Deprem gerçeği bizi kovalıyor…

  • GİRİŞ31.10.2020 11:00
  • GÜNCELLEME31.10.2020 11:04

İzmir’de meydana gelen deprem bizi bir kere daha ülke gerçekleriyle yüzleştirdi… Sık aralıklarla yaşanan bunca acı tecrübeye rağmen, ne yazık ki, hâlâ daha depremlere karşı hazırlıklı değiliz. İşin püf noktası da burası!..
 
 
1939 Erzincan depreminin üzerinden tam 81 sene geçti… 7,2 büyüklüğündeki o depremde, 32 bin 969 vatandaşımız can vermişti. Yüz bine yakın kişi de yaralı olarak kayda geçmişti. 1940 yılı sayımına göre 17,8 milyon nüfusa sahip olan Türkiye’de, bu can kaybının büyüklüğünü düşünün. O günden bugüne yani dünkü İzmir depremine kadar, can ve mal kaybı açısından çok yıkıcı sonuçlar getiren onlarca deprem yaşandı. Fakat ne yazık ki, yaşanan bunca acı tecrübelere rağmen, devlet ve toplum olarak, hâlâ daha yeterli seviyede bir afet bilincine kavuşamadık!.. 1939’da yıkılan Erzincan şehri başka yere taşınıp yeniden inşa edildi. Ama başka yerler için bu tedbir uygulanamadı. Mesela 1943 Adapazarı-Hendek depremi sonrasında (6,6 şiddetinde idi) alınan kararlara rağmen, Adapazarı taşınmadı. Ve daha sonra 1957, 1967 ve 1999 depremlerinde çok insan hayatını kaybetti. 1943 Hendek Depremi gündüz saatlerinde olduğu için, 343 can kaybıyla atlatılmıştı. Fakat aynı sene Kastamonu Tosya’da meydana gelen 7,2’lik deprem, gece saat 02.00 civarında olduğu için 4000 vatandaşımız hayatını kaybetmişti…
17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi ve akabinde meydana gelen Kasım 1999 Bolu-Düzce depremi, büyük yıkım ve can kayıpları bakımından ülkemizi çok derinden sarstı… Özellikle 17 binden fazla insanımızın hayatını kaybettiği Gölcük Depremi sırasında, devletin müdahale etmekte ve yaraları sarmakta yaşadığı büyük acziyet, hepimizi derin endişelere sevk etmişti… Zira o güne kadar, deprem kuşağı üzerinde bulunan ülkemizde, doğru dürüst bir afet müdahale ve kurtarma teşkilatımızın dahi olmadığını dehşetle fark etmiştik!..
Çok şükür bugün artık bir AFAD teşkilatımız var. 1999’da, hükûmetin Ankara’dan Adapazarı ve İzmit’teki depreme fiilî müdahalesi günler almıştı. Öyle ki, dönemin Başbakanı Ecevit, bölgedeki yetkililerle telefon irtibatı bile sağlayamamıştı. Oysa 2011 Ekim ayında meydana gelen Van-Erciş depreminde, hükûmet mevsim şartları ve mesafeye rağmen, üç saat sonra depremzedelere fiilî yardımı başlatmış bulunuyordu. Nitekim çok kısa bir zaman içinde Van şehri yeniden inşa edildi. Erciş’te de aynı şekilde deprem yaraları sarıldı.
24 Ocak 2020’de meydana gelen Elâzığ ve Malatya depreminin yaraları da hızla sarıldı, sarılıyor. Deprem sonrasında ilgili bakanlar haftalarca  bölgede bizzat yapılan çalışmaları idare etti… Memnuniyetle ifade edelim ki, AFAD son yıllarda meydana gelen bütün depremlere, hızlı ve etkili bir şekilde müdahale ederek süreci başarıyla yönetti. Ancak bu yöndeki imkân ve kabiliyetimizin artması, temel meseleyi çözmüyor.
Gelelim asıl meseleye… Evet, özellikle 1999’dan sonra, depremlere karşı daha dikkatli ve hazırlıklı ve bilinçli olmak noktasında, çok şeyler yazılıp çizildi. O dönemde Deprem Araştırmaları Merkezinin başında olan Prof. Dr. A. Mete Işıkara, döne döne şunu söylüyordu: “DEPREM GERÇEĞİ İLE YAŞAMASINI ÖĞRENMEK MECBURİYETİNDEYİZ…” Acaba bu çerçevede yaşamayı ne kadar öğrenebildik? Maalesef tablo iç açıcı değil. Dün İzmir’de, deprem sonrası yaşanan panik, bunu çok net biçimde ortaya koyuyor.
İki temel problemimiz var… Vatandaşın deprem karşısında mümkün mertebe soğukkanlı ve bilinçli hareket etmesi ve böylece daha fazla can kaybının önüne geçilmesi… Söyler misiniz Allah aşkına, cep telefonlarıyla çekilen panik görüntülerini televizyonlarda döne döne yayınlayarak diğer vatandaşların da sinirlerini bozmanın kime ne faydası var? O görüntüleri çekerken bir yandan da ağlayıp panikleyen kişiler, acaba daha yararlı bir davranış sergileyemezler mi? Müdahale ve kurtarma çalışmalarına katkıda bulunamayacak kişilerin ayakaltında dolaşması ve görevlileri engellemesinin bir izahı var mıdır? Bu konuda toplum olarak öğrenmemiz gereken çok şey var! Bu işin esas merkezi de okullar olmalı.
İkinci temel mesele de şudur: Binalarımızı, şehirlerimizi deprem riskine göre yeniden inşa ve imar etmek… Hep görüyoruz, çürük binaları zamanında yıkmadığımız veya usulüne uygun biçimde güçlendirmediğimiz takdirde, depremde yıkım maalesef kaçınılmaz oluyor. Felaket sonrasında yanıp yakılmaların da hiçbir yararı olmuyor!.. Dün İzmir’de müşahede ettiğimiz durumun özeti budur...
Tekrar İzmir’e ve bütün Türkiye’ye geçmiş olsun. Allahü teala beterinden muhafaza eylesin. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabırlar, yaralılara da acil şifalar diliyoruz.

 

 

İsmail Kapan / Türkiye Gazetesi

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat