Kadınlar olmasa çok güzel din aslında

  • GİRİŞ08.10.2019 10:33
  • GÜNCELLEME08.10.2019 10:47

Belki bir kez daha yazmışımdır. Türkiye’nin en yetkin fıkıh hocalarından biri olan Prof. Dr. Yunus Apaydın, şöyle demişti: “Fakih, olanla fıkheder.” Hocaya, “Ne demek istiyorsunuz hocam?” diye” sorduğumda cevap şöyle gelmişti: “Mesela kadınların sosyal hayata katıldığı, çalıştığı, kamusal alanda var oldukları bir dünyada buldum ben kendimi. Dolayısıyla bana düşen ‘bu verili durumun’ fıkhını üretmektir. Yani ‘olmayan bir durum üzerinden gelişen’ değil, ‘olanın hukukunu üreten’ bir ilimdir fıkıh.” 

 

 

Bu, burada bir dursun; biz şuradan ilerleyelim ve bir soru soralım: Bugün üniversite bitirmiş ve evliliğe adım atacak dindar bir gencin “eş arayışındaki kriterleri” arasında eş adayının bir meslek sahibi olması ve çalışmak isteyip-istemediği var mı yok mu?

Soru sormaya devam edelim: Eş adayının çalışmasını isteyen dindar erkekler bize “verili bir sosyoloji” üretmiş olmuyorlar mı? Bu durumda fıkıhçıya düşen “kadınlarla erkeklerin birlikte çalıştıkları bir dünyanın fıkhını üretmek” olmuyor mu?

 

 

Kafa mı karıştırdım? O halde biraz daha karıştırayım. Mesela iş KADEM’i eleştirmeye geldiğinde son derece cevval birer eleştirmen kesilen erkekler (ki haklı ya da haksız olabilirler bu eleştirilerde, orası bahsi diğer) iş evlilik tercihine geldiğinde niçin “kadim” olanı hatırlamak yerine “modern” olanı tercih ederek “çalışan eş” istiyorlar?

Hadi eli artırayım. Para kazanmak, çalışmak, ev geçindirmek, krediyle ev almak gibi konularda seküler hayatla kavga etme cesareti olmayan, -cesaretleri olsa bile kendilerini dinleyenlere pek de söz geçiremeyen- televaizler, mesele “kadınlar” olunca niçin eşsiz bir şecaatle “kadim olana davet” ediyorlar dindarları?

Çünkü “kadın üzerinden geliştirilen dindarlık” son derece kolay bir şey… Ticaret üzerinden dindarlık geliştirmeye çalışmaktan daha kolay mesela. Zira ticaret üzerinden dindarlık geliştirmeye çabalasa sevgili televaizimiz, bir süre sonra “sistemi ayakta tutan bağışlar”ı yapan zengin tacirlerimiz sohbet halkasını terk edecekler muhtemelen. Kendisini destekleyen “firmaların” reklamlarında “takır takır” kadın bedeni kullanıyor olmalarına gram ses etmeyen televaizlerimiz bin yaşasın yine de.

Dini ve dindarlığı “yaşanması gereken eksiksiz bir hayat tarzı” olarak tanımlamak yerine “iktidar alanı” olarak tanımlamanın yan etkisi bu. En kolay sertlik görece “sessiz ve savunmasız olanlar” üzerinden gerçekleşir. Bireysel fıkhi tercihler inşa etmek kolay! Kadınlara yükselmek kolay! O halde vur gözüne gözüne.

Benim “sosyolojiyi ıskalamak” dediğim şey tam da budur aslında. Türkiye dindarları bugün eşi çalışmasa evini geçindirmekte zorlanacak bir topluluktur ve bu son derece modern bir durumdur. Bununla yüzleşmek yerine söz konusu kadınlar olunca “en kadim ve yıpranmış gelenekleri” din adı altında konuşmak daha kolayımıza geliyor. Mesele budur bir yanıyla.

Hadi güncel örneği de vereyim. İnsanlara itibar suikastı yapmasıyla ve tezlerindeki intihal iddialarıyla gündeme gelen biri var. Adı Ahmet Şimşirgil. Bundan bir önceki Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Görmez Hoca’ya mesnetsiz şekilde attığı kurşunlar hepimizin aklında. Bir çeşit sniper gibi çabalamıştı. Şimşirgil, AK Parti Grup Başkanvekili ve Tokat Milletvekili Özlem Zengin’in kendisini Tokat Kitap Fuarı’nın etkinliklerinden çıkardığı vaveylası kopardı bir iki gün önce. Ve tabii ki bunu yaparken İstanbul Sözleşmesini, KADEM’i falan karıştırdı işin içine. Çünkü kolay olanı buydu.

Doğrusu, Şimşirgil’in kitap fuarı etkinliğinden çıkarılma gerekçesini de bilmiyorum, bu çıkarılmada Özlem Hanım’ın bir dahli olup olmadığını da. Üstelik -intihal mintihal de olsa- bir eser sahibinin kitap fuarlarında kendisini ifade edebilme hakkını sonuna kadar savunuyorum. Ancak Şimşirgil’in “beni KADEM karşıtlığım yüzünden fuardan çıkardılar, beni İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıktığım için engellediler” sözlerine de zerre itibar etmiyorum.

Kim bilir, belki de asıl sebep, FETÖ’cü olduğuna zerrece inanmadığım Şimşirgil’in bütün yazarlık kariyerini FETÖ’cü ve an itibariyle yaşadığı yurt dışından Türkiye’ye ateş edip duran bir kadın editöre borçlu olmasıdır. Ya da tamamen başka bir sebep vardır. Belki de “kendi kitlesini konsolide etmek için bütünüyle saçma bir yerden” konuşmasıdır sebep.

Diyeceğim odur ki lütfen dikkat edelim “kadınlar olmasa çok güzel din aslında” diyen adamlara… Belki de bizden saklamaya çalıştıkları şeyler başkadır. O delikten bile bile sokulmanın âlemi yoktur. 

Yeni Şafak 

Yorumlar1

  • ayşe 4 yıl önce Şikayet Et
    dahasını ben söyleyeyim 28 şubatta kızlar baş örtülü oldukları için okuldan atıldığı o süreçte pek çok dindar erkek eş seçimi yaparken çalışması kriterdi. dindar olması ikinci planda kaldı belkide.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat