28 Şubat bitmedi, kalbimizde yaşıyor!
- GİRİŞ28.02.2011 07:25
- GÜNCELLEME28.02.2011 07:25
Bu gün 28 Şubat. O karanlık ve meşum günlerin üzerinden tam 14 yıl geçmiş.
14 yıllık süreci dikkatli okuyanlar bu senaryonun nasıl kaleme alındığını da fark etmekte zorlanmayacaklardır.
Ülke üzerinde gösterime hazır hale getirilen filmin hiçbir ayrıntısı es geçilmemiş.
Seyircisi bile önceden belli.
Her şey Refah-Yol hükümetinin alaşağı edilmesine yönelik mizansenler üzerine tesis edilmiş.
İrtica paranoyası, vatan elden gidiyor vartası ve dekoru tamamlayan bir sürü umacılar.
12 Eylül’de uygulamaya konulan memleketin seküler mehdi beklentisine uygun hale getirme harekâtı bir kez daha denenmek isteniyor.
Fakat bu kez tanklar sadece Sincan caddelerinde asfaltı kemirerek geçiyor.
Parlamentoya rağmen her şey o kadar normal ki ‘paşam, sabah sabah bu tanklar da nereye böyle? diye soranlar için külahınıza uyarlı cevap bile hazır: “Balans ayarı yaptık”
O saatte uykuda olan ya da yeterince uykusunu alamamış kimi gazetelerin anlı şanlı üst düzey yöneticilerinin yoğun isteği üzerine balans ayarı aynı gün saat 16.00 sularında bir kez daha tekrarlanır.
Yollar tankların balans ayarlarıyla aşınacak değildi ya, eğer ikinci kez aynı caddeden tanklarla niye geçiş yapıldığını soran olursa ona da verilecek cevap da hazırdı: “Tankları bakıma götürüyoruz”
Nasıl 12 Eylül kılıfa uygun minareler ihdas etme harekâtı ise 28 Şubat da çalınan minareye kılıf uydurma operasyonudur.
Evren Paşa başörtüsü başta olmak üzere önemli dini meseleleri kendi zihinsel şablonuna uygun yorumlayıp açıklamaya çalıştı.
Aslında Kenan Evren’in zihinsel şablonu bir tür halkın yaklaşık anlama seviyesinin göstergesiydi.
O dönem verdiği fetvalara bakılırsa halkın seviyesine inmenin ne menem bir şey olduğu da kolaylıkla anlaşılır.
Laik bir devlette ne fetvası demeyin; 12 Eylül dini mefhumları fehvasınca değil Evren Paşa’nın fetvasınca yorumlamaya çalışan bir sürece tanıklık etmişti.
Manisa’nın Turgutlu ilçesinde bir çiftlik ziyareti sırasında gazetecilerin türbanla ilgili sorusu üzerine Kenan Evren’in söyledikleri kılıfa nasıl bir minare arandığını göstermekteydi. Konuşmasına türban takmamanın günah olmadığını söyleyerek başlayan Evren’in bu konudaki yorumu halkın seviyesine inmek açısından evlere şenlikti: "Bu sıralar türbanla yatıp, türbanla kalkıyoruz. Bu çok saçma. Allah kadınların saçının görünmesini istemeseydi, kadınları kel yaratırdı.”
12 Eylül şayet elindeki kılıflara uygun minareler bulmuş olsaydı 28 Şubat’ın gerekçeleri de ortadan kalkar “davul tozu minare gölgesi” kabilinden isteklere sosyolojik kulplar bulunarak “post modern darbe”lere tevessül edilmezdi.
Ne Sincan’da düzenlenen ‘Kudüs Gecesi’ ne başbakanlıkta cemaat liderlerine verilen iftar yemeği ne de Aczimdendi cemaati çerçevesinde gelişen olay ve görüntüler 28 Şubat post modern darbesinin inandırıcı ve haklı gerekçesidir.
Bu olaylar sadece kafaya konulan harekâtı halka rağmen uygulayabilmenin psikolojik ve kurgusal bahaneleridir.
Post modern darbeciler gördükleri korkulu rüyanın sahiciliğine halkı inandırmak için akla hayale gelmedik yollara başvurmuşlardır.
2011 itibariyle bu oyunu kimin yazdığı, kimlerin bu oyunda oynayıp rol aldığı ya da böyle bir oyunla neyin amaçlandığı herkes tarafından ayrıntısıyla biliniyor.
İmam Hatip Liseleri, Kuran Kursları, din eğitimi, başörtüsü üzerinde sokağa yansıyan psikolojik ve fiili baskılar olanca hızıyla devam ederken zamanın Genel Kurmay Başkanı’nın çıkıp “28 Şubat bin yıl sürecek” demesi halk üzerinde nasıl bir toplum mühendisliği uygulandığının açık göstergesiydi.
Maksat ‘bu baskı ve sıkıntılar ne zaman bitecek’ diye ümit arayışına giren halkın yılgınlık ve kötümserliğini artırarak pes etmesini sağlamaktı.
Bunun yılgın insan psikolojisine dönük açılımı : “bana dokunmayan 28 Şubat bin yıl yaşasın” noktasına gelmektir.
Nitekim o süreçte kimi cemaatler 28 Şubat’a bu dolaylı desteği vermekten çekinmediler.
Belki bugün 12 Eylül’lerin ve 28 Şubat’ların hareket kabiliyetleri sınırlandırılıp millete rağmen darbeye teşebbüs edenler sigaya çekilse de 28 Şubat’ın doğurduğu atmosfer hâlâ etkisini sürdürmektedir.
Artık 28 Şubat’ın çalıntı da olsa bir minaresi vardır.
Bütün mesele bu minareye kılıf olmayı kabul edip etmemekte yatıyor.
Şubat soğuğunu iliklerine kadar hissedip bu sürecin terbiye ve tedrisinden geçenlerin birçoğu şimdilerde hayatın değişik köşelerine savrulmuş durumda.
Ne iddialarının izini sürüyorlar ne de aynı iddia üzere bir araya geldikleri arkadaşlarına sahip çıkıyorlar.
Değişen sadece oturdukları semtler, takıldıkları ortamlar değil; kullandıkları kelimeler ve sevinip üzüldükleri şeyler de 14 yıl öncesinden çok farklı.
Biçilen bin yıllık ömür yoksa bu aymazlık ve iflah olmazlığın bin yıllık uykusu mu?
Sebepleri bakımından bir şey diyemem; ama sonuçları itibariyle 28 Şubat’ın bitip bitmediğinden hâlâ emin değilim.
Hüseyin Akın - Haber 7
akinakinhuseyin@hotmail.com
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol