Kudüs’ün çakıl taşı ve emannâme..
- GİRİŞ27.09.2025 10:10
- GÜNCELLEME27.09.2025 10:10
Güzide şâirlerimizden Necip Fâzıl Kısakürek; “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar, onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar” derken Sezai Karakoç ta şiirinde Kudüs-ü Şerif’i “Gökte yapılıp yere indirilen şehir” olarak tanımlamıştır.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan da; “Kudüs-ü Şerif’e ait tek bir çakıl taşını dahi vermeyiz” sözüyle, işgâlci korsan devlet İsrail’e net şekilde tavrını koyarken, sanki şunu der gibiydi; “Seni düşünürken Ey Kudüs, çakıl taşın ısıtır yüreğimi..”
Evet, Sayın Cumhurbaşkanımız; Kudüs-ü Şerif’in bir çakıl taşının bütün dünyadan kıymetli olduğunu, hele de İsrail gibi zâlim bir devlete hiç verilemeyeceğini söyleyerek, sadece İslâm Coğrafyası için değil, neredeyse bütün insanlık adına tercüman olmuştur.
Kudüs… Mukaddes Şehir. Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in hayatından izler taşıyan mübârek belde.
"Mü’min miraçsız, miraç da Mescid-i Aksa’sız olamaz" diyerek ruhumuzun derinliklerinde sakladığımız Kudüs.. Kardeşleri Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ile birlikte her dâim Müslümanların gündeminde olması gereken mübârek belde. Çünkü Kudüs ve Mescid-i Aksa, bize peygamberlerin emanetidir. Geçmişin emanetine sahip çıkmak, günümüz soykırımına dur demek, fitneyi yeryüzünden silmek için en şiddetli mücâdeleden bile kaçmayız.
Merhûm millî şâirimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun ifâdesiyle;
“Zâlim ne kadar güçlü olursa olsun
Mazlûmun hakkını alana dek vuruşacağım..”
Zâten zâlim İsrail’in o kadar gücü olmadığı biliniyor. Yahudi, varlık sebebi İsrail’in güvenliği olan Amerika Birleşik Devletleri’ne, biraz da korsan devletlerinin kuruluşuna ön ayak olan İngiltere’ye güveniyor. Kime güvenirse güvensin, yanına kimi alırsa alsın, kim desteğe gelirse gelsin soykırımcı İsrail soykırımdan vazgeçmezse denize süpürülmekten kurtulamaz..
Savaşa mı girmemizi istiyorsun diyen bâzı kesimleri duyar gibiyim.
Yazdık.. Onlar için bir daha yazalım..
İnsanlık ölürken, kayıtsız mı kalacağız.. Hayır.
Zâten Allah Resûlü; “Cihat etmeyen ve Cihat etmeyi içinden geçirmeyen nifakın bir şûbesi üzerine ölür” buyurmuyor mu?
O hâlde bizlere ne oluyor da, bütün mukaddes değerleri ayaklar altına alarak soykırım yapan, bölgeye kan kusturan, önüne gelene saldırarak dünyaya meydan okuyan, fitne yuvası bir topluluktan mı korkacağız.
Şimdi tekrâren hatırlatalım… “Efendim, İsrail ile savaşırsak, bu ülkemiz için yıkım olmaz mı?” Hayır olmaz, olamaz..
Buradan Asil Milletimize sesleniyorum; bölgemizin hatta bütün dünyanın istikrarı için savaşmaktan korkmamalıyız. Bize İsrail ne yapabilir?
Hatta İsrail yanına ABD’yi alsa.. Olmadı İngiltere’yi alsa.. Daha da olmadı Abrupa Birliğini alsa (ki, çoğu AB üyesi ülke İsrail’e karşı) yine bize bir şey ya-pa-maz-lar…
Çünkü biz 6 Şubat depremi gibi dünyada yaşanabilecek en büyük felâketlerden birini yaşadık.. Yıkımı gördük.. 500 (Beşyüz) atom bombası karşılığı iki şiddete peş peşe mârûz kaldık.. Yine de Allah’ın izniyle bize bir şey olmadı.
Yukarıda saydığımız güçler bir araya gelse bile o kadar yıkım yapmaları mümkün değildir. Anadolu’ya asker çıkarabilirler mi? Asla… Sadece Gazze’de yaptıkları gibi uzaktan bomba atarak kısmî zarar verebilirler. O da yaşadığımız 6 Şubat depreminin en fazla dörtte biri kadar olur. Ama bu arada İsrail diye bir devlet de ortada kalmaz denize süpürülürler. Bizden söylemesi…
HAZRETİ ÖMER’İN EMANNÂMESİ
Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem’in; “Kâbe ve Mescid-i Nebevi’de kılınan namazlardan sonra en makbûl ibâdet Kudüs’teki mâbette yapılan ibadettir” buyurduğu ilk kıblemiz’e; bizzat Allah-û Teâlâ’nın emriyle bir gece Mescid-i Haram’da ki Hicr-i İsmâilden alınıp, Burak adlı binekle Recep Ayı’nın 27’inci gecesi Mekke’den Kudüs’e getirilmiş, burada peygamberlere imam olarak namaz kıldırmış, sonrada Cebrâil Aleyhisselam’ın refâkatında Hacer-i Muallak adlı kayanın üzerinden semaya yükseltilmiş, Mirâç mûcizesi gerçekleşmişti.
Sahabe-i Kirâm Efendilerimizden Ebu Zer Gifari (radıyallahû anhum) Hazretleri’nin yeryüzündeki ilk ve ikinci mâbedin hangisi olduğu sorusu üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ilk mabedin Mekke’de, ikinci mabedin ise ilk kıblemiz Kudüs’te olduğunu, ikisinin yapımı arasında kırk yıl olduğunu buyurmuş, Müslümanları da Kudüs’ü ziyârete teşvik etmiş, gidemeyenlerin de kandillerinde yakılmak üzere yağ göndermelerini tavsiye etmişti.
Ayrıca Resûlullah Efendimiz dünyalarını değiştirmeden hemen önce Beytülmakdis’in kısa süre sonra fethedileceği müjdesini vermiş, bununla ilgili olarak Filistin topraklarına gönderilmek üzere bir de ordu hazırlamıştı.
Onun vasiyetini Hazreti Ebû Bekir yerine getirmek için bölgeye ordular sevketmiş, Filistin ve Suriye’nin fethini gerçekleştirmiş olmasına rağmen, Kudüs’ün Fethi Hazreti Ömer döneminde nasib olmuştu.
Amr b. As, Hazreti Ömer’in talimatıyla Kudüs’ü kuşatmıştı. Yardım için Halid b. Velid ve Ebu Ubeyde de buraya geldi. Tâze kuvvetlerin bölgeye gelerek kuşatmaya katılması Kudüs’ün direncini kırdı ve şehri bir anlaşma ile teslim etmeye karar verdiler.
Fakat anlaşma için bizzat Halife Ömer’in gelmesini istediler. Bunun üzerine Hazreti Ömer (r.a.) Hazreti Osman (r.a.) ve Hazreti Ali (r.a.) ile İstişâre ettikten sonra Kudüs’e geldi. Halife’nin bizzat gelmesi şehir halkını heyecanlandırmıştı. Başrahip Sophronius, şehrin girişinde Halife’yi saygıyla karşıladı.
Birlikte şehre girdiler. Hazreti Ömer (r.a.) önce tekbirlerle geldiği Peygamber Efendimiz’in Mirac’a yükseldiği Kaya’nın (Hacer-i Muallak) önünde uzunca bir duâ yaptı. Ardından kutsal mezar kilisesine yöneldi. Bu arada namaz vakti girmişti. Başrahip Hazreti Ömer’den kilisede namaz kılabileceğini söylediyse de Hazreti Ömer, kendisinden sonra gelecek Müslümanların bunu âdet haline getirebileceklerini söyleyerek kabûl etmedi.
Daha sonra Başrahip Sophronius tarafından talep edilen Emannâmeyi birlikte hazırladılar. Hazreti Ömer (r.a.), emannâmeyi mühürleyerek kendisine teslim etti.
İşte o Emannâme’nin içeriği:
“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Bu, Allah’ın kulu ve müminlerin emiri Ömer’in, İlya (Kudüs) halkına verdiği emân’dır.
Onlara, canları, malları, kiliseleri, haçları, hasta ve sağlıklı olanları ve bütün dinî toplulukları için güvence verilmiştir.
Kiliseleri oturulmayacak, yıkılmayacak, onlardan veya çevrelerinden bir şey eksiltilmeyecek.
Haçlarına ve mallarına dokunulmayacak. Dinleri konusunda zorlanmayacaklar, içlerinden hiç kimseye zarar verilmeyecek.
İlya’da Yahudiler yerleşmeyecek. (Kudüs, o dönemde 500 sene önce Roma İmparatoru tarafından verilen Latince isimle İlya olarak tanınıyordu.)
İlya halkı da diğer şehir halkı gibi cizye vergisini ödeyecek.
Şehirde bulunan Rum askerleri ve haydutlar çıkarılacak. İçlerinden çıkanlar, can ve malları güvence altında olarak güvenli bölgelere ulaşana kadar korunacak. Kalanlar da emniyet içinde olacaklar ve İlya halkı gibi cizye ödeyecekler.
Rumlarla birlikte gitmek isteyenler, kiliselerini ve haçlarını terk ederek çıkabilirler. Onlara da güvence verilmiştir.
Bu anlaşma, Allah’ın, Peygamberi’nin, halifelerin ve müminlerin teminatı altındadır. Cizye ödedikleri sürece geçerli olacaktır…”
Teslim şartlarında üçüncü bir taraf hakkında önemli bir madde öne çıkıyor. “Kudüs’e Yahudiler yerleştirilmeyecek.”
Ancak Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru İngiliz’lerce işgâl edilen Kudüs Müslümanların elinden çıkıp, Hristiyanların eline geçtiğinde bu kural bozuldu. Bırakın Kudüs’e yahudilerin yerleştirilmemesini, İngiliz eliyle bölgede bir de yahudi devleti kuruldu.
Sonra Müslümanların katli başladı. Ve duraksamadan hâlâ devam ediyor.
Tıpkı 7 Haziran 1099 salı günü Kudüs’e giren Hristiyan haçlı ordusunun yaptığı katliam gibi. Akla hayale gelmedik işkencelerle yapılan katliamdan o gün çoluk-çocuk, kadın-erkek herkes nasibini almıştı. Minyatürlere yansıyan katliam sahnelerine bile bakarken insanların ürperdiği bu vahşet esnâsında tam 70 bin kişi boğazlanmıştı. Ramazan ayının ilk günleriydi. Camilere sığınan biçare kadınlar ve çocuklar tek tek doğrandı.
Yetmedi Hristiyan askerler, kan deryasından bata çıka sokakları dolaşıp canlı Müslüman aradılar. Katliamın ardından aylarca süren şehrin temizliği bittiğinde Kudüs katliamı tarihteki yerini almıştı.
Şimdi nöbeti Hristiyanlardan devralan yahudiler, katliamda sınır tanımıyorlar. Dur denilmezse bizden sonraki nesiller bu katliamları tarih kitaplarından okuyacaklar.
Şimdiki Kudüs Rum Ortodoks Patrigi Theofilos Giannopoulos, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a Hazreti Ömer’in şehri fethinden sonra Patrik Sophronios’a verdiği emannâme’yi getirip hediye etti. Yâni; buraların son toprak sahibi sizsiniz, gelin toprağınıza sahip çıkın yahudinin şerrinden de bizi koruyun demek istiyor.
Çünkü, yahudinin onlarca kiliseyi vurduğunu gördü yaşadı. Sayın Patrik, merak etme. Türk Ordusu gelir gereğini yapar. Türkler başkasına benzemez. Cümle cihan bilir ki; “Ümitlerin bittiği yerde Türk’ün kudreti başlar…”
Ancak; ne siz Hristiyanlar gibi, Kudüs’te ibâdethanelere sığınan kadın ve çocukları doğrar, nede şimdiki yahudilerin yaptığı gibi mâsum çocuk ve kadınları hunharca bombalarla parçalar.
Bu güne kadar yaptığı gibi, din, dil, ırk gözetmeksizin şefkat kollarıyla bütün dünyayı kucaklar, insanlık dersi verir… Fatih Sûltân Mehmed Hân ne güzel söylemiş; “Türk olmak zordur, çünkü dünya ile savaşırsın. Türk olmamak daha zordur, çünkü Türk ile savaşırsın…”
Halit Kanak / Yeni Akit Gazetesi
Yorumlar2