Birileri Arapça'dan niye korkuyor?

  • GİRİŞ19.12.2011 09:29
  • GÜNCELLEME19.12.2011 09:29

İlkokula giderken din ve ahlak dersimize giren ateist müdürümüz hep söze dille başlar sonra dinle bitirirdi. Dilden maksat kargacık burgacık dediği Arapça idi. O sıralar mahalle camisinde elif cüzü okuyordum. Ne zaman eğri büğrü harfler diye Arapçadan söz açsa kendimi suçüstü yakalanmış gibi hissederdim.

Latin harflerini yere göğe sığdıramayan öğretmenin Arap harfleriyle bu denli ne alıp veremediği olabilirdi, bunun cevabını bir türlü bulamazdım. Kuran harflerini okuyamadığı için falakaya yatırılan çocuğun hikâyesini onun ağzından kaç kere dinlediğimi hatırlamıyorum. Din derslerimizin sonu hep o klasik “demek ki neymiş” sonuç repliği ile biter, dinin toplumu ve bireyi ne deni geriye götürdüğü kapanış cümlesiyle sona ererdi. Sonradan anladım ki bu adamlar o dönemin özel yetkiyle donatılmış kendi kendilerine bile etki etmekten uzak pozitivist misyonerleriydi.

 Kıt bilgileri ilk bakışta daha söze başlar başlamaz kelime dağarcıklarından ses tonlarına kadar sırıtıyordu. Bu söylemleriyle ancak çocukları kandırabilirlerdi. Fakat bu tarz propagandalar benim gibi derslerinde başarısız, müfredatla uyumsuz çocuklar üzerinde hiçbir tesir oluşturamadı. Öğrencilik hayatımın ilk başarısızlık semeresi budur. Düşünün bir kere, ya başarılı olsaydım?

Dil bağnazlığının dine uzanan kolları dünden bugüne hiç eksik olmadı. Arapçanın toplumu geri götüren, ingilizce, Almanca ve Fransızca gibi dillerin ise nesilleri hep ileriye taşıyan diller olduğu propagandası hız kesmiş değil. Üstelik kerli ferli adamların ağzından işitiyoruz bu tür sözleri.

Birkaç gün önce Milliyet’ten Melih Âşık’ın “Arapça eksikti!’ başlıklı yazısı tam da böyle bir zihniyetin ürünüydü. Âşık, gelecek nesillerin kimyasının bozulmasından, türbanın ilkokula girmesine, Kuran kursu yaşının 3 yaşa inmesine kadar birbiriyle ilgisiz konuyu art arda sıralayarak bir nevi eski günleri hatırlatan “nereye gidiyoruz” sorusunu soruyor. Üstelik fiiliyata geçmiş hiçbir şey yokken.

Yüksek sesle düşünmenin ötesine geçmeyen bir konuda hemen karşı pozisyon almak Türkiye’ye özgü bilgiden korkan aydının değişmez fotoğrafıdır. Bu milletin konuşmasının derinlikli müştemilatına kadar sirayet etmiş bir dildir Arapça. Türkçe konuşurken kullandığımız Arapça kelimelerin sayısını acaba bu Arapça karşıtı beyler biliyorlar mı? Biliyorlarsa bugün rahatça iletişim kurabilme imkânını biraz da Arapça ve Farsçaya borçlu olduklarını herhalde düşünmüşlerdir.

Yeni kuşakların Arapça öğrenmeleri ait oldukları medeniyetin kökleriyle temasa geçmeleri demektir. Nasıl oluyor da herhangi bir batı dilini öğrenenin değil de Arapça öğrenen çocuğun kimyası bozuluyor, anlamak kolay değil. Bu yaklaşım kendi köklerine karşı aşağılık kompleksi değil de nedir?

Kültürü ve bilgi birikimini 1928 sonrasıyla sınırlayan daha önceki bilgi hazinelerine gözlerini kapayıp kulaklarını tıkayanlar çeyrek aydın bile olamazlar. Bunu fark edebilmek için ilk önce fikrî, ilmî ve vicdani bağnazlıktan kurtulmak gerekir. “Kişi bilmediğinin düşmanıdır” sözünü tescil edercesine ayrı düştüğü her bilgiye karşı kılıç çekip, yumruk sıkan, diş bileyenler dillerin bir araç olduğunun farkında olmayanlardır.

“Osmanlıca bilmeyen aydın sayılamaz” gerçeğini ayağı bu topraklara değen sol aydınların ağzından duyduğumuzda şaşırmıyoruz artık. Melih Aşık’ın yazısında alıntıladığı şair Ataol Behramoğlu’nun Arapça muhalefeti ise tam anlamıyla evlere şenlik. Şöyle söylüyor: “Çocuklarımız Arapça ile ne yapacak? Her biri bir Kuran âlimi olarak mı yetişecek… Şimdi Arapça için kollar sıvanıyor... Arap  çocuğu yetiştireceğiz... Çocuk akşam okuldan eve: “Selamunaleyküm”, diye dönecek... Annesi de onu: “Esselamunaleyküm yavrum” diye karşılayacak.”

 “Esselamualeykum” diye selam veren birine “Aleykum selam” diye mukabelede bulunulacağını bilmek için Arapça bilmek ya da Arap olmak şart değildir, sadece kendi toplumunun değerlerine kulak kabartması yeterlidir.

“Esselamunaleykum” ifadesinin de “esselamun” şeklinde tenvinli değil “esselamu şeklinde” olması gerektiğini bilmek için de Arapça gramer bilmek gerekemez. Az buçuk dikkat ve özen yeterlidir. Bir kızın annesine selam verirken hangi zamirle hitap edeceği konusuna ise hiç girmeyelim.

İşte Türkiye’de aydın olmak böyle bir şey. Din ve dil ekseninde cehaletin taassupla şişirilip muhalefete dönüşmesinden ibarettir. Akıl ve mantığa da sorsanız dillerin duygu, düşünce ve fikir taşıyıcılığının araçları olduğunu söyler. Dil ile insanlığı ihya da edersiniz ifsat da. Arapça için de bu geçerlidir. Dillere kutsiyet veren taşıdıkları söz ve yüklendikleri anlamdır.

Hüseyin Akın - Haber 7
akinakinhuseyin@hotmail.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat