“Çimlere basmak yasaktır”dan yeni anayasaya
- GİRİŞ06.10.2011 08:33
- GÜNCELLEME06.10.2011 08:33
Bireyler şok sosyal değişimleri net olarak algılarlar. Ancak bireyin içinde yaşadığı zemin ve zamanda ağır ağır gerçekleşen değişimleri/devrimleri idrak etmesi düşük ihtimaldir. Örneğin insan büyür ya da yaşlanır. Ama bunun idrakinde değildir. Çünkü süreç ağır ağır, alıştıra alışa ve sindirilerek gelişir.
Toplumun en temel özelliklerinden biridir alışmak. Kötüye bağışıklık gösterdiği gibi iyiye de kolaylıkla intibak eder. Her ne kadar bazı ayrık otları çıksa da genellikle birey de araziye uyum sağlar.
Bundan on yıl önce parklardaki çitlerle, korumaya alınmış çimli yeşil alanların üzerinde “bürokratik koruma içgüdüsü” ile yazılmış “çimlere basmak yasaktır” tabelalarıyla karşılaşırdık. Hatta bu emri uygulamak için bekçilerin istihdam edildiği günleri bile yaşadık (şimdi ne kadar saçma geliyor değil mi?).
Türkiye bütün yerleşim yerlerinde önce o tabelalardan kurtuldu. Bazı illerimizde çayırın üzerine basmak teşvik bile edildi. Bu uygulamanın toplumsal sonucu ne oldu? İnsanlar “başkasının” olarak gördükleri o alanın kendilerine ait olduğunu idrak ettiler. Ve sahip oldukları o alanı kendileri korumaya, zarar vereni uyarmaya başladılar. Üstelik zihinlerde oluşan “yasak” imgesi erozyona uğrayıp yıkıldı.
Zaten halkın korumadığını ve korumak istemediğini devlet eliyle ne kadar koruyabilirsiniz ki!
Şimdilerde çimlerin etrafındaki çitler de belediyeler tarafından tek tek sökülüyor. Halkla “kamusal koruma alanları” arasındaki zihinsel çitler, yasaklar ve yasakla donanmış bürokratik zihniyet de kademe kademe “daraltılmış kamusal alan” algısıyla birlikte yıkılıyor.
Zihinlerde kamu malı = devlet malı anlayışı yerini “milletin malı/faydası”na dönüşüyor. Her şeyden önce millet, kamu malı olmaktan çıkıyor. Artık, devletin tapusu milletin namına tescil edilecek. Bunu devletin en tepe makamındaki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Anayasanın taşıyacağı tek mühür milletin mührüdür” sözü teyit ediyor.
...
Ezbere biliriz TBMM Genel Kurul Salonu’nda yazılı “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” önermesini. Ama özlü söz hep “önermede” kalmış bir türlü hayatın içine sirayet ettiril(e)memiştir. 88 yıldır egemenlik, ne kayıtla ne de şartla milletin olmuştur. Cumhuriyet tarihi boyunca, eskilerin eskimeyen tabiriyle “Hakimiyet-i Milliye” tam olarak iktidar olamamıştır. Sakattır, topaldır ve eksiktir. Şahitlerini uzakta aramaya gerek yok; babanıza, annenize, hayattaysa dedenize veya ninenize sorun beni doğrulayacaklardır.
Şu anda dahi sakattır, topaldır ve eksiktir. Bağımsız bir adaydan daha çok oy almalarına rağmen Rahmetli Necmettin Erbakan’ın kurduğu ve liderliğini Mustafa Kamalak’ın yaptığı Saadet Partisi’nden, Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun kurduğu Başkanlığını Mustafa Destici’nin yürüttüğü Büyük Birlik Partisi’nden, Sayın Numan Kurtulmuş’un önderliğini yaptığı Has Parti’den ve diğer dokuz siyasi partiden bir tane bile milletvekili yoktur Meclis’te.
Bağımsızlar 2.826,031 oyla 36 vekil çıkarabiliyorlar ama diğer partiler 1.957,451 rey almalarına rağmen tek kişiyle bile TBMM’de temsil edilemiyorlar.
Peki niye?
Milletimizin 1.957,451 mensubunun iradesini niye yok sayıyoruz?
Egemenlik kayıt ve şartla ve eksik olarak millete, mevcut anayasa ile verildiği için.
Yukarıdaki çelişkiden tutun, teröre ve spordaki şikeye kadar temel bütün problemlerin altında “Egemenliğin kayıtsız şartsız millette olmaması” yatmaktadır.
...
Kat edilen mesafe küçümsenemeyecek kadar büyüktür. Ancak, yeni Anayasa’nın hakkıyla yapılarak, egemenliği kayıtsız şartsız milletin aldığı Türkiye’nin gidebileceği muazzam yola bakıldığında ise o kadar küçük duruyor ki.
KISA MESAJ HATTI:
Anayasanın taşıyacağı tek mühür milletin mührüdür.
Abdullah Gül / Cumhurbaşkanı
İhsan Toy / Haber 7
ihsantoy@tasam.org
Yorumlar5