Derin Yara...
- GİRİŞ04.12.2009 11:00
- GÜNCELLEME04.12.2009 11:00
Şanlıurfa’nın Ulucanlar köyünün bir mezrasında yaşıyordu...
Bugün üç yaşında olan Y.Ç. bir yıl kadar önce hastanede verilen kan nedeniyle AIDS kapmıştı.
Yanık nedeniyle kaldırıldığı hastanede HIV’li kan verilen çocuk ve ailesi, köylüler tarafından dışlandı.
Çocuğun AIDS kaptığı ortaya çıkınca Sağlık Bakanlığı’nın buyruğuyla Ankara Hacettepe Hastanesi’nde tedavi altına alındı.
Çocuklarını üç ayda bir Ankara’ya götürüyor Y.Ç’nin anne ve babası.
Sağlık Bakanlığı salt yol parasını veriyor...
Ankara’da kaldıkları sürece ne yiyecekler, ne içecekler, nerede kalacaklar?
Y.Ç’nin hastalanmasının ardından baba M.Ç. bir sağlık ocağında geçici temizlik işçisi olarak çalışmaya başladı.
Yedi çocuk babası olan M.Ç. hastalığın tedavisinin olanaksız olduğunu söylüyor...
Diyor ki:
“Asgari ücretle çalışıyorum. Ekip biçebileceğim bir tarlam yok. Çocuğumun giderlerini karşılayamıyorum. Nüfus kalabalık. Kurban Bayramı’nda çocukların üstüne başına bir şey alamadım. Evimizde doğru dürüst yemek pişmiyor.”
Baba çaresiz ve umutsuz!
Yüreğinde derin bir yara...
Geçmişin ve geleceğin zifiri karanlığı içinde şaşkın.
Kurban Bayramı’nda kapısını hiçbir komşusu çalmıyor, evlerinin bulunduğu yere kimseler gelmiyor.
M.Ç’nin yüreğindeki o derin yara gün gün büyüyor!
Umutları yitiyor, sesinin yankısını devlet duymuyor!
1 Aralık Dünya AIDS Günü’nde bile hiçbir kuruluş kapılarını çalıp, “Bir şeye gereksiniminiz var mı?” diye sormuyor.
Gecenin suskunluğu, sabahın ayazı, onların yaşam tutkularını söndürüyor.
***
Şanlıurfa’nın Ulucanlar köyünde bir mezra...
Yedi çocuklu bir aile...
Üç yaşındaki çocuk AIDS’li...
Haberin başlığı şöyle:
“Köyde tek başına!”
Haberi okuyunca Iraklı şair Nazik el Melaike’nin “Derin Yara” şiiri geliyor aklıma:
“Sessizce ayaklanır kalbimde başlangıcı yaranın/derin, yuvasında söner benimle ayın altında/vurur uyarır, ayaklarını duyar ay.
Ve çıldırır siyah bulutlar ufkun genişliğinde/sarılır kışlık elbisesine kefenine sarılır.
Biz çekeriz derin yara, şikâyet ederiz derinliğinden/sabır benimle delirir gibi boğazlanmış ve titrek/benimle delirir gibi düğümlenen inat ve titrek.”
Baba M.Ç. kıvranıyor...
Köyde tek başına kalmış bir aile...
M.Ç. anlatıyor:
“Geçen yıldan beri komşularımız çocuklarına da hastalığın bulaşabileceğini söylediler.
Bunun için de mezradan taşınmamızı istediler.
Nereye gidecektim?
Para yok pul yok!
Evden taşınıp, birkaç yüz metre ötede bulunan babamın evine taşındık...
Tarlanın içinde, iki odalı, toprak damlı bir ev kaldığımız yer.
Oğlum Y.Ç. yalnızlıktan şikâyetçi. Çünkü arkadaşı yok. Kardeşleriyle, annesiyle oyalanıyor. Ne oğluma yanaşıyor köylüler ne de bize...”
Babanın yüreğindeki yara büyüyor...
Bir yıl önce içinde sıcak su bulunan çaydanlık bedenini yakıyor Y.Ç’nin ve dram o zaman başlıyor.
Hastanede tedavi görürken verilen kanla HIV kapıyor ve AIDS hastalığına yakalanıyor Y.Ç...
Üç ayda bir Ankara...
Bir yanda üç yaşındaki Y.Ç’nin hastalığı, öte yanda yalnızlık...
Yoksulluk, umutsuzluk!
Derin ve daha derin sihirli bir yara...
Tıpkı ufukta ince bir bulut kimsesiz gölge gibi...
***
Üç yaşında bir çocuk, yedi kardeş, asgari ücretle geçici temizlik işçisi olarak çalışan bir baba...
Bir mezrada, yalnızlığın orta yerinde yaşama sarılmaya çalışıyorlar.
Bırakın kapılarının çalınmasını, çevresindeki komşuları tarafından dışlanmışlar.
Küçük Y.Ç. Ankara’ya gidecek üç ayda bir...
Yol parası devletten, diğer giderler babanın cebinden!
Cepte ise para pul yok!
Derin bir yara bu, Nazik el Melaike’nin şiirinde olduğu gibi... Sahranın derin hayatında, kumun alevi üzerinde...
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet
hikmet.cetinkaya@cumhuriyet.com.tr
Yorumlar3