1 Kasım 1911… Tarihte ilk hava taarruzu destansı Libya savunmasında bize yapıldı

  • GİRİŞ01.11.2025 09:58
  • GÜNCELLEME01.11.2025 09:58

17 Ekim 1882’de doğan 29 yaşındaki İtalyan teğmen Giulio Gavotti İtalya hükümetinin aldığı Libya’yı işgâl kararından sonra işgâl kuvvetlerinde görevlendirilerek Libya’ya sevk edilmişti. 

Sevk kararını; 31 Mart 1910’dan beri Başbakanlık görevini yürüten Luigi Luzzatti’den 30 Mart 1911 tarihinde görevi devralan Giovanni Giolitti vermişti. İtalyanların Libya’yı İşgâl girişimi başlamış, İtalya ordusu Enver Paşa’nın bizzat verdiği cehennemî direniş karşısında sahile çakılıp kalmıştı.

İşgâlin bir an önce tamamlanması için bütün argümanların sahaya inmesini isteyen İtalya Başbakanı Giolitti, Türk savunma sistemlerinin yerlerini tesbit etmek, durumları hakkında bilgi toplamak amacıyla, Yüzbaşı Carlo Maria Piazza komutasında 2 Etrich Taube, 3 Nieuport, 2 Farman ve 2 Bleriot XI tipi uçak olmak üzere toplam dokuz adet uçağı cepheye sürdü.

Böylece 15 Ekim 1911'de dokuz adet İtalyan "Uzman Tabur" uçağı 11 pilotla Libya'ya gönderilmiş oldu. 24 Ekim'de İtalyan yüzbaşı pilot Riccardo Moizo Trablus'ta bir keşif uçuşu gerçekleştirdi. Bu bir uçakla yapılan ilk stratejik keşifti. İkinci keşiflerinde Türk keskin nişancılar tarafından vurulan İtalya uçağı düştü. 

Subaylarımızın başında hatıra fotoğrafı çektirdiği düşen uçağın intikamını almak üzere 1 Kasım 1911’de Teğmen Giulio Gavotti, sıralı dört silindirli sıvı soğutmalı güç üniteleriyle çalıştırılan “Etrich Taube” tipi uçakla Trablusgarp yakınlarında ki Ain Zara ve Tacura’da ki Osmanlı-Türk mevzilerine 600 fit (yaklaşık 185 metre) yükseklikten dört adet 2 kg'lık bomba atacaktı. Bombaların etkisini artırmak için 3 bombayı birbirine vidalayarak deri bir keseye koydu Ain Zara’ya attı. Diğer tekinide Tacura’ya fırlattı tarihte ilk kez uçakla hava bombardımanı gerçekleştirilmiş oldu. 

8 Kasım'da Ayn Zara'daki Kızılay bayrağı bulunan hastane binasına düşen bomba, Bâb-ı Âli’nin saldırıyı dünya kamuoyunda protesto etmesine sebep oldu.

Bâb-ı Âli, 1899’da Lahey Sözleşmesi ile balonlardan bomba atılmasının yasaklandığını bildirse de, İtalya bu yasağın uçakları kapsamadığını ileri sürerek kendilerini bağlamadığını savundu. Uçuşlar ve bombalamalar devam etti. Bu arada yerden tüfekli atışlarla iki uçak daha düşürüldüğü gibi, tarihte ilk defa yardımcı pilot yerden açılan atışla öldürülmüştü.

Bunda Enver Paşa’nın; askerlere sırt üstü yatarak nişan alma taktiği ile ateş etme usûlünü öğretmesi etkili oldu. Bir tepe üzerine yerleştirdiği top kundağı İle de dikey atış yapma taktiği veren Enver Paşa’nın bu taktiği, uçaklar üzerinde etkili olmuştur. (Bu taktik I. Dünya Savaşı süresince de uygulanacaktır.)

Ayrıca Enver Paşa’nın dâhiyâne tedbirleri ile bu direniş 20 yıl boyunca sürecektir. 

HATIRLAYALIM.. ENVER PAŞA NE YAPMIŞTI?

İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından kendisine Libya sözü verilen İtalya; Trablusgarb ve Bingâzi'nin terkedilmesini istediği notayı 23 Eylül 1911'de Sadrâzâm İbrahim Hakkı Paşa'ya göndermiş, cevap gecikincede 28 Eylül'de 24 saat içinde cevaplandırılmak üzere ikinci nota'yı vermiş, Bâb-ı Âli'nin toprak bütünlüğüne saygı gösterildiği takdirde İtalya'ya daha fazla ticâri ve siyasî imtiyazlar verileceğini bildiren cevap gelmesine rağmen İtalya 29 Eylül 1911’de Türkiye'ye savaş ilân etmişti.

Aynı gün Trablusgarb'ı gün boyunca denizden bombalaması önceden yapılan hazırlığı ortaya koymuştu. Ardından sadece üç bölük askerimizin koruduğu Trablusgarb'a akşam üzeri kolayca çıkarma yaptı. Çünkü Yemen isyanı çıkınca buradaki tümen oraya sevkedilmişti. Koca Libya’da sadece 5.200 Türk askeri kalmıştı.

İşgâl ülkede büyük bir infiâle yol açmış, Sadrâzâm Hakkı Paşa 30 Eylül’de istifa etmişti. Yerine Said Paşa atansa da bu işgâl karşısında kim neyi nasıl yapacağını bilmiyordu. Bu kritik ortamda Berlin'de Askerî Ataşe olarak görev yapan Kurmay Binbaşı Enver Bey (Paşa) vatan savunması refleksi ile derhal İstanbul'a gelerek duruma müdâhil olmuş, Türk Hâkânı ile görüşmüş, Ondan izin aldıktan sonra, yanına Fuat Bey’i (Bulca), amcası Halil Bey’i (Paşa), Ekrem Bey’i, kendi kardeşi Nuri Bey’i (Paşa) alarak gizlice Libya'ya İtalyanlarla savaşmak üzere cephe'ye koşmuştu.

Bir taraftan da sonradan Teşkilât-ı Mahsusa'nın başına geçireceği en güvendiği subaylardan Çerkes Kuşçubaşı Eşref'e haber saldı ve güvendiği subaylarla derhal yola çıkmasını istemişti. Kuşçubaşı Eşref haberi aldığında Hamidiye Alaylarından bir subayla Bitlis, Muş, Van arasında dolaşıyor yetkililerle bölgenin durumunu görüşüp rapor ediyordu. 

Hemen telgrafın başına geçti.. Ve Enver Bey’in Libya’ya saldıran İtalyanlara karşı cihad’a başladığı, hemen cepheye koşulması gerektiği duyurusu telgraf tellerinde süratle dolaşmaya başladı.

İlk haberi Edirne'de askeri okuldan beri arkadaşı olan Bağdat'taki Süleyman Askerî'ye ulaştırdı sonra diğerlerine.. Süleyman Askerî; subay arkadaşları Cemil, Tevfik ve Fehmi Bey'lerle birlikte medrese öğrencisi kılığında İskenderiye'ye ulaştığında Kuşçubaşı Eşref de Mustafa Kemal (Atatürk), İzmitli Mümtaz, Ömer Naci, Yakup Cemil, Sapancalı Hakkı, Nuri Conker, Çerkes Reşid (Çerkes Ethem'in kardeşi), Selanikli Nâzım, Beşiktaşlı Niyâzi ile 29 Ekim'de Mısır-İskenderiye'ye gelmişlerdi. 

Enver Bey’in süratle oluşturduğu yerel güçler ile çoktan İtalyanlara karşı savaşa başladığı haberini aldılar. Ayrıca Enver Bey’in vakit kaybetmeden kendisine intikal edilmesi gerektiği emri kendilerine tebliğ edildi. İskenderiye’den Libya’ya hareket ettiklerinde İngiliz devriyelerine yakalanmamak için Kuşçubaşı Eşref herkesi küçük gruplara ayırmıştı. Yolda, Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey (Paşa), hastalandığını yola devam edemeyeceğini söyleyerek küçük kâfilenin mutlaka Libya’ya ulaşması gerektiğini bildiriyordu. 

Kuşçubaşı onu yolda kaderine terkedemezdi. Geri döndü.. İskenderiye‘ye götürüp Rum doktor Çaçatis'e teslim etti. Gereğini yapmasını, aksi taktirde olabileceklere katlanması gerektiğini söylemeyi ihmal etmedi. (Şarapnelin sıçrattığı kireç taşıyla gözünden yaralanan Mustafa Kemal Bey’i (Paşa’yı) Libya savunması sonrasında Viyana’ya götürerek tedâvi ettiren yine Kuşçubaşı Eşref olacaktır.)

Mustafa Kemal, Enver Paşa'nın komutasında Derne'de görev almak için ancak 1 Aralık 1911'de yola çıkabildi. Savaş'ın başlamasından dokuz hafta sonra, Enver Paşa’nın karargâhının olduğu Sireneykaya'ya sızmayı başardığında, askerlerin “Midfa'i Enver” (Enver’in topu) dedikleri topların seslerini duymaya başladı.

Enver Paşa ise daha 19 Ekim'de Libya'ya varmış Derne'de ve diğer bölgelerdeki direnişi Senûsilerle teşkilatlandırmaya başarmıştı. Kısa sürede 20 bin kişilik yerel güce ulaşmış ve maddi ihtiyaçların karşılanması için kendi adına para (Enveriye) dâhi bastırmıştı.

Libya'yı; 60 bin asker, 48 sahra topu, 24 dağ topu ve muazzam donanması ile bir hafta içinde ele geçireceklerini zanneden İtalyanlar, Enver Bey’in şiddetli direnişini çözmek için asker sayısını iki katına çıkarmışlar, yetmemiş İngilizlerden yardım istemişlerdi.

 İngilizlerin, “Beyrut’u bombalarsan Libya’yı bırakırlar” tavsiyesine uyarak 1912 Nisan’ı başında Beyrut'u bombardımana tuttular. Ama Enver Paşa Libya’dan vazgeçmedi. Ardından İngilizlerin, Ege Adalarına çök Libya’yı mutlaka bırakacaklar tavsiyesi ile bu kez de, 389 yıl 4 ay 7 gündür elimizde olan ve birer bölük askerin jandarma görevi yaparak koruduğu Rodos ile oniki adayı 24 Nisan’da başlayıp 20 Mayıs 1912’ye kadar 26 günde işgâl ettiler. Enver Paşa Libya’yı yine bırakmadı.

İngilizler daha ileri giderek, “Boğazlara yüklen, Türkler İstanbul’u kurtarmak için Libya’dan mutlaka vazgeçeceklerdir” diye akıl vermesiyle İtalyanlar bir de Çanakkale'den geçmeye kalktılar. 1912'nin 18 Temmuz gecesi boğazı zorladılar ama geçemediler. Bu da bir işe yaramadı. Üstelik Enver Paşa, direnişin şiddetini olanca gücüyle artırmıştı.

Bunun üzerine İngilizler, İtalya’ya söz verdikleri Libya’yı, Enver Paşa’nın elinden alabilmek için şeytanca bir planla bu kez de Fransa ve Rusya İle iş tutarak Balkanlar’ı patlattılar.. Balkan Savaşı başlayınca nasıl olsa Kurmay Binbaşı Enver Bey ve arkadaşları Libya’yı bırakarak İstanbul’un hemen yanıbaşındaki cepheye koşacaklardı. Öyle de oldu.

Balkanlar’da bulunan Sırbistan, Karadağ, Romanya ve Bulgaristan’ı aralarında anlaştırarak Türkiye’ye saldırttılar. Sofya Elçisi iken Hariciye Nâzırı olan Âsım Bey, 15 Temmuz 1912'de Mecliste yaptığı konuşmada, "Balkanlar’dan imânım kadar eminim" diyerek savaş çıkma ihtimalinin olmadığını söylemesinden 85 gün sonra Karadağ Prensliği Türkiye'ye karşı savaş açtı. On gün sonra Bulgaristan ve Sırbistan’la, birkaç gün sonra da Yunanistan'la savaşa girmiştik bile. 

Arkalarında her zaman olduğu gibi, başta İngiltere olmak üzere Fransa ve Rusya vardı. Bu savaşın gelişinden haberdar olamayarak gaflet uykusundan uyanamayan hükümet; önce 13 Mart 1912’de Bulgaristan’ın-Sırbistan'la, daha sonra 29 Mayıs'ta yine Bulgaristan’ın-Yunanistan'la anlaşmaya varmasını, akabinde Karadağ'ın katılmasıyla daha da güçlenerek Türkiye'ye karşı savaş ve taksim planlarını da görememişti.

Hâlâ, “Savaşın neticesi ne olursa olsun sınırlar asla değişmeyecek” diyen Avrupa’ya güvenenler vardı ve bu yüzden Balkanlar bir anda elimizden çıktı. (Kısa süre sonra Bulgarlar Çatalca önlerine gelecektir.) İşlerin buraya kadar gelmesine; İstanbul'da bir türlü durulmayan sular, sık sık değişen hükümetler tâbii ki etkili olmuştur. Nihayet; İngilizlerin aklı ve Rusya ile Fransa’nın kışkırtmasıyla patlak veren Balkan savaşı İtalya ile anlaşmayı zorunlu kıldı ve yâni İngilizlerin dediği oldu.

1 yıl 17 gündür devam eden savaştan sonra masaya oturduk. 15-18 Ekim 1912 tarihlerinde İsviçre'de Leman Gölü kıyısında bulunan Lozan şehrinin kasabası konumundaki Ouchy'de (Uşi'de) bir araya gelen tarafların üzerinde vardıkları anlaşmayı Türkiye adına Fahreddin ve Mehmed Nâbi Bey'ler imzaladılar. Böylece Türk-İtalya savaşı kâğıt üzerinde sona ermiş oldu.

Buna göre; Turgut Paşa'nın Saint -Jean Şövalyelerinden fethederek topraklarımıza kattığı Trablusgarb ve Bingâzi 360 yıl 1 ay 11 gün sonra İtalya'ya bırakılacak, İtalya ise Rodos ve oniki adayı boşaltarak Türkiye’ye verecekti.. Yâni zâten bizim olan Libya ile yine bize ait olan Rodos ile 12 Ada'yı takas yapacaktık.. Uşi Anlaşmasının şartları yerine getirilmedi. Biz Libya'yı verdik ancak İtalya ne Rodos’u, ne de 12 Adayı bize iâde etmedi.

Adalar birinci ve ikinci dünya savaşları sırasında bile Yunanistan, İtalya, İngiltere, Almanya arasında gitti gitti geldi ama gerçek sahibi bizlere bir türlü gelmedi. Sadece Almanlar ikinci dünya savaşından sonra Ege'den çekilirken gelin adalarınızı alın dedi fakat muhatap bulamadı.

Uşi anlaşmasının diğer maddelerine göre; Türkiye padişahın tayin edeceği bir saltanat nâibi gönderecek, kadılar ise yine Şeyhülislâm’ın seçeceği kişilerden oluşacak fakat bunların maaşı İtalya tarafından ödenecekti. Vakıfların idâresi de Türklerde olacaktı. Ayrıca İtalya 90 bin Reşad altını vergiyi İstanbul’a gönderecekti.

Devlet olarak bizim adımıza savaş bitmişti. Fakat topraklarımızı cebren elimizden alan İtalya’ya bunu pahalıya ödeteceğine yemin eden bir Enver Paşa vardı… Ekim Ayında Libya topraklarını savunmak için bir avuç Türk Subayı ile geldiğinde Ayn el-Mansur’daki Karargâhında kendisini ziyaret eden Ömer Muhtar’ı Kuşçubaşı Eşref tarafından hızlıca gerilla eğitimine tâbi tutturarak yetiştirmişti.

Ayrıca Enver Paşa’nın bizzat öğrettiği şekliyle kuvvetlerini 100 ve 300 kişilik gruplara ayırarak etkili baskınlar yapan Ömer Muhtar’ı Libya’da direniş kuvvetlerinin başına bırakmıştı. Ona sonuna kadar destek vermeye karar verdi. Harbiye Nâzırı olduktan sonra da Birinci Dünya Savaşı’nın en şiddetli dönemlerinde dâhi Libya’yı aksatmadı. Hatta Libya savunması için kardeşi Nuri Paşa’yı tekrar Libya’yı gönderdi. Ömer Muhtar bu kez de Nuri Paşa ile buluşmak ve birlikte çalışmak üzere Butnan’a gitti.

Bu arada eğitilmek üzere Enver Paşa’nın bizzat seçerek İstanbul’a gönderdiği 365 kabiliyetli genç, subay olarak yetişmişti. Enver Paşa bu subayları doğrudan Ömer Muhtar’ın emrine gönderdi.

Yetmedi; Enver Paşa ardından Sultân V. Murad'ın torunu harp okulu mezunu Şehzâde Fuat Osman Paşa’yı Orgeneral rütbesiyle Libya Kuvvetleri Komutanı olarak atadı. Fuad Osman Paşa 1. Dünya Savaşı boyunca burada ciddi savaşlar verdi. Ömer Muhtar da Libya direnişi için Enver Paşa tarafından gönderilen Şehzâde Osman Fuad Paşa’yla 1919’a kadar çalıştı.

1919’da Şehzâde Osman Fuad Paşa, İstanbul işgâl altına alınınca Türkiye’ye dönmek için geldiği Tunus’ta Fransızlar tarafından gözaltına alınarak kalleşçe bir tutumla İtalyanlara teslim edilince, Ömer Muhtar elindeki bütün İtalyan esirler karşılığı Şehzâdemizi serbest bıraktırarak İstanbul’a dönmesini temin etti.

Hâlen “Şeyhü’ş-şühedâ olarak anılan Ömer Muhtar’ın torunları ile Libya’da ve pek çok cephede destanlar yazan efsâne Enver Paşa’nın torunları şimdi Libya’da yine birlikte destan yazdılar, yazmaya devam ediyorlar. O günkü direniş olmasaydı bugün Libya yoktu, bizden koparılmıştı. Mavi Vatan hiç olmayacaktı.

Zâten Ömer Muhtar’ın oğlu Muhammed Muhtar ile Enver Paşa’nın torunu Arzu Enver Eroğan 2012’de İstanbul’da bir araya gelmişler, hasret gidermişlerdi.

Devletimizin büyüklüğüne, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın dirayetine bir kez daha yâkinen şahit olduk. Uşi Anlaşması’nın üzerinden tam 113 yıl geçmesine rağmen, Turgut Paşa tarafından Saint-Jean şövalyeleri ve İspanyollardan fethettiğimiz Libya’mızı bırakmadık bırakmayacağız.. Dosta düşmana özellikle Avrupalı sömürgecilere duyurulur…


Halit Kanak / Yeni Akit Gazetesi

Yorumlar2

  • Semendire 1 hafta önce Şikayet Et
    Rodos ve 12 ada da alinmali.
    Cevapla
  • Vatandaş 1 hafta önce Şikayet Et
    Allah razı olsun
    Cevapla Toplam 3 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat