Oryantalist bir “AŞK”

  • GİRİŞ04.10.2009 13:22
  • GÜNCELLEME04.10.2009 13:22

Bu insanların ortak özellikleri, kendilerini ve kendi kültürel birikimlerinin ön yargılarını, kendi hayat tarzlarını merkeze koyarak, Doğu kültürü ve hayatı hakkında yaptıkları taraflı değerlendirmelerdir. Kaldı ki; Türkiye’de bile bölgesel-kültürel farklılıklardan kaynaklanan anlayış ve davranış özelliklerini, İstanbul’dan bakarak ve İstanbul kültür hayatını esas alarak tahlil etmeye kalkışmak, böyle bir kıyasa girişmek, erkeğe kadın elbisesi giydirmek gibi bir maskaralıktır.

Yazarın daha önce, Pinhan adlı kitabını okuduğum zaman, toplumun marjinal bir kesitinin sapkın ve ahlak dışı hayat tarzını, sıradan bir sokak ağzı bile diyemeyeceğim argo kültürünü yansıtan ifadelerle kurguladığı hikayesini çok yadırgamıştım. Cinsiyeti belirsiz ve cinsiyeti hakkında kararsız bir derviş hakkındaki ilgisi ve bilgisi de çok ilgi çekiciydi sayın Şafak’ın.

Erkek olarak, bir bayanın bu kültür birikiminin kaynağını merak etmiştim. Mevlana, insan kalbini, gönlünü bir havuza ve beş duyumuzu da o havuzun tahliye musluklarına benzetir. O havuzda ne varsa, musluklardan da o akacaktır.

Halk arasında gazetecilikte haberin özelliği ile ilgili çok yaygın olan, “Köpek adamı ısırırsa haber olmaz ama adam köpeği ısırırsa, işte bu haberdir.” tanımlaması vardır. Aslında o öyle değildir. Zira köpek gazeteciyi ısırırsa tüm medyanın konusu haline gelir; Bekir Coşkun’u ısıran köpek gibi. Aslında yazarımız da bir insana, köpeği ısırtıyor ve sonra o vak’ayı kaleme alıyor diyebiliriz.

Biz konumuza dönelim. İşte bu marjinal vak’aları genelleyen bir anlayışın ürünü Pinhan romanı. Bana öyle geliyor ki yazar; o kitabında hızını alamamış. Hazır bir konuya girmişken, kendi iç dünyasının dışa vurumunu da sergilemiş Aşk romanında...

 Esasında Elif Şafak’ın, son zamanlarda çok popüler hale gelen bir kitabını, Aşk romanını ele almak istiyorum. Pop kültürünün moda akımı olan mistisizme el atan yazar, İslamın din anlayışının dışında, hatta karşısında Doğunun, daha ziyade Hint’in otantik kültürel mistik  anlayışını sergiliyor.

Zira Şems-i Tebrizi’nin –kendisini tenzih ederim.- şahsında, uçuk, kaçık, sapık, toplumun genel değerlerini hiçe sayan, ilahî öğretiye taban tabana zıt bir ahlak anlayışını, norm haline getirmiş derviş tiplemesiyle, tam da resmi ideolojinin yıllırdır yaptığı din ve dindar insan düşmanlığını meşrulaştırma gayretinin mahsulü bir roman Aşk. Çünkü ahlaki zaaflarını ön plana çıkartarak; bir kadı veya din adamının ağzından, yukarıda ifade ettiğim özelliklere sahip dervişi eleştiren yazar, insan ayrımı yapmadan, “Yaradılanı hoş gör, yaradandan ötürü.” söylemini, herkesi sevmek esasına dayandırmış.

Eski Türk filimlerinde, halkı imam ve imamın temsil ettiği değerleri kötülemeye yönelik, kara çember sakallı ve her türlü olumsuzluğu üzerinde taşıyan hoca tiplemesiyle yapılmak istenen din-dindar düşmanlığının çok daha vahim bir ürünü ile karşı karşıyayız. Zira Elif Şafak Aşk romanında, açıktan düşmanlık etmek yerine sanki yanındaymış, ve din ve maneviyat düşmanı değilmiş gibi bir anlıyışı, kendi anladıkları veya hoşlarına giden bohem hayat tarzını, dervişlikle özdeşleştirerek; toplumun değerlerini hiçe sayan, cemiyet hayatını zehirleyen tipleri sevdirmek suretiyle ortaya çıkıyor.  Ben bunları sevmiyorum.

 Sanat eserinde gerçeklik aranmaz. Bir roman tamamen hayal ürünü de olabilir ama, aşk gibi kutsal bir duygusal hazzı, aklın ve zihnin fantezileri ile sunmak ve ulvi hazlarla yaşamak ile, batının bohem yaşantı tarzını birbiriyle karıştırmak, hasta bir muhayyilenin ürünü olabilir.

 İslam tasavvufunda, tarikat, marifet, hakikat çok geniş bir daire olan şeriatın merkezinde yükselen bir fildişi kuledir. Bu kuleden düşen şeriat, yani Kur’an dairesinde kalır ama, şeriattan düşenin vay haline…

 Diğer taraftan 11 Eylül sendromuyla sarsılmış bir Amerika’lı, Ella isimli roman kahramanın ağzından, Allah’ın dinini, düşmanlıkları üreten, ayırıcılık ve ayrımcılık kaynağı gibi göstermek ve Zahara tiplemesiyle, nefsin de hoşlanacağı modernleştirilmiş bir derviş sunumu, zıtlık gibi görünse de, aslında birbirlerini tamamlıyorlar zihnimizde. Bir tarafta Müslüman olduğunu ifade eden bir derviş ama, diğer taraftan bütün semavi dinlere, ve bilhassa da İslam dinine düşman bir kadının hikayesi çok mu hoş geliyor Elif Hanım’a? Aşka meftun; lakin bu aşkın kaynağı olan Kur’an’ın hudutlarını tayin ettiği dine düşman bir kadın. Çok yaman bir çelişki.

 Acaba  diyorum; gerek aşkın platonik romantizmini zihinsel olarak, gerekse beşeri sevgiyi cinsel olarak yaşayalım ama, Mevlana’yı veya benzerlerini ulvi aşka ulaştıran, dini disiplinleri yaşantımızın dışında tutalım mı diyor yazarımız. Aslında bu bir deve kuşu misalidir. Devekuşuna  demişler, “Yük taşı!”. Deve kuşu kanatlarını açarak, “Ben kuşum.” demiş. Bir süre sonra, “Pekiyi uç bakalım!” dimeşler. Bu sefer de kanatlarını toplayıp, “Ben deveyim!” diye sorumluluklardan azade kılmış kendisini.

 İşte kastettiğim oryantalist bakışın ve anlayışın eseri “AŞK” bu…

 Ayrıca romanın bir de edebî ve teknik tahlilini yapmak  gerekiyor. Ama o konu bir başka yazının konusu olsun. Sadece basit bir örnekle konumuzu bitirelim isterseniz. Şöyle ki:

Malkoçoğlu filmlerindeki oyuncuların kollarındaki saatler ne kadar sırıtıyorsa, romandaki 13. yüzyıl han mimarisindeki balkon da o kadar sırıtıyor. Bizim meskun mahal mimarimizde balkon yoktur. Yazar Konya’daki bir handa konaklattığı dervişine Konya’yı kaldığı han odasının balkonundan seyrettirmiyor mu; evlere şenlik…

 Romanın ilerleyen bölümlerinde bu balkonun cumbaya dönüştüğünü okuduğumda da, “Hiç olmazsa pencereden baktırsaydın da, cemiyetin içine sokmasaydın şu adamcağızı.” diye geçirdim içimden

İlhan ÖZTİN / Haber 7
ilhanoztin@hotmail.com

 

Yorumlar3

  • sonay çiçek 14 yıl önce Şikayet Et
    teşekkürler. okumayı düşünüyordum vazgeçtim.zaten doğan yayınları eseri olduğunu duyunca vazgeçmiştim şimdi kesin vazgeçtim .onlar ilahi aşktan ne anlarlarki zaten
    Cevapla
  • cemal kara 14 yıl önce Şikayet Et
    saolun. yaziniz cok guzel daha da cok sey soylenebilir insanlar hayal urunu romanlarini tarihi sahsiyetlere bulastirmadan yazsada onlarin nezahetine golge dusurmeseler keske
    Cevapla
  • muhterem al 14 yıl önce Şikayet Et
    patlıcan da var. İlhan bey tesbitiniz çok doğru. Ama yine de Pinhan dan sonra iyi bir dönüşüm. Ayrıca yazar o dönemde patlıcan'dan bahsetmiş. Patlıcan bize Fatih döneminden sonra girdi. yani 15. yy dan sonra. oysa olay 13. yy da geçiyor
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat