“Dava” Anayasa ile bitmez !
- GİRİŞ29.04.2010 00:04
- GÜNCELLEME29.04.2010 00:04
Ya Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bakanına atılan yumruk, ya Ahmet Türk’e atılan yumruk, ya Giresun’daki önceden yazılabilen olay bir “Dava”nın uygulama parçaları ise ?
Ya bunlar planlanan daha büyük bir provokasyonun provaları ise ?
Benzeri olayların tekerrür etmemesi için ayrıca önlemler alınması gerekliliği doğmuş demektir.
Eğer bu bir “Dava” ise...
Bu anlayışın, Silivri dışındaki uzantılarını gelecekte de heveslendirecek yapılanmalarla alakalı değişim devam etmelidir.
Türkiye’de “halka rağmen”, güya “halk için”, kendini “hukuka rağmen” görevli sayma dönemi bitmelidir.
Hukuk devleti özelliklerini güçlendirerek sürdürmek, totaliter eğilimlerden tamamen kurtulmak, demokratik anlayışın yerleşmesini sağlamak için reformlar devam etmek zorundadır. Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu gerçeği bu tür zihinlerin genlerine işlemelidir.
Ne gibi önlemler alınmalıdır, sorusunun yanıtı için olayın demografisini inceleyelim.
Sanıklara meslekleri yönüyle şöyle bir bakalım, karşımıza kimler çıkıyor ? Rektörler, öğretim üyeleri, generaller, subaylar, gazeteciler, sendikacılar, vakıf kurucuları, dernek mensupları vs vs ...
Bu meslekler tablosu bize, Türkiye’de hangi alanlarda değişimlerin devam etmesi gerektiğine dair ışık tutuyor.
Demek ki orduyu, medyayı, sivil toplum örgütlerini ve yüksek öğrenim kuruluşlarını “çağdaş medeniyet seviyesinin” de üstüne taşıyacak reformistik çalışmalar yapmamız gerekiyor.
Yargının güçlenmesi değişimin en önemli adımı olarak ön plana çıkıyor. Yargının egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu hissetmek suretiyle, gerçek bağımsızlığına kavuşmasının önü anayasa değişikliği ile açılıyor.
Bu önemli adım, ne kadar önemli olursa olsun, Silivri meslekler tablosunun işaret ettiği diğer alanlardaki değişimlerle devam etmezse eksik kalacaktır.
Çünkü toplumu kaşıntılı hastalıklara yakalatmanın en kolay yolu bu noktalardan geçmektedir.
Yerli yabancı senaryo yazarları medyayı, sivil toplum örgütlerini, sendikaları, üniversiteleri ince ince provoke edip emellerine ulaşmaya alışmışlardır.
Değişimle birlikte soğuk savaş dönemlerinden kalma yapılanmalar modernize olmalı, başarının önü açılmalı, Türkiye fırsatlar ülkesi haline gelmeli, çağdaş medeniyet seviyesinin de üstüne çıkmalıdır.
Örneğin yüksek öğretim ve üniversitelerle alakalı problemler mutlaka çözülmelidir. Bugün ülkemiz her ilinde en az bir üniversiteye sahip düzeye gelmiştir.
Fakat ne zaman yeni bir üniversite açılmaya kalkılsa, elitist sosyal faşistlerden çıkan “Efendim, öğretim üyesi yok ki. Yeterli sayıda öğretim üyesi bulmadan nasıl üniversite açıyorsunuz?” gibi cızırtılı sesler hala kulaklarda.
Bazı devlet üniversitelerinin, yeni kurulduğunda vakıf üniversitelerine yaptığı üvey evlat muamelesi de hatırlarda.
Kemal Alemdaroğlu’nun görevlendirme yapmadığı, vakıf üniversitelerinin İstanbul Üniversitesi’nden yeterince öğretim üyesi alamadığı günleri unutmadık.
Üniversitelerde “bizden olanlar”, “bizden olmayanlar” kavramı olmamalıdır. Akademik hayatta başarı sadakate değil liyakate dayanmalıdır.
Liyakat kültürünün ön planda olduğu yerde senaristler başarılı olamaz, provokasyonlar yapılamaz. Herkes kendi işine bakar.
Bugün bazı mahfellerin anlayışı öğretim üyesi adayı genç zihinlerin önüne, yabancı dilde yeterlilik, üniversiteler tarafından belirlenebilen yükseltilme kriterleri, doçentlik sınavı gibi “sadakate zorlayan engeller” koymaktadır.
Hiç üniversitede çalışmadan doçentlik sınavına başvurup doçent olunabilmekte, sonra da yine hiç üniversitede çalışmadan, günlük hayatta bu unvanı kullanmak mümkün olabilmektedir.
Üniversitede olmadığı halde, ayrıldığı halde doçent, profesör gibi unvanların kullanılabilmesi nasıl bir uygulamadır?
Yetmiyormuş gibi yurtdışından alınan öğretim üyesi unvanlarının denkliğinin tayini gibi bir başka ucube uygulama da sürüp gitmektedir.
By-pass ameliyatı olan, doğu illerimizden bir dostumla konuşuyorduk. Ne ameliyatı oldun dedim. Espri ile karışık şöyle bir poz verdi. “Boy-pos” ameliyatı dedi.
O aklıma geldi. Bu kadar çok by-pass’ın yapılabileceği, boy-pos’un ön plana çıkabildiği bir sistem o kadar çok provokasyoncu senaristlerin ağzını sulandırır.
Şimdi, iktidarın halk için, demokrasi için, çağdaş medeniyet seviyesini geçen Türkiye için yüksek öğretimde bir değişim başlatması gerekiyor.
Nasıl bir değişim ?
Onu da bir başka yazımızda ele alacağız...
Prof. Dr. Kenan ULUALP / Haber 7
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol