Hâlâ mağlubuz!
- GİRİŞ25.12.2014 09:37
- GÜNCELLEME26.12.2014 08:44
Keskin bir ayrılık ve hasretten kaynaklanan derin bir sızıdır.
Sanki Osmanlı'nın hayaleti gelir dikilir insanın karşısına. Hesap sorar, türkü yakar, boynunu büker.
Öyle ki, hayalet olduğuna inanamazsın, o kadar canlıdır.
Dün dikkatimi çekti...
Başbakan'la Üsküp gezisine katılan arkadaşlar da benzer duygulardan söz ediyorlar.
Aynı şey uzun bir süre Halep, Musul, Kerkük için; hatta Beyrut için de geçerliydi. Bir Refik Halid Karay romanını okumak bile bu söylediğimi anlayıp hissetmeye yeter.
Çünkü geride bıraktığımız dünya, Beyrut'un semtlerinden tıpkı İstanbul'da Vefa semtinden konuşur gibi konu açtığımız bir coğrafyadır.
Peki bu muazzam kaybı nasıl kabullendik ve içimize sindirdik?
Bize hep Osmanlı'nın tarih sahnesinden silinişinin kaçınılmazlığını anlatıp ezberlettiler.
Oysa madalyonun bir de öteki yüzü vardı.
Mağlup olan galip de gelir.
Önemli olan kazanınca ne yaptığımızdır.
Gerçek şu ki, Balkanlar'ı, Musul'u, Kerkük'ü, Batum'u ve çok daha geniş bir coğrafyayı "kazanarak" kaybettik!
O topraklar neden hâlâ içimizde sızı?
Çünkü Yunan ordusuna karşı kazandık ama diğerlerine karşı kazanmayı hiç denemedik bile.
Masada kaybettiklerimizi ise yine masada geri almayı beceremedik. Kars ve Ardahan'ı alırken Batum'u bıraktık.
Dahası, Batı Trakya da bile plebisit talep ettik.
Şu günlerde haklarında çok dertlendiğimiz Musul ve Kerkük konusunu ise hiç açmayayım, çok üzülürüz.
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol