‘Taze kan’ niyetine yeniden ‘Bismillah’ derken...

  • GİRİŞ21.05.2017 09:44
  • GÜNCELLEME21.05.2017 09:44

Hem R. Tayyip Erdoğan’ın kişisel serencamı açısından, hem Ak Parti’nin tarihi bağlamında, hem de Türkiye Cumhuriyeti için önemli bir dönüm noktası olarak tarihe geçecektir.

Mutlu bir tesadüf/tetabuk olarak, Sayın Erdoğan dün, İbn Haldun Üniversitesi’nin açılışını yaparken, aynı zamanda İbn Haldun Sempozyumu’nu da başlatmış oldu.

(Var olduğu kadarıyla) Bu sütunun okuyucuları bilirler ki bizde son zamanlarda bir çok meseleyi İbn Haldun’un ‘Umran İlmi’ne müracaatla açıklamaya/anlamaya çalıştık.

O kadar ki, 16 Nisan’dan sonraki bir yazımızın bizatihi başlığı Üstat’dan alınan ‘Taze Kan’ kavramıydı.

Bu ‘Genel İstişare Gününde’ (biz ona şimdi Kongre diyoruz) fazla ayrıntılara girmeden,

İbn Haldun’un; “suyun suya benzemediği kadar ‘hal’ maziye benzer” deyişinden hareketle;

‘Bugüne dünün istikamet verdiği ve geçmiş olmadan gelecek tasavvurunun mümkün olmadığı’ gerçekliği üzerinden iz sürerek;

Bugünden tam 15 yıl 9 ay 7 gün öncesine; Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşuna gidelim istedik.

14 Ağustos 2001

Ankara-Bilkent Oteli

Recep Tayyip Erdoğan, kuruculardan birisi sıfatıyla yeni partinin kuruluş bildirgesini okuyor.

Umarım anlamlı olur ve bize ne olduğumuzu, nereden geldiğimizi hatırlatır düşüncesiyle sizleri o konuşmanın bir bölümüyle baş başa bırakalım dedik.

“Değerli Konuklar;

Partimizin fikren doğup, resmen kuruluşuna kadar, geçen süreçte arkadaşlarımla birlikte Anadolu’nun değişik kentlerine birçok ziyaretler gerçekleştirdik ve ‘Gerçek Türkiye’yi oluşturan milyonlarca insanımızla tek tek kucaklaştık.

Bilhassa az konuştuk çok dinledik.

Bilhassa az tavsiyede bulunduk çok tavsiye aldık.

Bu gezilerimiz sırasında tanıştığımız eli kınalı küçük köylü kızı Ayşe’ye;

Askerde ya da gurbetteki oğluna ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş Fatma Ana’ya,

İçinde bulunduğu şartlardan bunalmış tüccar Ahmet’e,

Torununun nasıl okuyup, işi güç sahibi olacağını düşünmekten yorgun düşmüş, emekli Osman Amca’ya,

“Partimizi kurduğumuzda oylarınızı bize verin.” demedik, diyemezdik. Zaten diyecek konumda da değildik.

Sadece ve sadece onları tek tek ve sükûnetle dinledik.

Bu gezilerimiz sırasında insanlar bize;

“Yorgunuz, üzgünüz, kırgınız ve gelecekten umutsuzuz” dediler.

Bize bizzat onlar, “sizi bekliyoruz” dediler.

Ve bizzat onlar, onurlu bir görev yüklendiler: “Hala ne diye bekliyorsunuz?”

Cevaben bu insanlara dedim ki;

“Ey amcalar, dayılar, teyzeler, kardeşler; sizler çok güzel söylüyorsunuz ama daha yola çıkmadan beni ve arkadaşlarımı içine sindiremeyip ‘taşra’lı diyenler, Türkiye’nin geleceği daha demokrat, daha zengin, daha özgür olsun diye başlattığımız yürüyüşü engellemeye çalışanlar var.

Peki ya onlara ne diyeceksiniz?” diye sordum.

Bana ne cevap verdiler biliyor musunuz?

“TÜRKİYE BİZİZ!” dediler.

Ne bir eksik, ne bir fazla; “TÜRKİYE BİZİZ!”

“1299’da da 29 Ekim 1923’de Türkiye hep bizden doğmuştur ve gelecekte de zorluklar karşısında ayakta kalabilmek için moralini, enerjisini, direncini, bizden almaya devam edecektir.

Sizi engellemeye çalışanlar, unutmasınlar ki, gözümüz gibi bakıp büyüttüğümüz, evlatlarımız, Türkiye’nin selameti için gözünü kırpmadan her tehlikenin üzerine gönderenler;

Ülke sanayisinin ihtiyaç duyduğu ham maddeleri üretenler hem de o sanayinin ürettiklerini tüketenler,

Devletini bir yandan vergileri diğer yandan da dualarıyla destekleyenler hep bizlerdik.

Ve bizler;

Bu toprakları, bu topraklarda yaşayanları, şimdiye kadar hiç satmadık, bundan sonrada satmayacağız.

Şimdi git seni ve arkadaşlarını tökezletmeye çalışanlara bunları münasip bir dille böylece söyle.”

İşte aylarca süren Anadolu gezilerimiz sırasında sürekli bu türde cevaplar aldık.

Değerli dostlar;

Aslında bu sözlere cevap demek de ciddi bir yanılgı olur.

Duyduğumuz şey bir cevaptan çok, tüyler ürperten bir çığlıktı.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurulmasıyla bugün bu çığlık, Ankara’nın ortasına düşmüştür… Bunu bilesiniz!

Değerli dostlar;

Siyaset sahnesine birlikte çıktığımız arkadaşlarımızla Anadolu’daki gezilerimiz sırasında tek kelimeyle olağan üstü anlara da tanıklık ettik.

İnanınız ki oralarda değişik toplum katmanlarında gördüğümüz ilgiyi, hakkıyla tanımlayabilecek ya da bu ilgi karşısında duyduğumuz mutluluğu ifade edebilecek doğru sözcüğü bulmakta güçlük çekiyorum.

Ancak şunu söyleyebilirim;

Türk Siyaset Tarihin’de çok az harekete nasip olmuş, böyle bir teveccühün anlamını ve değerini gayet iyi biliyoruz.

Değerini bilmekten öte, bu teveccühün omuzlarımıza nasıl ağır bir yük yüklediğinin de bilincindeyiz.

İnanıyorum ki; onları mahcup etmeyeceğiz.

Ülkenin tarihini ve kültürel unsurlarını bitmez tükenmez bir enerji kaynağı olarak gören değişim ve dönüşümden rahatsız olmayacak kadar kendime ve millete güvenen Ak Parti, toplumun bu teveccühünden doğan enerjiyi yönetime taşımak için yola çıkmıştır zaten.

Değerli dostlar;

Daha en baştan söylemeliyim ki partimiz kişilikleri hedef alan çirkin polemiklere dayalı bir siyaset anlayışının şiddetle karşısında olacaktır.

Bu anlamda iktidarımızla muhalefetimizle A’dan Z’ye ilkesel temeller üzerine oturacaktır.

“Diyaloğa hoşgörüye açık, uzlaşmacı ve birleştirici bir dil kullanmayı” kendisine ilke edinen partimiz;

Ülkemizin siyaset ikliminde bugüne kadar yeterince güçlü bir biçimde kök salamamış bir kavram olan “dinleme-anlama geleneği”ni hayata geçirerek bir uzlaşma kültürünü egemen kılmak amacıyla yola çıkmıştır.

İnsanlığın bugüne kadar keşfettiği en mükemmel yönetim biçimi olan “demokrasi” adını verdiğimiz siyasal sistemin uzun ve sancılı doğuş sürecine çağını aşan görüşleriyle değerli katkılarda bulunmuş bir düşünür olarak, Voltaire’in şu etkileyici değişi bu zorlu yolda en ciddi kılavuzlarımızdan biri olmaya adaydır:

“Sevgili dostum, sizin görüşlerinize katılmıyorum. Ancak bu görüşlerinizi rahatlıkla ifade edebilmeniz için canımı bile vermeye hazırım.”

Değerli dostlar;

Adalet ve Kalkınma Partisi birçok yönüyle Türkiye için bir “ilkler ve ilkeler partisi” olmaya adaydır.

Öncelikle vurgulamalıyım ki;

Daha önce de değindiğim gibi kurmuş olduğumuz bu yeni siyasi partide asla bir “lider diktatoryası” oluşmayacaktır. Lider “katılımı ve kolektif düşünmeyi esas alan ve sonucuna uyan bir liderlik anlayışı “ içinde hareket edecektir.

Lider dahil milletvekillerinin belediye başkanlarının il ve ilçe başkanlarının görev süreleri onların keyfine vicdanına göre değil; parti tüzüğündeki sınırlamalara göre belirlenmiştir.

Çünkü ülkesinin siyasal hayatında kalıcı olacağına inanan ve kendisine güvenen her siyasal hareket, kendi teşkilatları içinden ya da ülke topraklarından doğacak yeni insan kaynaklarına da aynı oranda güven beslemek zorundadır.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat