Bir devlet zayıfladığında
- GİRİŞ27.10.2025 09:06
- GÜNCELLEME27.10.2025 09:06
Tarih bize hem zayıf hem de güçlü bir devletin bütün zaaflarını ya da kudretlerini gösteren güçlü bir ayna gibidir.
İdeolojik ya da duygusal değil de metodolojik, mukayeseli okumalar yapıldığında bize, gerçeğe yakın şeyler söyleyecektir.
Zira, “Geçmiş ile tarih aynı şey değildir.” dedirten zaaflardan da olabildiğince arınacaktır yazılan tarih.
Tarih, gelecek nesilleri sadece zaferleriyle eğitip motive etmez.
Yenilgiler ya da yenilgiye götüren olay ve kişiler de çok büyük dersler verir.
Fatih ve Kanuni kadar III. Selim ve sonrasındaki padişahlar ve diğer devlet adamlarının da çok iyi bilinmesi gerekir.
Birinden bakanlar sadece ihtişamı, diğerinden bakanlar ise sadece yenilgi ve zafiyetleri öne çıkarıyorlar.
Bu yazı, “Bir devlet zayıfladığında neler oluyor ya da zayıflamaya nasıl gidiyor?” kısmına odaklansa da güçlü devleti var eden koşullardan bihaber değildir.
Hele de Osmanlı’nın ihtişamlı günlerinden hiç değildir.
Şimdi III. Selim döneminde çok görünür olmaya başlayan o zaaflardan bazılarını ifade etmeye çalışayım; elbette ibret vesikası olarak.
Bir devlet zayıflamadan önce insanı zayıflıyor kuşkusuz.
Karakteri, ahlakı çürüyor.
Ruhu küçülüyor, nefsi büyüyor.
Çıkarları için, hırsları için hem kendinin hem de kendini yaşatan bütünün rişte-i ikbalini kesiyor.
Devletinin verdiği görevleri -ki onları da binbir türlü entrika, rüşvet ve desise ile elde ediyorlar- ve ondan aldığı gücü nefsi için kullanıyor ve devletini "zalim, adaletsiz" derekesine indiriyorlar.
Edouard Driault bir Fransız tarihçi olarak arşiv belgelerine ve dönemin Fransız büyükelçisi Sebastiani’nin raporlarına yansıyanlar üzerinden çok önemli hakikatler aktarıyor.
Üretemeyen, ilmi üstünlüğünü kaybeden bir devletin, kendi eliyle zayıflatılan otoritesinin derin izlerini yansıtıyor.
Daire-i adalet ile anılan bir Osmanlı bile insanı bozulunca ne hele geliyor ve Ruslar karşısında büyük hezimetlere duçar oluyor.
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, Bulgaristan’da Pazvanoğlu, Sırbistan Beyi Kara Yorgoviç, Yanya Valisi Ali Paşa’nın zayıflayan bir devlet otoritesinden kendi payına düşeni alma hevesleri ve hırsları da bu sürecin acı gerçekleri oluyor.
Zaafların farkına varan Ruslar ise Balkanlar’da adeta para akıtarak espiyonaj faaliyetlerine girişerek Ortodoks inancına sahip toplumları tahrik ediyorlar.
Balkanlar’da Sırplarla başlayan bütün bağımsızlık ilanlarının, isyanların arkasında Ruslar vardır bu sebeple.
Katarina ve Petro’nun hayali olan “Rum Projesi”nin ve “Bizans Yolu” hayalinin yolları da bu zeminde döşendi ne yazık ki.
Küçük Kaynarca ve Yaş Antlaşmaları Yunanistan’ın bağımsızlığı ve Ortodokslar için büyük bir milat oldu.
Edouard Driault: Osmanlı’nın yıkılışının ta 1800’lerde kaçınılmaz bir mukadderat olduğunu ifade ediyor.
Maaşlı hale gelen Yeniçerilerin ise artık bir güç değil, zaaf halini aldığı çok açıktı.
Osmanlı, Rus yanlısı sefirleri değiştirmekten bile aciz hale gelmişti.
Rus yanlısı Prens İpsilanti ve Morousi grevden alındığında, Rusya’dan gelen bir ültimatomla tekrar görevlerine iade edilmeleri bunun çok acı bir örneğidir.
Kendi paşasına ve valisine bile güvenemeyen III. Selim ancak Fransızların desteği ile bir adam atabiliyor.
Sultan’ın 1806’da bizzat Napolyon’a yazdığı mektuplar da bunun işaretidir.
Tabii Napolyon da bu desteği “doğu siyaseti” çerçevesinde veriyor ve İstanbul’u bir gün kendi payitahtlarından biri yapma hayali taşıyor.
III. Selim’in sonu da malum zaten.
Zayıf bir bünye nasıl ki mikropların kazançlarıyla hastalıklara duçar oluyor ise zayıf devlet de aynı kaderi yaşıyor kuşkusuz.
Tarih ibret vesikalarıyla dolu.
Tarihi olmayan bir zihin kördür.
Rabbim zayıflığın ürettiği -ruhsal ya da bedensel- tüm hastalıklardan bizi muhafaza eylesin...
Yeni Akit
Yorumlar2