Kendine 'ey' diyebilmek!
- GİRİŞ31.07.2011 08:42
- GÜNCELLEME31.07.2011 08:42
Görünürler dünyasında ne varsa hepsinin ortak adına eşya (şeyler)diyoruz. Görüntüye konu olan şeyler adlarından soyunmuş halleriyle nesne yani ‘ne ise ne’dirler. İnsana ve insanın duyusal yaşam alanına giren şeylere isim verdiğimizde ona bir elbise yakıştırmış gibi oluruz. İsimler artık temsil ettikleri kişinin bile önüne geçerler. Şayet isimler olmasaydı cisimler nasıl sınıflandırılıp tefrik edilecek ve nasıl çağrılıcaktı?
Bu mevzu üzerinde ne kadar düşünürseniz o kadar derine dalar ve asıl konudan hızla uzaklaşırsınız En güzeli yine de ismi ile müsemma olmak, ismini kendine yakıştırmaktır. İslam geleneğine göre kulağına ezan okumak suretiyle doğan insana ad konulur. Diğer varlıklar ise adlarını Allah’ın kelam sıfatının tecellisi olan kelimelerden alırlar.
Varlıkları bilinçlilik durumuna göre tasnif edebileceğimiz gibi isimlendirme durumlarına göre de sınıflandırabiliriz. Buna göre valıklar, ‘çağrılabilen’ ve ‘çağrılamayan’ olmak üzere ikiye ayrılır. Çağrılabilen ve çağrıya yanıt verebilen tek varlık insandır. İnsanın dışında canlı-cansız diğer varlıklar ise çağrılamayan kümesine dahildirler.
Söz gelimi hayvanlar giysileri gibi isimlerini de doğar doğmaz hazır bulmuşlardır. Bir köpeği giydirmeye kalkmak davranış olarak ona ‘köpek’ isminin yanında başka isim vermekle aynı hizada durur. Fakat insan elbisesiz çıplak, isimsiz kayıptır. İsmini ve elbisesini kaybeden şuursuz bir iklime girmiş demektir. Zira elbise de isim de Allah tarafından indirilmiştir. Bu anlamda bütün insanlara aynı ismi vermekle hiç bir insana isim vermemek aynı kapıya çıkar.
Cennetet yasak ağaçtan yiyen insan önce dilsizliğini sonra elbisesizliğini fark etmiştir. Açıkta tuttuğu yerlerini örtmesi gerektiğini bir bir acziyet ve yadırgama duygusuyla beraber anlamıştır. Memnu meyvadan yemek insanın başına gelen en sıradışı olaydır ve bu sebepten anlatılmaya ve anlaşılmaya muhtaçtır. Çünkü Âdem’in başına gelen bu olay ortalığa saçılmtır, bir an önce toparlanması ve bir anlam çerçevesinde tanımlanması gereklidir. Bunun için de kelimelere ihtiyaç vardır. Kelimeler iltibas vazifesi gördüğünden olmalıdır ki vakanın mahremiyetini korur.
Diğer taraftan insan günah işlemekle beraber gizlenilmesi gereken yerleri olduğunu farketmiştir. Bu farketme duygusu aynı zamanda setretme ihtiyacı ile birlikte gelen bir duygudur. Eşya ve nesneler insanın anlam dünyasına hizmet etmek için dünyadaki ilk oluşları itibariyle isimlendirilmişlerdir. Canlı-cansız varlıkların konumlanışı aynı zamanda insanın bilgi ile temasının da bir yoludur. Suje ile obje arasındaki ilişiki böyle bir adlandırma ve anlamlandırmanın bir sonucudur.
İnsanın insana doğar doğmaz koyduğu adlar kendisi için değil aynı yaşam alanını paylaşacağı muhataplarına iletişim imkanı tanımak içindir. Kimse kendi adının asli kullanıcısı değildir. Herkes bir başkasını çağırır. Kendine seslenen adı ile değil adından soyunarak yalın kişiliği ile seslenir. Tefekkür eden kişi aynı zamanda adından soyunarak girdiği kendi dehlizlerinde kendine “ey!” diye seslenen kişidir. Kendine “ey!” diyebilmek adını unutacak seviyeye irtifa etmek yani bir bakıma adında kaybolmaktır.
Dünya denilen kondunun penceresinden her sessizlik anında bize “ey!” diye seslenen o ses hakikat habercisi olarak içimizde bir yerde saklı duran anlamın yankısıdır. Eğer biri size sizin kişisel uzaklığınızdan isminizi anarak sesleniyorsa biliniz ki sıkışıp kaldığınız dünyada uyku basmasın diye sizi uyanadırmaya çalışıyordur. En etkili uyandırma insanı ismi ile çağırarak uyandırmadır.
Ne diyordu şair:
Kapılar kalmasın kilitli
Kulaklar kalmasın sağır
Dilinde adım güzedi ey çocuk
Beni bir daha çağır!”
(Hüseyin Akın - Haber 7)
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol