Gençlerin politik tercihleri: Sessizlik sarmalı
- GİRİŞ22.10.2025 10:00
- GÜNCELLEME23.10.2025 09:57
Türkiye’de “gençlik” yalnızca demografik bir kategori değildir; çok daha derin, sembolik anlamlar taşır. Cumhuriyetin kurucu yıllarında “genç”, eskiyi reddeden ve yeni rejimi omuzlayan ideal bir tipti. Modernleşmenin ve laikleşmenin öncüsü olarak kurgulandı. Tek Parti döneminde Halkevleri, Köy Enstitüleri, izci ve spor kulüpleri gibi yapılar bu anlayışın ürünüydü.
Beden terbiyesi politikaları da bu dönemde kurumsallaştırıldı; çünkü genç, “rejimi taşımanın” yanı sıra güçlü, sağlıklı ve disiplinli olmalıydı.
Çok partili hayata geçişle birlikte “gençlik” yeniden tanımlandı: bu kez politik bir özne olarak. Sessiz bırakılan toplumsal gruplar görünür hale geldi. “Bu ülke nasıl kurtulur?” sorusu yeni biçimlerde tekrar üretildi. Sağcısı, solcusu, ülkücüsü, devrimcisi – her ideoloji gençliği kendi “kurtuluş misyonuna” göre şekillendirdi.
Batı’da gençlik çoğu zaman özgürleşme temalarıyla anılırken, Türkiye’de daha çok bir sorumluluk alanı olarak kurgulandı. Ne “rejimi taşıma” ne de “ülkeyi kurtarma” dönemlerinde aktif gençlik kesimi sayıca çoğunluğu temsil ediyordu. Kendi kuşaklarında bile azınlıktılar. Ama kamuoyu hikâyelerle şekillenir, hikâyelerde sessiz çoğunluk geçmez.
Bugünün gençliği ise bambaşka bir tablo sunuyor. Kimine göre “Z kuşağı”, kimine göre “vibe seçmeni”. 80 öncesi gençlik tasavvuruna pek benzemiyor. Yine de eski alışkanlıkla, bazı muhalif çevreler bu gençliğe yeni bir siyasal misyon yüklüyor: “AK Partiyi iktidardan indirmek.”
Kemalist çevreler bu misyonu rejimi sürdürmeyle, sol kökenli çevrelerse ülkeyi kurtarmayla ilişkilendiriyor.
Kamuoyu araştırmalarında gençlerin apolitik eğilimleri bu misyona uygun şekilde yorumlanıyor. Bazı araştırmalarda AK Parti hâlâ gençler arasında birinci parti; bazılarında desteği azalmış, bazılarında CHP’nin gerisinde. Farklı sonuçlar tek bir slogana indirgeniyor: “Gençlik AKP’yi istemiyor.”
Yine bir gençlik, yine bir misyon. Farkı şu: bu kez iddia, araştırmalarla “kanıtlanmış” gibi sunuluyor. Oysa biraz yakından bakınca tablo değişiyor.
Bu araştırmaların çoğu, Türkiye geneline dair istatistik üretmek için tasarlanmış. Ortalama 2000 kişilik örneklemler, yaş gruplarını temsil etmeye yetmez. Gençler için alt grup ayrı tasarlansa bile 400 kişi civarındadır. En ideal koşullarda bu sayının hata payı ±5 puandır. Ancak uygulamada yanıt oranı düşer, ağırlıklandırmalar yapılır ve hata payı birkaç puan daha artar.
Yani o ±5, kısa sürede ±8’e dönüşür; güven aralığı da anlamını yitirir.
Yine de bu tür araştırmalarda yaş kırılımları yapılır. Yapılma nedeni çoğu zaman yalnızca yapılabilir olmasıdır. Analizciler ellerindeki istatistiksel araçları her duruma uygular; bazen anlamı olsun olmasın her farkı gösterirler. Böylece yüzde 1 oyu olan partilerin bile –örneklemde yirmi kişi– cinsiyete, yaşa, bölgeye göre dağılımlarını görürsünüz. Görürsünüz ama bilgi değeri sınırlıdır.
Gençlerle ilgili anlamlı genellemeler yapabilmek için yalnızca gençleri hedef alan araştırmalara ihtiyaç vardır. Bu tür araştırmalar az sayıdadır; güvenilir olanı ise bir elin parmaklarını geçmez. O birkaç araştırma da “Gençlik AK Partiyi istemiyor” tezini doğrulamamaktadır.
Çünkü gençlerin büyük bölümü henüz belirgin bir parti tercihi geliştirmemiştir. Ne AK Parti’ye ne de diğerlerine tam olarak yönelmektedir.
Peki, araştırmalar yetersizken genç seçmen arasında AK Parti neden düşük görünür? Neden ülke genelinde birinci çıkan parti, gençlerde aynı konumu koruyamaz?
Bu sorunun cevabı yalnızca araştırmalarda değil, demokratik hayatın dokusuna işlemiş bir olgudadır: Sessizlik sarmalı.
Bu teoriye göre, çoğunluğun görüşüne karşı olduğunu düşünen birey, dışlanma kaygısıyla sessiz kalır. Sosyal medya çağında bu kaygı, “izolasyon” korkusundan “linç edilme” korkusuna dönüşmüştür.
Sessizlik sarmalı, bir algı sarmalıdır. Çoğunlukta olduğu sanılan görüş, sessiz kalanları daha da bastırır.
Bugün çoğunluk algısı, sosyal medyanın görünürlük algoritmaları üzerinden inşa ediliyor. “Herkes aynı fikirde” söylemi tekrar tekrar üretiliyor. Bu strateji farklı düşünenleri azınlık hissine sürüklüyor.
Sonuçta, dijital çoğunluk algısı fiili bir sessizlik yaratıyor.
Bu sarmalın en hazır kurbanları gençlerdir. Çünkü kimlik oluşumu sürecindedirler. Politik kimlikle özdeşleşmenin bedeli yüksek görünür; bu yüzden taraf olmaktan kaçınırlar. Böyle bir ortamda medyada gördükleri haberler, politik tercihlerini değil ama politik konumlanışlarını belirlemeye başlar.
İnsan zihni olumsuz bilgiye karşı daha duyarlıdır (negativity bias). “Kriz”, “skandal”, “felaket” başlıkları daha çok tıklanır, paylaşılır ve akılda kalır. Sosyal medyada öfke ve korku, mutluluktan çok daha fazla etkileşim üretir; algoritmalar da bunu ödüllendirir.
Türkiye’de olumsuz haber sıkıntısı yok. Sert muhalefet anlayışı, tekil de olsa bütün olumsuzlukları AK Parti’ye veya Erdoğan’a yüklemeye eğilimli. Üstelik bu yükleme, “kötü yönetimi eleştirme” düzeyini aşan, yıkıcı bir muhalefet niteliğindedir.
Bu muhalefet sosyal medyada daha görünür ve çok gürültücüdür — dolayısıyla “çoğunluk algısı” üretir. Gençleri sessizlik sarmalına iten ve onları “sessiz çoğunluğa” dönüştüren de işte bu algıdır. Ne var ki, bu sessizlik sarmalı kısa vadede etkilidir. Orta ve uzun vadede genç yetişkine dönüştükçe politik tercihlerini kimliğiyle uyumlu yapacaktır.
Yorumlar3