Gecenin İçinde Bir Çığlık...

  • GİRİŞ01.04.2011 09:27
  • GÜNCELLEME01.04.2011 09:27

İlkyazı kucaklayan bir gecenin içindeyim...

Bir kıyıda bahçenin çiçeklenmiş ağaçları, reçineli bir toprağı uyandırıyordu.

Bir çift göz, ince bir çizgiye benzeyen dudaklar, umutla umutsuzluğun tam orta yerinde duruyor gibiydi...

Başımı pencerenin camına dayayıp, ölgün sarı ışıkları, yağmuru seyrettim bir süre...

Ayazın dudakları kanattığı o soğuk kış günlerini düşündüm, ülkemin kayıp çocuklarını...

Kayseri’deki kayıp çocuklardan üçünün kemikleri Yozgat’ta bulunmuştu...

Televizyon ekranlarında aylardır çocuklarının yaşadığını sanan analar, babalar ve tüm kent gözyaşı dökerken, hayatın sayfalarını karıştırıyordum ben.

İçim yanıyordu...

Yüreğimde bir sızı vardı...

Umut nerede başlar, nerede biterdi? Umutsuzluğun sınırı neydi?

Oturup düşündüm daha sonra...

Ailelerin derin çığlıklarını duyar gibi oluyordum... Sonra kimsesizler mezarlığını görüyordum televizyon ekranlarında...

Kendi çocuklarının yaşamının ne olacağını düşünen anneleri, babaları, kimsesiz çocukları düşündüm...

Sokak çocuklarını...

Evlerini terk edip büyük kentlere kaçan o çocukları!

***

Kayseri’de bir cani tarafından önce tecavüz edilen, sonra boğularak öldürülen üç kayıp çocuk için polis yoğun bir çalışma yaptı aylar süren.

Çocukların kemiklerini buldu, caniyi yakaladı....

Peki öteki kayıp çocuklarımız ne olacak?

Onların acılı aileleri...

Cumhurbaşkanı, Başbakan devreye girdi, özel ekipler kuruldu...

Bunların hepsi iyi, güzel!

Benim ülkemde insanlar, çocuklar, gençler öldürülüyor, benim ülkemde yargısız infazlar yapılıyor...

Yaşama hakkı denilen bir şey var... Eşit yurttaşlık diye bir şey var...

Çocuklar var, gençler, insanlar.

Bunlar kayıp...

Sayıları binlerce...

Sokaklarda yaşayan binlerce çocuk var!

Vahşetin kol gezdiği bir ülkede yarınlarımızın geleceği çocuklarımıza, gençlerimize sahip çıkmamız gerekmiyor mu?

Kuşkularımızın giderek arttığı, duygularımızın kabardığı, içimizin acıdığı bu çocuklar ve insanlar...

Kimsesizler mezarlığı.

Yaşamın sınırında, ölümün kıyısında nasıl yaşanır?

Analar, babalar evlerini terk eden, kaçırılan çocuklarını arıyor, gençlerini arıyor...

Yüreklerde sönmeyen bir acı ateş...

Yanıyor! Yanıyor! Yanıyor!..

***

Son 20 yıldır kayıp çocuklar... Hakkâri’de çöplükte ekmek toplarken buldukları bombanın patlamasıyla ölen çocuklar... Kandırılıp dağa çıkarılan, kaçırılıp PKK’ye teslim edilen, ellerine silah verilen, terör batağına sürüklenen çocuklar.

Babalarıyla birlikte öldürülen çocuklar...

Çobanlık yaparken terörist sanılıp öldürülen çocuklar.

Adına töre denilen o vahşet.. ağabeyleri, kardeşleri, amcaoğulları tarafından öldürülen kız çocukları.

Tecavüze, tacize uğrayan kızlarımız, çocuklarımız, canımız, ciğerimiz.

Yüzlerce değil binlerce kayıp çocuk...

Gözü yaşlı, acılı aileler onları arıyor... Kimilerini kimsesizler mezarlığında buluyor.

Yaşamın şafağında, gecenin karanlığında, gözlerin siyahında ölüm ülkesinde yağmur yağarken başımı cama dayamış dışarıyı seyrediyorum.

Koltuğun üzerine oturuyorum, sol gözüm kapalı... Hastaneden gelmişim ve yorgunum...

Koltukta uyuyup kalıyorum...

***

Pırıl pırıl aydınlık bir günün sabahında, dünyada ve Türkiye’de olup bitenleri bir kenara bırakıp çocukları, çocuklarımızı düşünüyorum.

Yaralı şaşkın yapraklar gibiyim.

Beyaz camların kanla lekelenmediği bir yaşam istiyorum!..

Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet
hikmet.cetinkaya@cumhuriyet.com.tr 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat