28 Haziran 1519 V. Şarlken’in taç giymesi, Martin Luther ve Protestan mezhebine Türk dizaynı

  • GİRİŞ28.06.2025 08:58
  • GÜNCELLEME28.06.2025 08:58

16. yüzyılın başlarında Avrupa’da, Katolik Kilisesi içerisinde inanç ve uygulamalara dair çelişkiler had safhaya ulaşmış, bu uygulamalara karşı çıkanların eleştirileri oldukça yaygınlaşmıştı. Bunların içerisinde ilk harekete geçen keşiş Martin Luther olmuştu. 

Luther, 31 Ekim 1517 yılında Katolik kilisesini eleştirdiği tezlerini 95 maddede toplayarak, Anhalt eyaletindeki kendisinin de karargâh olarak kullandığı Wittenberg şehrinde bulunan All Saints kilisesinin kapısına çivilemişti. (Reform Anıt Kilisesi)

Onu bu eyleme iten ise; 1517 yılında Papa’nın özel görevlendirdiği rahip Johann Tetzel’in Wittenberg’e gelerek 3 Mark karşılığında Endüljans satmaya başlamış olmasıydı.(Endüljans; Papa’nın yani kilisenin yetkisiyle verilen günahlardan arınma belgesi.) Böylece insanlar güyâ günahlarından temizlenmiş oluyordu. Din adamları bu belgeyle bir nevî dirilere cennet sattıkları gibi ölüleri de es geçmiyorlardı. Ölen insanların yakınlarına sizin ölünüz arafta kaldı geçmesi için para ödemeniz gerekiyor diyerek yüklü miktarda para toplamaya devam ediyorlardı. 

Katolik kilisesinin bu uygulamasına ezelden beri şiddetle karşı çıkan Martin Luther de daha fazla dayanamamış Papa’nın temsilcisi oradan henüz ayrılmadan bu eylemi yapmıştı.

Luther’in, kilisenin kapısına çivilediği 95 maddelik manifestosu tartışmalara yol açar. Gün geçtikçe de tartışmalara dâhil olanların sayısı artar. Luther’in ünü önce Wittenberg’i, sonra Almanya’yı aşar bütün Avrupa’ya yayılır. 

Bundan hoşnut olmayanların başında Papa X. Leo olduğu gibi; ölen Kutsal Roma İmparatoru I. Maximilian’ın yerine tahta geçen ve hemen sonrasında 28 Haziran 1519’da Kutsal Roma İmparatoru ve Avusturya Arşidükü olarak tac giyen oğlu V. Şarlken (Charles Quint) gelmektedir.

V. Şarlken, en büyük düşmanları olarak Fransa Krallığı, İngiltere Krallığı ve Osmanlı İmparatorluğunu telaffuz ederken, Alman papaz Martin Luther’i de saymayı ihmal etmez.

Üstelik diğer unvanlarının yanısıra 26 Ekim 1520’de Alman Krallık tâcını giydikten bir yıl sonra 1521’de huzuruna aldığı Martin Luther’in yanıldığını söyleyerek, tezini kabul etmez. Ancak genç ve câhil İmparatorun bununla ilgili hiç bir eğitimi bile yoktur. Sadece Papa’ya yaranmak için önyargılı düşmanca bir tavır ortaya koymaktadır. Gerekçesi sadece Papa X. Leo’nun 15 Haziran 1520 günü Luther’i bir bildiriyle afaroz etmesinden kaynaklanmaktadır. 

Halbuki Luther’in eline geçen “Afaroz bildirisi”, o sıra ders verdiği Erfurt Üniversitesi’ndeki öğrencileri tarafından parçalanıp, kuzey denizine götürsün diye Gera suyuna atılmıştır bile.

İmparatorun, huzuruna alarak tezini kabûl etmediği ve Martin Luther’i çaresiz bıraktığı olayla ilgili süreç şöyle gelişmiştir.. Martin Luther’den Frankfurt’un 70 km. güneybatısındaki Worms’a gelerek 25 Mayıs 1521’de Kutsal Roma–Germen İmparatoru’nun huzurunda bu 95 maddelik tezini savunması istenir. Birde, bir nevi mahkeme olan “Worms Kurulu” oluşturulmuştur. 

Luther, kurula tezini savunmaya (ifâde vermeye) gelirken yolda Erfurt, Eisenach, Gotha ve Frankfurt’a uğrar vaazlar verir ve peşine takılan büyük bir kalabalık eşliğinde Worms’a gelir ve kurula girer. Yoğun kalabalık dışarıda destek için beklemektedir.

Din adamlarından oluşan kurulda ifâde verirken kurul üyelerine Papa’lık emriyle satılan Endüljans’ların önemsiz olduğunu, bunun halkı soymak için kurulmuş bir düzen olduğunu cesaretle söyler. Din adamları şiddetle karşı çıkarlar ve bunun gerekli olduğunu anlatmaya çalışırlar.

Bunun üzerine Martin Luther onlara, “Cennet sizin olsun, bana cehennemi satın” der. Din adamları, “Onun için para ödemene gerek yok cehennemin tamamı senin” derler.. Mahkeme sonunda dışarıya çıkan Luther, kendisini bekleyen kalabalığa; artık cennet satın almalarına gerek kalmadığını bunun için boşa para ödememeleri gerektiğini çünkü kendisinin az önce din adamlarının huzurunda bütün cehennemi satın aldığını ve oraya kimseyi sokmayacağını söyler ve oradan ayrılır.

Martin Luther’in gıyâbında devam eden müzakereler sonucunda kurul üyeleri bir karara varamasalar da, İmparator V. Şarlken (Charles Quint) yayınladığı “Worms Fermanı” ile Luther’in yazılarını yasaklayarak onu sapkın ve devlet düşmanı ilân eder. O da yetmez, yayınladığı bu fermanla herhangi birinin yasal bir sebep olmaksızın Luther’i öldürmesine de izin vermiştir. 

Martin Luther şaşkın ve çaresizdir… Ancak en karmaşık olaylar karşısında dâhi çaresizlere çâre olan kudrette biri vardır ve Luther için kudret elini uzatması elzem olmuştur… O da V. Şarlken’in en büyük düşman ilân ettiği Cihân İmparatoru Kânûni Sûltân Süleyman’dır. 

Martin Luther; 25 Mayıs’ta Worms Kuruluna bekleniyorsun çağrısı alarak 18 Mayıs’ta yola koyulduğunda, Türk Hâkânı Kânûni Sûltân Süleyman da aynı gün Gazanfer Ordusunun başında İstanbul’dan yola çıkmıştır. Hedefinde Belgrad vardır.

Diğer taraftan da Martin Luther’i yakın takibe alan Kânûni’nin gözü kulağı Martin Luther’in mahkemesindedir. Büyük dedesi Fâtih Sûltân Mehmed Hân’ın, Avrupa’nın her köşesine yerleştirdiği Türk İstihbarat ağı ile bütün Avrupa’yı kontrol altına aldığı sistem muntazam çalışmaktadır.

Türk istihbaratçıları İtalya, Almanya ve Macaristan’a o kadar hâkim olmuşlardır ki, yapılan bütün Meclis toplantılarını ince detaylarıyla aktarmaktaydılar. Hatta Bavyera bölgesinde cirit atan Türk istihbaratçıları bir türlü yakalanamıyor, bu durum halkta paniğe ve çeşitli efsanelere yol açıyordu. Kilise yöneten papazlardan tutun da, saraylarda teşrifatçılara kadar, keşiş okullarından kardinallere kadar hemen her yerde Türk istihbaratçısı her dâim görevinin başındaydı.

Zâten bir ayağı sürekli düşman topraklarında olan Akıncı Beylerinin her biri, en az üç Avrupa dilini ana dili gibi bilmek zorundaydı. İşte Kânûni’nin istihbaratçılara iletilmek üzere verdiği en önemli talimat, Martin Luther ile ilgilenilmesi olmuştu. O ilgi sadece Avrupa’da karışıklık çıkaracak keskin hareketlerin halk üzerinde etkisinden ibâret değildi. 

Özellikle İslâm Akaidinin anlatılması, İslâm’a bakış açısı ve Türklere karşı tutum ve davranışlar konularında ince detayların Luther üzerinde titizlikle çalışılması olmuştu. Hassaten din adamı kılığındaki istihbaratçılarımızın bu konuda yaptığı çalışmalar takdire şâyân bir durumdu.

Bu çalışmaların amacı yeni bir mezhep kur(dur)mak veya dine yeni bir bakış açısı getirmek değil, aksine Kutsal Kitap Hristiyanlığına yani Hazreti İsa Aleyhisselam tarafından başlatılan gerçek dine, öze dönüş hareketiydi. Bu çerçevede ortaya konan kurallar çabucak taraftar buluyordu. Luther’in açıkladığı bu kurallar arasında öne çıkanlar şunlar olmuştu.

Papanın otoritesi ve yanılmazlığı reddedilir.. Kutsal Kitap esas alınır.. Din hizmetleri sınıfı bulunmakla birlikte Katoliklik ve Ortodoksluk mezheplerindeki gibi bir ruhbanlık sınıfı olamaz.. Üstelik kilise önderleri olarak bilinen rahip ve rahibelerin evlenmelerinde de bir mahsur yoktur..

Eylemler ile değil, iman ile kurtuluş görüşü esastır.. Mesihin annesi Meryem’e ve azizlere dua etmek gibi bir yaklaşım reddedilir.. Duâ sadece Tanrı’ya edilir görüşü esastır.. 

Katolik ve Ortodoks mezheplerindeki gibi bir “Azizlik” kavramı ve müessesesi yoktur.. On emire göre Tanrıyı tasvir eden resim ve heykeller yasak olduğu için kiliselerde Tanrıyı tasvir eden resim ve heykel bulundurulamaz..

Bütün bunlar Martin Luther üzerinde ne kadar etkili çalışma yapıldığını ortaya koysa da, başta Vatikan olmak üzere bütün Avrupa’da şok etkisi yapacak olan esas söz; Martin Luther’in, “Türklerle savaşmak Tanrı’nın iradesine karşı gelmektir” sözü olmuştur. Hatta bu söz Papalığı ağır bir dille eleştiri olarak yazdığı “Wider das Papsttum zu Rom vom Teufel Gestiftet” (Şeytan Tarafından Kurulan Roma’daki Papalığa Karşı) eserini bile geride bırakmıştı…

1524, Almanya’da karışıklıkların yaşandığı bir yıldı. Bir taraftan ekonomik şartların iyileştirilmesi için ayaklanan köylüler katledilirken, diğer taraftan Martin Luther yolunu tutanlar fena şekilde eziliyordu. 1526’da ise Luther mezhebini benimseyenlere de ilk tâviz gelmişti. Luther taraftarlarının yaşadığı köy ve kasabalarda bu din anlayışı kabûl edileceği bunun dışındakilere müsaade edilmeyeceği ilân edildi. 

1529’da bu konu yeniden duyuruldu. Hatta Luther taraftarlarının olduğu bölgeler dışında bu yeni din anlayışına kesinlikle izin verilmeyeceği, karşı gelenlerin şiddetle ezileceği belirtildi. 

Fakat bu arada 1521 yılında Belgrad kilidini çözen Kânûni Sûltân Süleyman, 1526’da Mohaç’ta dünyaya en kısa sürede, en kesin zafer nasıl kazanılırın dersini vermiş, 1529’da ikinci kez girdiği Macaristan’ın başkentinden Alman İmparatorluğu Başkenti Viyana’yı kuşatmak için hareket etmişti. Üstelik Türk Akıncıları; Avusturya’yı, Çekoslovakya’yı, Bavyera’yı, Slovenya’yı altüst ediyorlardı. 

Kânûni’yi Budapeşte önlerinden itibâren takip eden Martin Luther’ciler bu durumdan cesaret alarak, V. Şarlken ile Kardeşi Ferdinand’ın tehditlerine boyun eğmediler ve 5 Alman Prensi ile 14 Alman şehri bu kararı protesto ettiklerini duyurarak ayaklandılar. Bu protestolardan dolayı Luther Mezhebine bağlı olanlara, onun yolundan gidenlere o günden itibaren Protestan dendi ve Avrupa’da bütün hızıyla yayılmaya devam etti.

Bu durum karşısında V. Şarlken, çareyi 1532’de Nuremberg Sulhu ile bu yeni mezhebi İmparator sıfatıyla resmen tanımak zorunda kalmış, ayrıca Katoliklerin Protestanlara saldırmasını yasaklamıştı. Böylece Protestan Mezhebinin ortaya çıkması, tanınması ve sulhe kavuşması Türklerin eliyle olmuştur.

Günümüz dünyasında da çeşitli dîni görüşe mensup, ancak yahudi zulmüne karşı olan yeryüzündeki topluluklarla iletişimi daha da güçlendirmek; yeryüzünün âhengini bozan, huzurunu sabote eden, barışı tehdit mecrâsından çıkarmayan fitne ve bozgunculara karşı kararlı bir duruş sergilemek şart olmuştur. Bu sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin ve dünya lideri Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın vazifesi olmamalı. Bu aynı zamanda yeryüzündeki dünya devletleri ile bütün insanlığın vazifesi olmalıdır.

Dünya savaşının eşiğinden dönülen son olaylarda, Cumhurbaşkanımızın ve devletimizin ortaya koyduğu çaba takdire şâyan olmuştur. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, konunun üstüne hassasiyetle gitmiş, diplomasi trafiğini üst düzeyde tutarak, 30 kadar ülke lideriyle görüşme yapmış, yetmemiş İslâm İşbirliği Teşkilatı üye ülkeleri dışişleri bakanlarını İstanbul’da toplayarak, konunun ciddiyetini dünyanın gözü önüne sermiştir. 

Bunların dışında dost ve kardeş Türkmenistan’ımızın Ankara Büyükelçisi Sayın Mekan İşankuliyev’in girişimiyle; “Raund Table -peace and trust : pillars of unity and resilience in the İslamic World” (yuvarlak masa “barış ve güven: İslam dünyasında birlik ve dirliğin temelleri”) başlığı altında 50 ülkenin Büyükelçilerinin katıldığı bir toplantı organize edilmiş, konunun hassasiyeti bu toplantıda dile getirilmiştir. 

Bizim de STK başkanı olarak katıldığımız başarılı toplantıda, Ülkemizi temsil eden Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Orta Asya Ülkeleri ve Türk Dili Konuşan Ülkeler Örgütü İle İlişkiler Genel Müdürü Büyükelçi Sayın Togan Oral Beyefendi’yi ve Türkmenistan’ımızın Ankara Büyükelçisi Sayın Mekan İşankuliyev Beyefendi’yi tebrik ediyor, kutluyoruz. 

İşte bütün bu gayretler ve blok çalışma dünyayı ateşe vermeye kalkan siyonistleri ve destekçilerini fren yapmaya zorlamıştır. Ancak henüz tehlike geçmiş değildir. Filistin’de kalıcı ve âdil bir barış tesis edilinceye, başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin Devleti kuruluncaya kadar da ateş de tansiyon da düşmeyecek, vicdanlar kanamaya devam edecektir…

Halit Kanak / Yeni Akit Gazetesi

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat