Sûltân’ı olan amcası Tuğrul Bey’de Rahmet-i Rahman’a kavuşunca doğal lider olarak tahta sahip olmak için hemen harekete geçti. Ancak Vezir Amîdülmülk tarafından şehzâde Süleyman tahta oturtulmuştu. 

(Şehzâde Süleyman Çağrı Bey’in son hanımından dünyaya gelmişti. Alparslan’la baba bir kardeş idiler. Çağrı Bey’in vefâtından sonra Şehzâde Süleyman’ın annesi Tuğrul Bey’le evlenince, Şehzâde Süleyman Tuğrul Bey’in üvey evlâdı sıfatıyla tahta vâris olmuştu.)

Ancak bu durum; ne Alparslan’ın, ne Ağabeyi Kirman Meliki Kavurd’un, ne de amcası Mûsâ İnanç Yabgu’nun kabûl edeceği bir şey değildi. Bu isimlerin hepsi Tuğrul Bey’den sonra Selçuklu Tahtı üzerinde hak iddia eden kimselerdi. Ayrıca birde Çağrı ve Tuğrul Beylerin amcaoğulları, Selçuk’un torunu Kutalmış da taht üzerinde hak talep ettiğini üç yıl önce Tuğrul Bey’e karşı isyan etmekle zâten göstermişti.

Bu durumları tek tek değerlendiren Alparslan, önce amcası İnanç Yabgu üzerine yürüyerek itaat altına aldı. Ardından Başkent Rey’de (Tahran) Sûltânlığını ilân eden kardeşi Süleyman’ın üzerine yürüyecekti. Ancak; etrafına topladığı 50 binden fazla askerle Kutalmış’ın Rey’i kuşattığını, bunun üzerine Süleyman’ın Şiraz’a çekildiğini, Rey’de muhasara altında kalan vezir Amidülmülk’ün kendisinden yardım talep ettiğini öğrendi.

Bu işini kolaylaştırdı. Fakat yine de Kutalmış’la savaşarak kardeş kanı dökülecek olmasından canı sıkıldı. Hızla Rey’e doğru hareket etti. İki ordunun mücadelesinde gâlip gelen taraf Alparslan olmuştu. Kutalmış dağılan ordusunu toplama telaşı içerisinde koştururken atının sekmesi sonucunda kayalıklardan düşerek vefât etti. 

Böylece başkent Rey’e giren Alparslan vezir Amidülmülk tarafından Sûltân ilân edilerek adına hutbe okutuldu ve Sûltânlığın başka bir nişânesi olarak adına para bastırıldı. 

Diğer taraftan, Rey’i kuşatmaya gelen Kirman Selçuklularının emiri Kavurd, İsfahan’a kadar gelmiş olmasına rağmen kardeşi Alpaslan’ın bu manevralarını görmesiyle hemen geri döndü. Yetmedi bir de Alparslan adına hutbe okutarak ona tâbi olduğunu ilân etti.

Bütün bu gelişmeleri dikkatle takip eden Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh, 27 Nisan 1064 tarihinde büyük bir tören düzenleyerek Selçuklu tahtının sahibinin Alparslan olduğunu duyurarak Sûltânlığını ilân ve tasdik etti. 

Bundan sonra Sûltân Alparslan, yeni fetihler için yöneldiği batıdan yüzünü hiç çevirmedi. Sûltân Alparslan babası Çağrı Bey’in sağlığında vasiyeti niteliğinde yaptığı tavsiyeler gereği Vatikan’a yürüyüş başlamıştı. Batıya yapılacak akınlar için ana üs Anadolu olacaktı. Üstelik Anadolu Yaylaları hayvanlar için de çok müsaitti. Artık Türkmenlerin yeni yurdu belli olmuştu. Alp-Eren Gâzi Dervişlerin öncülüğünde büyük kitleler Anadolu’ya akmaya başladı. 

Sûltân Alparslan oraları yurt edinmek için şehit edilene kadar bu uğurda çalıştı. Ter dökmekten de kan dökmekten de çekinmedi. Hedefinde; çocukluğundan beri kendisine telkin edilen içinde Vatikan’ı barındıran Roma vardı.

Bu durum Vatikan’da Papa tarafından biliniyor ve endişe ile takip ediliyordu. Bundan 24 yıl evvel yapılan Dandanakan Savaşı öncesi Papa IX. Benedictus, bütün Kardineller ile diğer ülkelerdeki ruhânî liderlerinde yer aldığı toplantıda bu durumu şu şekilde açıklamıştı.

"Sizi buraya toplamamın sebebi Türkler. Türkler evet… Türklerin başımıza büyük gâileler açmasından korkuyorum. Tuğrul ve Çağrı Kardeşler boylarından büyük işlere kalkışıyorlar. Oradaki casuslarımız neredeyse günlük, haftalık raporlar ulaştırıyorlar.

Bu raporlar doğrultusunda Karahan ve Gazneli Hakanlarını içerideki casuslarımızla ne kadar yönlendirmeye kalkarsam kalkayım, bir şekilde planlarımızı bozuyorlar.

Aslan Yabgu'nun kardeşi Mikâil'in çocukları Çağrı ve Tuğrul ortaya çıktılar ve amcalarını kurtarmak için koskoca Gazne Devletine hem de dünyanın en büyük ordularına sahip Sultân Mahmud'a savaş açtılar. Yapılan iki önemli savaştan da Selçukoğullarının gâlip gelmesi bizi çok endişelendirdi.

Casuslarımızın her birinden ayrı ayrı gelen haberde her iki tarafın son kez karşı karşıya gelmeleri kaçınılmaz olmuştur. Endişemiz odur ki, eğer beklediğimiz gibi Gâzneli Ordusu gâlip gelirse, yapmış olduğumuz 50 yıllık, 100 yıllık, 200 yıllık ve 500 yıllık planlarda bir değişikliğe gidilmeyecektir.

Ancak Çağrı ve Tuğrul kazanırsa, o zaman 50 yıllık, 100 yıllık, 200 yıllık ve 500 yıllık planlarımızı yeni baştan yapmak zorunda kalacağız. 

Çünkü Selçuklu'nun gâlip gelmesi demek, Türklerin en kısa süre içerisinde Akdeniz'e Adriyatik'e gelmeleri, Roma’nın kapısına dayanmaları demektir" demişti.

Dedikleri bir bir çıktı. Hindistan’ın zengin kaynaklarından vazgeçemediği için batıya yönelemeyen Gazneliler’i Dandanakan Savaşında yenen Çağrı ve Tuğrul Beyler, hem Bağdat’ta Abbasi Halifesini Şii Büveyhilerin elinden kurtarmış, hem de Hicaz yolunu güvenli hâle getirmişlerdi.

Sûltân Alparslan ve sonrasında ise başta Suriye olmak üzere Lübnan, Filistin ile Hicâz Bölgesi Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere'nin Yarınkuş, Çubuk ve Törşek Beylerin komutasındaki Türk Ordusu tarafından Sünnî hakimiyet altına alınmıştı.

Oğlu Sultân Melikşâh, atının ayakları Doğu Akdeniz'de Süveydiye kıyılarında Akdeniz sularıyla ıslandığında secdeye kapanarak iki rekât şükür namazı kılmıştı. Büyük bir azim ve inançla Karadeniz'e ulaştığında ise, zafer nişânesi olarak kılıcını üç sefer suya daldırarak ıslatmıştı.

Atsız Bey tarafından Fâtımîlerden fethedilen Kudüs ve Akka'dan sonra bölgede tam hâkimiyet tesis edilmişti.

Bütün bu gelişmelerin odağında olan Alparslan, Bizans’a Malazgirt’te indirdiği darbeyle Roma’nın yolunu açmış, Malazgirt zaferinden sonra 1072 senesinde Türkleri bir bayrak altında toplayarak tâbiri câizse Turan’ı kurmak için ordunun başında Buhara’ya yaklaşmıştı. 

Komutanlarının ikâzı üzerine yol üzerinde bulunan ve sapık bâtınî fırkasına mensup Yusuf el-Harezmi adıyla bilinen komutan tarafından idare edilen Hana kalesini muhasara etti. Kale komutanı, “Bid’at nedir bilmeyen tertemiz Müslümanlarız” diyen Ehl-i Sünnet itikâdının yılmaz savunucusu olan Sûltân Alparslan’ı öldürmeyi çok istiyordu. Savaşarak bu mümkün olamazdı. Hemen bir plan yaptı ve teslim olacağını bildirdi.

Takvimler 20 Kasım 1072’yi gösterdiğinde kaleyi teslim eden Yusuf adlı kale komutanı Sûltân’a bağlılıklarını bildireceğini ve kale anahtarlarını takdim edeceğini söyleyerek huzura çıkmayı başardı. Önce kale anahtarlarını bizzat teslim etti. Ardından çizmesine sakladığı hançerini el çabukluğu ile çıkartarak Sûltân Alparslan’a sapladı.

Kale komutanı huzurda bulunanlar tarafından anında parça parça edilse de Sûltân ölümcül yarayı almıştı. Dört gün sonrada hicrî 10 Rebiülevvel 465, milâdî 24 Kasım 1072’de 43 yaşlarında şehâdete yürüdü. Cenâzesi bir müddet sonra Merv’e götürülerek defnedildi. 

Devletler tarihinde çok kısa bir zaman dilimi olan 35 senede, yâni 1040 yılında şimdiki Türkmenistan toprakları içerisinde cereyan eden Dandanakan Savaşından 35 yıl sonra 1075’te İznik’i Başkent yapmayı başaran Türklerin bu akılalmaz başarıları ve bu baş döndürücü fetihleri Vatikan’ı çok ürkütmüş ve Türklerin batıya ilerleyişlerini durdurmak için Papa alelacele haçlı seferlerini başlatmıştı. Ancak bu haçlı seferleriyle Vatikan’a yürüyüş yavaşlasa da durmadı. Fitne yuvası dağıtılana kadar da durmayacak inşaallah…

Halit Kanak / Yeni Akit Gazetesi

Yorumlar1

  • İrfan Yıldırım 5 ay önce Şikayet Et
    Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat