'Atlantik Perestroykası', büyüyen Türkiye fırtınası. Gençler, ‘iç işgalciler’e direnin!

  • GİRİŞ28.06.2021 11:34
  • GÜNCELLEME28.06.2021 11:54

ABD ve Avrupa’nın tek yanlı küresel saltanatı bitti. ABD’nin küresel jandarma rolü tarihe karıştı. Yeryüzünün her köşesine müdahale gücü kırıldı. Ülkelere ayar verme, iktidar/rejim değiştirme alanı daraldı.

Dünya ekonomisini yönetme becerisi, milletler ve devletler üzerinde itibar ve nüfuzetkisi çöktü. Küresel ölçekte sistematik sömürge politikaları yerini kaba yağmacılığa bıraktı. Bu da ABD varlığının basit yağmacılığa dönüştüğünü ve tükenişini ifade ediyor.

ABD’ye uzak olan güçlenir, yakın olan ülkeler zayıflar.

Kendi içinde boğuşan bir imparatorluğun yavaş yavaş çöküşünü izliyoruz. Kendileri bile “artık dünyanın tamamına hükmetme becerimiz ve gücümüz kalmadı” diyorlar. “En azından bir bölümünde etkimizi sürdürelim” diyorlar. Öyle bir dünya oluştu ki, ABD’ye uzak olan güç kazanıyor, yakın olan zayıflıyor.

Avrupa Birliği düşüncesi öldü. AB’nin “Tek Avrupa” cazibesi çöktü. Geriye bir Alman imparatorluk düşüncesi kaldı. Doğu ve Güney Avrupa, bu düşünceye her geçen gün daha da mesafeli hâle geliyor. Birkaç ülke dışında Avrupa ekonomik gücü zayıflamaya başladı.

“Atlantik Perestroykası…” Büyük güçler zayıflıyor, yıldız ülkeler yükseliyor.

Dünya, kısa süreli değil, konjonktürel değil, yüzyılların dönüşümünü yaşıyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ya da Soğuk Savaş dönemi güç yapılanmasının çok ötesinde bir sarsılma yaşanıyor. Büyük güçler, refah ülkeleri gerilerken yeni yıldızlar, eskinin imparatorlukları, iddialı milletler sahne alıyor.

ABD ve Avrupa, yüzyıllardır ilk kez bu kadar büyük bir meydan okuma ile karşı karşıya. Daha şimdiden, bu meydan okumanın üstesinden gelemeyeceğini kabul etmiş görünüyor.

Bu yüzden de, kendisine tek yanlı küresel iktidar alanı sunan iddiaların önemli bir bölümünden vazgeçmeye, daha dar bir alanda gücünü ayakta tutmaya dönük bir tür “Atlantik Perestroykası” uygulamaya başladı.

Doğu’nun ve Batı’nın sürprizi Türkiye’nin akıl sıçraması, Batı dünyasını alarma geçirdi.

Türkiye; işte bu yüzyılların dönüşüne öncülük eden, iddialarıyla ve sürpriz bir akılla sahne alan birkaç ülkeden biri. 21. yüzyılın ilk yıllarında yaşadığı tereddüdü ve belirsizliği üzerinden atıp, çok hızlı, dinamik bir şekilde güçler sahnesine atıldı.

Doğu’nun ve Batı’nın dikkatle takip edilen, merakla tartışılan sürpriz ülkesi oldu. Türkiye’nin akıl sıçraması, güç sıçraması en çok da Batılı müttefiklerini telâşlandırdı.

Onlar, Osmanlı’nın çöküşü, Cumhuriyet’in kuruluşu ve 20. yüzyıl boyunca devam eden Batılı vesayet refleksleriyle alarma geçti. Eski sözleriyle, eski güç gösterileriyle Türkiye’ye müdahale etmeye, onu tehdit etmeye, etrafında cepheler kurup çevrelemeye, içeride cepheler kurup içeriden vurmaya girişti.

Türkiye fırtınası: Batı bize karşı bütün silâhlarını harekete geçirdi.

20. yüzyıl boyunca dizayn ettikleri bütün siyasi kimlikleri, çevreleri, kendilerine bağlı güç yapılarını harekete geçirdi, cepheye sürdü.

Bunu Irak’ın kuzeyinde gördük. Suriye’de gördük, Doğu Akdeniz’de gördük, Ege’de gördük. Libya’da ve Karabağ’da gördük. En çok da “içeride” gördük ve o içeriden müdahale girişimi hâlâ devam ediyor.

Batı, Atlantik İttifakı, ABD ve Avrupa, tek yanlı küresel iktidar alanından zorunlu olarak çekilirken “elinde tutmaya çalıştığı” bizim coğrafyada karşısında yepyeni bir gücün çıkmasının hazımsızlığını yaşıyor. Ortaya çıkan tehdidi görüyor.

Bu coğrafyada Batılı nüfuz alanlarını daraltan bir gücün yükselmesi, yeryüzünün ana ekseninde Batı’nın bütün varlığını silip süpürecek bir fırtınaya dönüşebilir, bunu görüyorlar. Bir Türkiye fırtınasının yükselişini görüyorlar.

Batı siyasi aklı Türkiye’ye yenildi. Hiçbir müdahale başarılı olamadı.

Ama bu, engellenebilir bir şey değil. Türkiye’nin dönüşü, durdurulabilir bir siyasi dalga değil. Bugüne kadar denedikleri hiçbir müdahale, tehdit, şantaj, baskı, çevreleme, içeriden kuşatma sonuç doğurmadı, etkili olamadı.

Yukarıda saydığım bütün alanlarda Türkiye aklı, Batılı siyasi aklından, askeri/güvenlik aklından çok daha etkili sonuçlar doğurdu. Batı, bu cephelerde Türkiye karşısında yenildi. Terör konusunda yenildi, Libya’da yenildi, Türkiye’nin büyük savunma atılımlarında yenildi. Arap/İslâm ülkelerinde cepheler kurdular, onlar bile işe yaramadı.

Onlar “iç işgal cephesi” kurarken Türkiye, bütün coğrafyaya açıldı.

İçeride her ne kadar ABD ve Avrupa ezberleriyle, çıkarlarıyla, öncelikleriyle bir tür “iç işgal cephesi” kursalar da, bu cephenin acımasız saldırıları devam etse de, şu ana kadar Türkiye’yi durdurmak mümkün olmadı. Bundan sonra da olması mümkün görünmüyor.

Türkiye; Irak ve Suriye’den Somali’ye, Katar’dan Orta Afrika’ya, Balkanlar’dan Afganistan’a inanılmaz jeopolitik atılımlar yapıyor. Ve buraların tamamında; bazen diplomasi ile bazen askeri güçle, bazen ekonomik ve insani iletişimle üstesinden geldiği her meselede karşısında dünyanın merkez ülkeleri, en büyükleri vardı.

Batılı nüfuzu daralırken Türkiye geleceğin dünyasına genişliyor.

Türkiye; Batılı aklın ve nüfuzun nasıl daraldığını, küresel güç kaymalarının ne yönde seyrettiğini, bu büyük değişimin kendisine ne tür bir hareket alanı oluşturduğunu çok iyi okuyor, ona göre son derece akıllıca ve soğukkanlı adımlar atıyor.

Sadece siyasi, askeri değil, ekonomik alanda da gücün nasıl Batı tekelinden çıktığını, nasıl parçalandığını, ne kadarının Türkiye’ye düştüğünü iyi hesaplıyor.

Kaynaklar, pazarlar, ekonomik koridorlar yer değiştirirken kendini bu koridorların merkezinde konumlandırıyor. Bu alanlarda da dev yatırımlar yapıyor, kendini geleceğin dünyasına hazırlıyor.

Doğu’nun ve Batı’nın dışında yeni bir güç havzası oluşuyor.

Akıl, bilgi, teknoloji, güvenlik, güç inşası gibi hayati konuları önceleyen ve dünyaya sürprizler yaşatan Türkiye, çok geniş coğrafyada bir siyasi çevre, bir ortaklık, bir güç yükselişinin de temellerini atıyor.

Doğu’nun ve Batı’nın dışında yepyeni bir çevre, yepyeni bir güç havzası oluşturuyor.

Kanal İstanbul işte bu hazırlık zincirinin parçalarından biri. Projeyi durdurma talimatı alıp içeriden vuranlar ise, yukarıda anlattığım Türkiye yükselişini durdurmak için sahaya sürülenlerden oluşuyor.

Bu yüzden bunlar “iç işgalciler”dir.

Bunlar; ABD adına, Avrupa adına kendi ülkelerini kurşun yağmuruna tutuyor, merkeze yürüyen Türkiye’yi çevreye savurmaya çalışıyor.

İçeride kurulan cephe, asla masum bir siyasi tavır değildir. Selçuklu’dan, Osmanlı’dan, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana, büyük tarih yürüyüşüne karşı duran hep oldu.

Bunlar bazen Vatikan adına, bazen Avrupa adına, bazen Rusya adına, bazen İngiltere adına hareket etti. Şimdi de Avrupa ve ABD adına hareket ediyor. Biz bu damarı çok iyi tanıyoruz.

İşte bu yüzden bunlar “iç işgalciler”dir.

Onlar; tarih yapan, coğrafya inşa eden siyasi genetiğe savaş açtılar.

Türkiye yüzyılların dönüşünü yaparken “iç işgalciler”in yeniden sahne almasının bir iç siyasi gündemle alakası yoktur. Tarih inşa eden, coğrafya biçimlendiren o siyasi genetiğe açılan bir savaştır. İhanetin en büyüğüdür.

Ama o büyük akıl bunları aşacak. Aşacak ve bunlar tarihin yanlış sayfalarında anılacak. Bizim tarihimizin utanç sayfaları da oldukça kalabalıktır.

Türkiye’ye, milletimize, bu topraklara, yüzlerce yılın büyük mücadelesine inanan herkes, iç işgalcilerle mücadele etmelidir. Hangi siyasi kimlikten ve çevreden olursak olalım bu en üst kimliktir.

Gençler, büyük yükseliş için birleşin!

Özellikle genç insanlarımız, ülkemize, size, geleceğinize kurşun sıkanları çok iyi belleyin. Onların yalanlarına, kurgularına, zihin karartmalarına, çirkefliklerine asla yüz vermeyin.

“Türkiye Ekseni” olarak tanımladığımız bu büyük yükselişte birleşin. Adımlarınızı hızlandırın, güçlerinizi birleştirin, yumruklarınızı sıkın.

Unutmayın, dışarıdakiler de, içeridekiler de ne kadar saldırırsa saldırsın, Türkiye’yi durdurmak artık mümkün değil. Bunu asla başaramayacaklar. Bedeli ne olursa olsun!

İbrahim Karagül / Yeni Şafak Gazetesi

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat