‘Yerli otomobil mi?’ dediniz… Üç adamın hikayesinde…

  • GİRİŞ05.11.2017 09:45
  • GÜNCELLEME05.11.2017 09:45

1- Ben mühendis değilim. Bu nedenle işin teknik tarafıyla hiç ilgilenmeden; sürecin başlangıcını ilan eden ve her aşamada devletin bütün imkanlarıyla bu imalata destek verileceğini söyleyen Cumhurbaşkanımızın sözlerinden yola çıkarak geçmişe uzanıp, Sayın Cumhurbaşkanı’nın tavrının ne kadar önemli olduğuna dair bir şeyler söylemek istedim.

Üç adamın hikayesinden bahsetmek istedim konu bağlamında; Nuri Demirağ, Saffet Lütfi Tozan ve Ahmet Hamdi Başer.

2 - Nuri Demirağ; 1886 Sivas-Divriği doğumlu. Hazerfen bir girişimci ve sanayici. Demirağ’ın tamamen yerli imkanlarla uçak yaptığını, uçaklarının başına neler geldiğini biliyoruz. Soyadını, cumhuriyetten sonra yapılan bütün demiryollarının imalatçısı olduğundan dolayı aldığını da biliyoruz az çok.

Hani bir marş vardı; on yılda yurdu baştan başa demir ağlarla ördüğümüzü söylüyordu; işte o ağlar ve o soyadı.

Ama Demirağ’ın daha 1931 yılında tam da bugünkü Keban Barajı’nın yerinde bir baraj yapma teklifinin İsmet İnönü hükümetince reddedildiğini pek bilmiyoruz değil mi?

Demirağ memleketi Divriği’ye yatırım yapmak ister. Çevrede bir sürü maden vardır. Madenlerin çıkartılıp, işlenmesi için enerjiye duyulan ihtiyaç nedeniyle baraj diye tutturur.

Bu kadarla da kalmaz Divriği hayalleri. İstanbul’da imal ettiği uçakları seri olarak Divriği’de yapacağı fabrikada üretmeyi düşündüğü için; içinde bir fabrika bir okul (uçak mühendisliği ve pilot okulu) ve 200-250 bin kişilik bir şehir olarak bütün ayrıntılarıyla planlar Divriği’yi.

Bütün bunları devletten para almadan yapmaya taliptir üstelik.

Yetmez, 1933 yılında San-Francisko’da ilk asma köprü yapılınca, köprüyü gidip yerinde görür ve o köprüyü yapan firmadan aldığı iki mühendisle döner. Uzun ve detaylı bir çalışmadan sonra Ahırkapı’dan Salacak’a uzanacak bir köprü projesini yapar.

Projede her şey düşünülmüştür; raylı sistemin, lastik tekerleklerinin geçeceği köprü, yaya geçişini de imkan vermektedir. Projenin ekine, hangi unsur hangi fiyatla geçerse köprünün maliyetinin kaç yılda geri kazanılacağı da eklenmiştir. Bugünkü yap-işlet-devret gibi bir şey.

Proje Mustafa Kemal’i çok heyecanlandırmasın ve üzerine ‘gereği için hükümete…’ diye not yazmasına dair, ve yine bir kuruş istememesine rağmen bu proje de hükümet tarafından engellenir.

Dahası; bugünkü Yeşilköy Havaalanı sahası Demirağ’ın özel mülküdür. Yaptığı ve devletin almaktan vazgeçtiği, satışını engellediği uçakları buradadır. Yine burada açtığı okulda yetiştirdiği pilotlarla eğitim uçuşları yapmaktadır.

1940’lı yıllarda bir gün İsmet İnönü burayı ziyaret eder ve daha araziden ayrılmadan yanında bulunan dönemin İstanbul valisi ve belediye başkanına buranın kamusallaştırılması talimatını verir ve kamusallaştırılır.

Bütün bunlara rağmen Nuri Demirağ bir şey kaybetmemiştir. Kendisinden sonra gelecek bir iki kuşağa yetecek kadar mal-mülk bırakarak çekip gider…

Kaybeden millettir, devlettir.

3-Saffet Lütfi Tozan: 1889 yılında Bosna-Hersek’in Trebinje şehrinde doğar.

Biz onu daha çok İttihat ve Terakki’nin ilk kurucularından olmasına rağmen; ‘teşebbüsü şahsi ve ademi merkeziyet’ fikrinin katı bir mümini olması nedeniyle İttihat ve Terakki’den ayrılan Prens Sebahattin’nin ‘özel kalemi’ ve ebedi dostu olarak tanırız.

Ancak şunu pek bilmeyiz. Tozan eski bir İttihatçı olmasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan Mustafa Kemal’in ölümüne kadar Türk Ordusu’nun silah müteahhitliğini yapar. Uluslararası silah ticareti nedeniyle Avrupa’da bir çok silah fabrikasının ortağı olduğu söylenir.

O kadar ki; İspanya iç savaşında taraflara silah satmak için Fransa’da da bir silah fabrikası kurduğu anlatılır-durulur.

İddia odur ki; bu Saffet Lütfi Tozan Türkiye’de bir silah fabrikası kurmak için defaatle yetkililere müracaat etmesine rağmen bir türlü izin alamaz.

Türkiye’de yatırım yapamadığı gibi, uluslararası silah ticaretinde ve imalatında kazandığı paralarla Hidiv’lerden satın aldığı Emirgan Korusu 1940’lı yıllarda bila bedel elinden alınarak kamulaştırılır.

4- Ahmet Hamdi Başar: 1897 yılında İstanbul’da doğdu.

Biz onu daha çok 1925 yılında kurduğu, bugün Denizcilik İşletmesi diye bildiğimiz İstanbul Liman Şirketi’nden dolayı ‘Limancı Hamdi’ olarak tanırız.

Limancı Hamdi ta gençliğinden beri; ‘bir milletin siyasi ve askeri bağımsızlığı tabi ki önemlidir, ancak iktisadi bağımsızlık söz konusu değilse ötekiler eksik kalır…’ düşüncesindeydi.

Be nedenle Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul’dan Anadolu’ya silah sevk eden Müdafayı Milliye’ (MM)’nin içinde bulunmasına rağmen o hep iktisatla uğraştı.

Birinci Dünya Savaşı devam ederken Ticaret-i Umumiye Dergisi’ni çıkardı. Kurtuluş Savaşı sırasında ise Türkiye İktisat Mecmuası’nı yayınladı.

Daha 1919 yılında İstanbul’un ticaret envanterini yaptı, bu nedenle de İzmir İktisat kongresinin yapılmasına giden yolları açtı.

Limancı Hamdi’nin asıl özelliği 1931 Serbest Fıkra olayından sonra Mustafa Kemal’in çıktığı uzun yurt gezisine devlet memuru olmayan tek kişi sıfatıyla katılmış olmasıdır.

Bu gezinin ilk haftasının tamamlanmasından sonra tertiplenen değerlendirme toplantısında Hamdi; “Paşam! Arkadaşların söylediklerinin tümü pansuman tedbirleri mahiyetindedir. Oysa bizim tek tek olayları mukayese edeceğimiz, mihenge vuracağımız bir sistemimiz yok, önce bir sistem kurmalıyız…” deyince Paşa’nın “… peki o zaman anlat nasıl bir sistem…” talimatıyla karşı karşıya kalır.

Bir sonraki oturumda Paşa’ya sunulmak üzere hazırladığı rapor önce heyete arz edilir.

Ne hazindir ki; Salih Bozok’un deyişiyle; “Paşa senden kurtuluş reçetesi bekliyordu. Sen reçete olarak ekmeğe zam önermişsin.” deyişiyle özetlenecek olaylar nedeniyle Limancı Hamdi bir daha Mustafa Kemal ile görüşemez.

Limancı Hamdi İkinci Dünya Savaşı yıllarında; defaatle İsmet İnönü’ye müracaat ederek, savaşta tarafsız kalmamızı, tarafsızlığımız halinde savaşan ülkelere sağlayacağımız her türlü lojistik nedeniyle Birinci Dünya Savaşı kayıplarının büyük bir çoğunluğunun kazanca dönüştürülmesinin mümkün olduğunu anlatmaya çalışır.

Yine, tabi ki, bu teşebbüsler karşılıksız kalacağı gibi şirketi elinden alınarak kamulaştırılır.

5-Muhittin Şimşek’in yazdığı ‘Nuri Demirağ’ kitabının sonunda şöyle bir bölüm var. Demirağ kızına “30 yıl sonra doğmalıymışım…” der.

Yani 30 yıl sonra doğsaydı (1886+30) 1916 yılında doğacaktı ve aynı miktar yaşasaydı 1987’ye kadar yaşayacaktı. Serbest ticaretin ve sanayileşmenin yaşandığı yıllarda daha başarılı olacağını düşünüyordu.

Oysa unuttuğu bir şey vardı Demirağ’ın, cumhuriyetin ilk yıllarında yetişen bir gencin müteşebbis ve sermayeci olması mümkün değildi, vasat buna müsaade etmezdi.

Çünkü o devirlerde bu müteşebbislerin ve sanayicilerin arkasında duracak, onları cesaretlendirecek, onların önünü açacak devlet adamları yoktu.

Farkındaysanız her üç şahısta Osmanlı Devleti’nde doğmuş ve gelişmiş insanlar.

AKŞAM

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat