Stratejik bir yalancılık…

  • GİRİŞ02.07.2021 11:27
  • GÜNCELLEME02.07.2021 12:22

Okudukça ve tecrübelerini artırdıkça insanın düşünceleri de durduğu yerde durmuyor elbette…

Rus asıllı Fransız filozof ve Bilim Tarihçisi Alexandre Koyré’nin, “Yalan üzerine düşünceler” isimli çalışmasını tanımamla birlikte, “yalan” olarak tarif edilen ve neredeyse dünyanın her yerinde ahlaki açıdan ciddi bir sorun olarak telakki edilen şeye, birilerinin çok farklı misyonlar yükleyebildiğini fark ettim…

Ve elbette orta yerde bunca yalancı ve yalan varken, “yalanın tarihi”ni incelemek benim açımdan oldukça farklı bir anlam kazanmaya başladı; -hakikatin buna ihtiyacı olmasa da-hakikatimi savunma arzusuyla birçok yazı yazdım, kavram üretmeye çalıştım…       

2011 yılında, “12 Haziran Seçimi ve 'MİTOMANİ'” başlıklı bir yazı yazmışım mesela…

Şimdi bu başlığı tashih etmem gerektiğini düşünüyorum…

Çünkü “politik yalancılık” olarak karşımıza çıkan şeyi, “mitomani” olarak yorumlamanın meseleyi, “özrü kabul edilebilir bir hastalık durumu”na indirgediğini fark ettim…

Oysa bugün de devam eden bu “stratejik yalancılık” yalanı bile-isteye ve taammüden kullanıyor…

İkisi arasında çok ciddi fark var…

Bu “taammüden yalancılık” toplumun hakikatlerini, dolayısıyla da bütün değerler sistemini hedefine koymuş vaziyettedir…

Mademki bilinçli bir yalancılık vardır, o halde yalancının bu yalancılıktan muradı nedir?      

Çok açık; mumu sönünceye kadar, oluşacak zihni alaca karanlıkta, düşünme halini kaplayan sis bulutunda ya da bulanmış suda kapabildiği kadar çok kütük kapmak veya tutabileceği kadar balık tutmak…

Oysa yaşanan “hakikat çürümesi ya da gerçeklik krizi” sadece yalanla ikna olana ait değildir…

Bu tabloda yalancı da kendi bindiği dalı kesmektedir; Nasrettin Hoca’nın köylüye yaptığı yangın testinde olduğu gibi…

Alexandre Koyré’de mezkûr kitabında, Almanya’da Otto von Bismarck ile başlayan ve Hitler’in Propaganda Bakanı Dr. Paul Joseph Goebbels’le zirveye çıkan stratejik bir yalancılığın, nasıl bir yıkımla sonlandığının fotoğrafını çeker adeta…

FETÖ’de, hücre yapılanması ve ezoterik iletişim biçimiyle yalanı bir stratejik enstrüman olarak kullandı…

Daileri fedailerine, yukardakiler hiyerarşik olarak altlarına hep yalan söylediler ve hiç biri diğerinin ne kim olduğunu nede gerçekte ne düşündüğünü bilemedi mesela…

Dolayısıyla da ana taşıyıcıları yalanla örülen bir yapı, 15 Temmuz 2016’da büyük bir toz bulutuyla çöktü ve ne yazık ki bu toz bulutu birçok masumu da içine alan dinginleşmesi uzun sürecek, tahribatı yüksek bir hotuma dönüştü…

Yalan, sebepsiz yere “kötülüklerin anası” olarak tarif edilmediği için binası da olmuyor; olduğunu zannedenler de bir gün yıkıntılarında ya kendilerini ya da sevdiklerini arar halde buluyorlar…

Merkezi gücün etkisiz kılınmasını ve isyankâr merkezlerin gelişmesini isteyen “taammüden yalancılık”, hakikati sabote etmek isteyenlerin elinde patlamaya hazır bir bomba gibidir…

Bu yünüyle yalancılık, tam bir “yalan terörü”ne dönüşmüş ve çağının -Post-Truth- hakkını teslim etmektedir…          

Günümüzde “politik yalan”a dair “günah duygusu” neredeyse tamamen ortadan kalmış gibi görünse de, “yalan bumerangı” fırlatıldığı noktaya mutlak dönmüş ve fırlatıcısını vurmuştur…

DİRİLİŞ POSTASI

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat