Siyasi liderlik, Erdoğan ve Arakan

  • GİRİŞ11.09.2017 09:22
  • GÜNCELLEME11.09.2017 09:22

Siyasette öne düşme, liderlik, diğer adıyla, “Devlet adamı” milletlerin kalkınma ve çöküşünki şartların oluşmasında önemli payı olan kimselerin meslek ve sanatıdır. Milletler için, son derece hayati bir konudur. Toplumlar, güçlü devlet adamı ve kadrolarına sahip oldukları zaman devlet olur, hızla diriliş ve yükseliş devirlerini yaşarlar. Arı Beyi, arı kovanından; devlet adamı, güçlü siyasi kadrodan doğar. Milletler, “Kaht-ı Rical” denilen devlet adamı yokluğuna uğradığı zamanlarda, ne kadar güçlü olursa olsun, çöküş devirleri başlar. “Derin Devlet” denilen, halksız, ışıksız bodrumlarda oluşturulan siyasetin emir kullarından devlet adamı çıkmadı, çıkmıyor. Ruhsuz, fikirsiz, inançsız, ahlaksız, sadece çıkarla güçlü toplum doğmuyor; dal altında da, dal; Siyonizm güdümünde devlet adamı olmuyor.   

Diriliş ve çöküş arasındaki değişmez ilişki, diriliş, yapmaktır. Yapmak zordur, zaman ve fedakârlık ister. Yıkmak kolay, gaflet ve hıyanet yeter. Bu zorluklara dikkat çeken Epikür,“Hayatta rahat yaşamak istersen siyasetle uğraşma. Fakat en büyük zevk, hakkını alamayanın, hakkını alıp teslim etmekle olur. Bu da ancak siyasetle mümkündür” der. Devlet adamının asıl zorluğu ise, ölümsüz ahlaki değerleri yaşamakta, çalışma arkadaşlarını seçmekte ve yönetim sanatını inanç ve bilgiyle uygulamaktaki maharetleridir.

Ulaşım ve iletişim imkânsızlıkları döneminde, kabilesine hizmet heyecanı, ahlak, bilgi ve ehliyete sahip olmak bulunabilen tek imkân iken, globalleşen dünyada, daha net bir çizgiyle, İslam’ın nazil olmasından itibaren, hak-batıl, insani sorumluluk ve fikir, siyasi sorumlulukta güçlü ve istikrarlı yerini almıştır. İslam adaleti, Mekke ve Kudüs’te olduğu gibi, ülke sınırlarının kansız dahi genişlemesine yol açabilmiştir. Bu fikri temel, 15 asırdır, medeniyetler kurmuş, istikrarlı cihan imparatorlukları doğurmuştur.

Maalesef çağımız siyasetinde, istisnalar hariç, manzara, devlet adamlığını, günlük çıkar batağında kaybolma tehlikesine maruz bırakmaktadır. Gece karanlığının, gün ışığının değerini anlattığı gibi Sayın Erdoğan gibi halkın sevgisini kazanan gerçek devlet adamları da, sandalyede oturup da düşmanlık doğurmaktan başka iş bilmeyen makam sahiplerinin hasediyle, kiniyle karşılanmaktadır. Menderes de, Erbakan da, Özal da böyleydi. 

Bir-iki politikacıya bakalım, bunlara nasıl devlet adamı denir? Tanımadığı, bilmediği adama peşin düşmanlık insana yakışmaz. Toptan bir millete düşmanlık kimseye yakışmaz. İnsanlığa hizmet için meydanlara çıktığını iddia eden devlet adamı, bir millete, hem de gerçekleri çarpıtarak düşmanlık edebilir mi? Üstelik yalan söyleyerek düşmanlık ediyor, on binlerce insanı öldürüp, organ nakli ticaretine zemin hazırlıyorlar. Bunlar devlet adamı mı? ABD Başkanı Bush Irak’a savaş açıyor. Sonra dönüp, “Savaş nedeni yaptığımız silahlar, Irak’ta yokmuş” diyor. Yani o kadar insanı boşa öldürmüş, Ortadoğu’yu sebepsiz yere yakıp yıkmış. Hülagu han mısın kâfir?

Şimdi ABD Başkanı Trump’akısaca bakalım. Onun için başlı başına bir yazı dahi yetmezama, koca Amerika, Suriye’de PYD denen bir terör örgütüyle, stratejik ortak oldu. İnanamıyorsunuz değil mi? İnanacaksınız! Çünkü zaman, hakikati eskitemez. Tarihler yazacak. Hem de niçin ortak oluyor? Ben şimdi tarihe not düşüyorum. Çünkü tarih bunları yazmaya mecbur. Kim utanırsa utansın tarih çekinmeden yazacak! Eskiden beri stratejik ortağı olan Türkiye’nin nefes borusunu kesebilmek için. Bak başkan, sana göre biz, “Silahsız sayılırız” diye Müslümanları küçük görüyorsun ama bu öyle bir yanlış ki, devlet adamı için büyük ayıplardan biridir. Biraz saded dışı da olsa kısaca arzedeyim: 

Allah’ın lütfuyla bizi yenemezsin. Biz çokluğumuza güvenmiyoruz. İman ve ahlakımıza dayanıyoruz. Ama hesaptan anlayan çok olduğu için hesap yapalım:

En büyük değer ve güç, “Ekmel-i ve eşrefi mahluk” olan insandır. 

Biz 80 milyonuz. Hiçbir terör örgütüyle kıyaslanamayız. 

Sadece 80 milyon değil, münafıklar ilk günden beri bir gerçek. Onları da çık asgari 1,5 milyar Müslümanız. 

Her gün, Amerika’dan Çin’e kadar binlerce insan Müslüman oluyor. 

Bunlardan da ibaret değiliz. Bizim şehitlerimiz ölmez, onlar mevcudu katlar.

En mühimi ve asıl gücümüz de, Hakk’tan, doğruluktan ayrılmadığımız, çıkarcılığa sapmadığımız sürece, “Allah bizimle” diyoruz.

Yol yakınken Batı da, komünist dünya da İslam düşmanlığından vazgeçmelidir. Müslüman’ın kimseye kötülük düşündüğü yok. Müslüman zillet imtihanını verdi. Diriliş Türkiye’den başladı. “Tam toparlanmadan kafasını ezelim” hesabı devlet adamının yapacağı hesap değildir. 

AB’den Merkel, Martin Schulz’un İslam düşmanlığıyla Türkiye’ye saldırısını ele alırsak, sıraya girecek çok kimse çıkar. 

Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın yaptığı, “Düşmanlığa oy vermeyin!” çağrısı, doğru ve yerinde yapılmış bir çağrıdır. Dostluğa çağrı, her devirde, her yerde, her şartta doğrudur. Sayın Erdoğan, devlet başkanı olarak, diplomatik nezaket dolayısıyla, Türklerle sınırlı gibi hitap etmiştir. “Sınırlı olmamalıydı?” da denemez. Diplomat diplomatik ifade kullanır. Doğruya, iyiye, güzele yapılan çağrı, özele hitap gibi olsa da, genelin istifadesine açıktır. Netekim, halk tekerlememiz, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!” der. 

Almanya’da, düşmanlıktan hayır gelmeyeceğini düşünen, bilen çok Alman vardır. Türkiye dostu olan, dostça bakan Almanlarla dostluk, tarihte birçok ülkeden daha fazla olmuştur. Türkiye dostu, dostça bakan, düşmanlık beslemeyen çok Alman vardır. Bir kere Müslüman olan Almanlar vardır. Bunlar hiçbir zaman yok sayılarak konuşulamaz. Bu bakımdan Almanya’nın genelinde seçime gidilmeli, “Düşmanlığa değil; dostluğa rey verin” ikazı her yerde yapılmalıdır. Bu seçimle sınırlı basit bir iş değil; insanlık görevidir. Düşman üretmek değil, dost kazanmak gayretidir. Allah bereketini verir.

Hamd Allah’a! 

Yeniakit

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat