Biber Gazı...
- GİRİŞ19.12.2009 10:33
- GÜNCELLEME19.12.2009 10:33
Sanki bir hiçlik var gizlenen. Ağzı açılmamış tepelerde yokluk. Kül rengi çember içinde bir ruh.
Ankara’da eylem yapan TEKEL işçileri. Biber gazı, cop...
Arkadaşları tarafından götürülen 50 yaşlarında ak saçlı bir işçi... Biberlenen CHP ve MHP milletvekilleri. Çetin Soysal’ın başına gelenler...
Sendikalı demiryolu işçileri de trenleri durdurdu...
25 Kasım’daki iş bırakma eyleminin ardından 16 işçi açığa alınmıştı.
10 bin demiryolu çalışanı katıldı son eylemlere.
Hava soğuk ve yağmur yağıyor.
Alın yazısının sessizliği içinde olduğuna inanan toplum, Güneydoğu’daki sokak çatışmaları, ölümler...
Çıplak kayalar, yoksulluk, çığlık...
Muş’ta vurulan iki can...
Öldürülen babasının ardından hıçkırıklara boğulan kız çocuğu... Yakılan işyerleri, bankalar...
İstanbul Bahçelievler’deki yangında dört çocuğunu alevler içinden çıkaran, Merve’sini yitiren anne Hanifi Batı’nın çığlığı:
“Aslında biz birlikte uyur ve çok mutlu olurduk!”
Anne Hanifi Batı, yangından kurtardığı Ümit, Berivan, Esra ve Recep’le birlikte...
***
Bir yıl önce Hakkâri’den İstanbul’a göç eden yoksul bir aile.
4-12 arasında değişen beş çocuğundan biri ölmüş...
Anne yaslı, anne üzgün!
Yüz yüze geldiğimiz küçük ölümler her gün karşımıza çıkıyor.
Tüm sözlerin ötesinde, vadilerden akan dereler gibi umudun yok olduğu mevsimler gelip geçiyor.
Bir yılgınlık, bir hüzün, bir acı!
Hepsi iç içe girmiş!
Umutla umutsuzluk içinde, tedirgin yüzler, korku dolu bakışlar.
Cılız ağaçlara benzeyen çocuklar, çocuklarımız...
Ankara’da yerde yatan ak saçlı TEKEL işçisi.
Muş’ta babasını yitiren o kız çocuğunun sözleri:
“Hastaydım, babam eczaneye ilaç almaya gitmişti...”
Böyle havalarda denizi gösterir aç martı çığlıkları...
Çığlıklarla örtülmüştü her yer.
Acıların kördüğüm olduğu çıplak kayalıklarda, uçurum kenarlarında rüzgârın sert dişleri arasındaydık sanki.
Sanki ölümlere alışmış, ölümlerle çoğalıyor gibiydik!
Dört çocuğunu kurtaran, Merve’sini yangın yerinde bırakan, o acıyı içinde duyan anne, baba, kardeş gibiydik...
Buralara nasıl gelmiştik?
Muş’ta babasını yitiren küçük kız... Olaylardan sonra elleri ceplerinde dolaşan insanlar.
Neden böyle olmuştuk? Niçin kırdırmışlardı bizi bize?
Olup bitenlerin ayrımında mıydık?
Güneydoğu’da sokak çatışmaları, giderek yoksullaşan toplum, sendikal yaşama vurulan darbe!
***
Sorun demokrasi ve özgürlük sorunu değil miydi?
Son bir ay içinde DTP, Genç-Sen, Emekli-Sen ve Çiftçi-Sen kapatılmıştı...
KESK Genel Başkanı Sami Evren yaptığı açıklamada, Türkiye’nin sivil faşizme doğru hızla gittiğini söylüyordu.
Demokratik açılımı ağızlardan düşürmeyen AKP iktidarı, şimdilerde ne diyordu:
“Terör bitmeden demokrasi ve özgürlükler genişletilemez!”
Oysa terörün panzehiri demokrasidir!
Terörle savaşım verilirken 12 Eylül’ün getirdiği Partiler ve Seçim Yasası değiştirilemez miydi?
Bir ara gözlerimi yumdum, çekilen acıları, umutsuzlukları düşündüm...
Bahçelievler’de cayır cayır yanan küçük Merve, Hakkâri’den İstanbul’a göç eden aile.
TEKEL işçileri, Reşadiye’de 7 fidanımızın alçakça PKK tarafından şehit edilmesi...
Muş’ta gönüllü köy korucusunun ruhsatlı silahıyla iki kişiyi öldürmesi, demiryolu işçilerinin eylemi...
***
Hava soğuk, yağmur dinmedi...
Ankara’ya Türkiye’nin dört bir yanından gelen TEKEL işçileri... Hükümetin duyarsızlığı... Polis copu, biber gazı...
Benim ülkemde Türk-Kürt çatışmasını tetikleyen olaylar 30 yıldır hiç böyle olmamıştı.
Hem Türk hem de Kürtlerin yaşanan olaylardan kaygı duyduklarına tanık oluyorum.
Daha önce PKK’nin İstanbul’da, İzmir’de, Adana’da bu tür olaylarını görmemiştik.
İşte insanlarımız bu yüzden tedirgin ve umutsuz!
Emperyal güçler, Türkiye’de yaşananları ellerini ovuşturarak izliyorlar...
Sağduyulu olmak zorundayız...
Hikmet çetinkaya - Cumhuriyet
hikmet.cetinkaya@cumhuriyet.com.tr
Yorumlar1