Yaban domuzu

  • GİRİŞ04.09.2009 17:43
  • GÜNCELLEME04.09.2009 17:43

Cemil Meriç, Jurnal adlı eserinde; “Dinsiz köylü, yaban domuzudur!” diyor. Yaban domuzu; ekili ve düzenli bir tarlaya girdiği zaman, o tarlanın altını üstüne getirir. Aç kaldıklarında, yabandan yerleşim bölgelerine inerler. Bu bölgelere indiklerinde de ne düzen, ne de kural tanırlar. Ortalığı perişan ederler. Teşbih manasında bir tahlil-i ihtiyatî olarak bakabiliriz Cemil Meriç'in bu tesbitine...

Köyde yaşayan vatandaşın nezdinde devlet ve onu temsil eden en büyük otorite, muhtardır. Bu alanlarda çıkan ufak tefek problemler de, muhtar ve ihtiyar heyeti tarafından çözümlenir. Muhtar; kanun, hukuk ve kuralların tek temsilcisi olarak bilinir ve köy ortamının pratik hayatında devlet ve otoritesini hatırlatacak başka bir emare de yoktur. İşte bu anlamda din faktörü köylünün hayatının dışında kalmışsa, kurallı ve düzenli sosyal bir hayatı yaşamanın imkanı kalmaz.

Fakat köylünün, kurallar dahilinde hareket etmesini sağlayan dini ve ona imanı vardır ki; bu iman sayesinde; Allah'ın (CC) va'z ettiği ve Peygamber'in (asm) uygulamaları olan ahlâk kurallarını içeren din; onun hayatını meşru dairede, düzenli bir şekilde yaşamasını sağlar. Çok önemli iki kıstası vardır bu insanların. Günah ve sevap…

Sosyal huzur ve barışa yönelik üretilen her türlü hareket, davranış, hal ve tutum sevap hanesine; huzuru bozan, sosyal birlik ve beraberliği dağıtan, her türlü nifak ve şikak ise günah hanesine yazılır. Sevap işlerse; yaratıcısı tarafından cennetle ödüllendirileceğini, günah işlerse de; aynı yaratıcı tarafından, hem dünyada, hem ebedi hayatında cezalandıracağını bilir. Zira insanı insaniyet özellikleriyle donatan, onu olumsuz davranışlardan uzak tutup hep iyiye ve güzele yönelmesini sağlayan, dindir.

 Ancak Cemil Meriç'in; “Dinsiz köylü yaban domuzudur.” tesbitine, başka bir  açıdan bakarak “Dinsiz şehirli ehil domuzdur.” diyebilir miyiz? Şehirde yaşanan hayatın her alanında, devleti ve onun otoritesini temsil eden trafik var, polis var, ödenmesi gereken vergiler, apartmanda yaşam kuralları var, elektrik, su var ve bunların faturaları var. Yani her alanda bizi kuşatan, kanunlar ve uyulması gereken kurallar koyarak insanı takip eden devlet otoritesi var. Bütün bu otoriter yapıya rağmen, eğer vicdanlara hükmeden ve her şeyi gören, bilen ve din gününün sahibi bir Allah'a (CC) iman yoksa bu, otoriter kanun devletiyle ehilleştirilmiş bir domuzluk olmaz mı?

Zira Bediüzzaman, Batı medeniyetinin ürettiği ve manen çökmüş insan tipinin hayal aynamızdaki yansımasını, “Bu medenîlerin çoğunun içi dışına çevrilse kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek.” şeklinde ifade ederken, aynı konuya parmak basmıştır.

Askerliğimin başlangıcında, Tuzla Piyade Okulu'nda eğitim aldığımız dönemde, Harbiye ve Astsubay okullarından yeni mezunlarla, onların da birliklere gönderilmeden önce bir eğitime tâbi tutulduğu ortamda beraberliklerimiz oldu. Onbaşı rütbeli bir astsubayın, kurallara uymayan bir davranışını fark edip, yaptığı işin yasak olduğunu ikaz ettiğimde, “Yasak, görüldüğü yerde başlar!” sözünü hiç unutmam. Otoritenin kanun ve kurallarının tavizsiz uygulandığı askerî ortamda bile, kural ve kanunların zaman zaman işe yaramadığının çarpıcı bir örneğiydi…
Ehil veya yaban, hiç fark etmiyor ortak payda domuzluk olunca...

Eskiden, bizim çocukluk ve gençlik dönemlerimizde, “Allah'tan korkmaz, kuldan utanmaz!”diye bir deyim vardı. Bu deyim, nasıl fark ettirilmeden hayatımızdan çıkarıldı! Köy, kasaba ve küçük şehir hayatında, herkesin birbirini tanıdığı ortamlarda “Kuldan utanma” kavramı insanlar arasında otokontrolü sağlıyordu. Hâlâ da küçük yerlerde böyledir. Büyük şehirlere gelen ve göçenlerin içinde eğer Allah korkusu yoksa -ki gelip yerleştikleri şehirlerdeki insanlar onu tanımadığına göre- büyük şehirlerin günahları örtme özelliğinden fırsat bularak; önce kendilerini, sonra da şehir hayatını nasıl zehirlediklerini, herhalde görebiliyorsunuzdur.

Dinimizi tasfiye planlarıyla bu milletin imanına karşı savaş açan yönetim erki, antidemokratik uygulamalarıyla kendi ayağına kurşun sıktığının farkına vardı mı, bilemiyorum. Ancak bildiğim bir şey var ki; bu ülkede yaşayan bütün insanların kendilerini özgür hissedebileceği demokratik bir ortam oluşturulamazsa, sosyal barış ve huzura yönelik müsbet bir sonuç beklemek hayal olur.

“Hürriyet Rahman olan Allah'ın hediyesidir. Zira o imanın bir özelliğidir.”

Bu sözü muhataplarına beyan eden Bediüzzaman'a sorarlar; “Hürriyet, imanın bir özelliği nasıl olabilir?” der ki; “Sıkı bir iman bağlılığıyla Kâinatın Sultanı'na hizmetkâr olan adamın o kahramanca imanı ve izzeti, başkasına zilletle, alçakça, tenezzül etmeye izin vermediği gibi; imanının şefkati dahi, başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüze imkân vermez...”

 Aslında imanın uygulaması olan dinin tatbikatları bile hürriyetlere dayanıyor. Din, iman ve özgürlük bu milletin olmazsa olmazıdır. Lütfen gelin; bu milletin en temel birliğini sağlayan imanına ve dinini yaşamasına mani olan esaret engellerini el birliğiyle kaldıralım. İşte o zaman “açılım” diye ortaya atılan düşünceler, yeşerip gelişecek zeminler bulabilir.

 Unutmayalım ki “Din hayatın hayatı; hem nuru, hem esası. İhya-yı din ile olur bu milletin ihyası.”
Hayatın temel dinamiği dindir. O yüzden bu milletin hayat bulması, dinin hayatımızda yer almasıyla mümkündür...

İlhan ÖZTİN / Haber 7
ilhanoztin@hotmail.com

 

Yorumlar1

  • Murat emanet 14 yıl önce Şikayet Et
    İnşallah hocam. Dileklerinize canı gönülden katılıyorum. Elinize kaleminize sağlık.
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat