Hangisi önemli

  • GİRİŞ06.11.2016 09:39
  • GÜNCELLEME06.11.2016 11:07

1

Fırat Kalkanı Operasyonu başladıktan, hatta 15 Temmuz’dan sonra bile; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve Hükümete saldırmak için Selahattin Demirtaş kimi beyanlarında hala; (MİT tırları operasyonunu kastederek) Türkiye’nin DAEŞ’e silah verdiğini söylüyordu.

Dışarıdan görüldüğü kadarıyla, ne söylediğini bilmeyecek denli aptalın teki değil Demirtaş.

Söz konusu söylemi bile isteye, kendince üst seviyede siyaset yapmak adına kullanıyordu.

Türkiye’de herkes bu söylemin doğru olmadığını (Kürtler dahil) biliyordu ama, Demirtaş’ın hedef kitlesi Türkiye ve/veya Kürtler değildi. Onun amacı Batı’ya, Batılı liderlere ve halklara seslenmekti.

Değil mi ki Batı’da bütün oyunlar DAEŞ üzerinden dönüyordu ve DAEŞ düşmanlığı ortak inanç haline gelmişti, öyleyse bu dünyaya hitap ederek kendilerini sevimli/taraftar gösterip Türkiye’yi ötekileştirip haksız göstermek mümkündü.

Yani, Demirtaş, partisinin ve kendisinin geleceğini, kendi ülkesine ve kendi halkına dayandırmaktansa, Batı’ya yaranmanın daha doğru olacağına inanmıştı. Kendince ‘beka’yı Batı’da görüyordu.

2

Hırs ve öfke insanın gözünü kör eder derler ya…

Demirtaş da, bu yolun çıkar bir yol olmadığını göremiyordu.

Anlaşılan hiç dönüp geriye, tarihe bakmamıştı.

Bakabilseydi şayet; Osmanlı’nın son döneminde bazı askerlerin, siyasilerin, aydınların da Osmanlı’nın ‘beka’sı için Batı ile uzlaşmanın kaçınılmazlığına inandıklarını görürdü. Hatta kimisi İngiliz, kimisi ABD mandası dahi isteyecek duruma gelmişti. Kendi halkına ve o halkın taşıdığı tüm değerlere sırtını dönmüş, Batılılar gibi olunursa ayakta kalacaklarına inanmışlardı.

Batı’ya yaranmanın pratik bir yolu da Abdülhamit’e saldırmaktı. (Bugüne ne kadar da benziyor değil mi?)

3

Ama zaman geçtikçe görüldü ki, Batı’ya yaslanmak, Batı yalakalığı yapmak hiçbir işe yaramadı. Osmanlı gümbür gümbür çöktü.

Ondan sonradır ki; kimi askeri ve siyasi zevat yeniden yorgun ve yoksul halkı fark etti, onlara geri döndü.

Onlar dönmüştü de halkın onları kabulü o kadar kolay değildi. Bunun üzerine o kadrolar, halkın değerlerini yüceltmeye, böylece halk ile iletişim kurmaya çalıştılar. Mustafa Kemal’in bile cami kürsüsüne çıkıp hutbe irat etmesi bu cümledendir.

Ne kadar yorgun olsa da, silahsız olsa da, moralsiz olsa da halka yaslanarak, millete güvenerek çıkılan yolculuğun sonunda kurulabildi Türkiye Cumhuriyeti Devleti.

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYIN

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat