Ahmet Altan birdenbire Deniz Feneri davasına ilgi duymaya başladı. Önce gazetesinde haberler yayınladı, sonra da seri köşe yazıları ile sıkı AK Parti karşıtlığına geçişin işaretlerini vermeye başladı.

Bu ani değişiklik bize Milan Kundera’nın “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”ni anımsattı. Kitap zannediyorum 1988’de Philip Kaufman’ın yönetmenliğinde bir sinema filmi haline de getirildi.

Kundera kitabın arka kapağına “Ne yapacağını bilemeden bir avlunun karşı tarafındaki duvara dalıp gitmek; bir aşk anında karnındaki inatçı gurultuya kulak vermek; ihanet etmek; ihanetin göz kamaştırıcı yolunu terk edecek gücü kendinde bulamamak; Büyük yürüyüşte kalabalıklarla birlikte yumruğunu havaya kaldırmak; gizlenmiş mikrofonlar önünde espri gösterisi yapmak bu durumların hepsini tanıdım, hepsini yaşadım... Romanlarındaki kişiler kendime ilişkin gerçekleşmemiş olabilirliklerdir. Her biri benim ancak kenarında dolaştığım bir sınırı aşmıştır“ diye not düşmüş.

Bilse belki de Ahmet Altan’a ithaf ederdi arka kapaktaki paragrafı...

Gazetecilik zor iş. Gazeteci hastane acillerinin kapılarında, emniyet birimlerinin dibinde, ünlülerin peşinde, siyasetçilerin izinde, ülkenin ve dünyanın her yerinde ayak patlatır, ayakkabı eskitir.

Gazetecilik haber ajanslarından “kopyala-yapıştır” yapınca biraz kolaylaşır. Kolaylaşır da bu yöntemin, haberi diğer gazetelerin de yayınlaması “yok aslında birbirimizden farkımız..” durumuna neden olması gibi sıkıcı bir dezavantajı vardır.   

Fakaat...

Bazen piyango vurur. Postadan (!) çuvalla belgeler çıkar. Adresinize videolar, gizli memo’lar, CD’lerden oluşan hazineler gelmeye başlar. Yazarlardan birinin eşi CIA ajanı diyenler falan olur ama olsun bir anda gazeteci de gazetesi de gündemde en tepeye oturur ya. Su aktıkça değirmen döner ya.

Fakaat..

Değirmenin suyu kesilince yandı gülüm keten helvası. Postacı artık gelmez olunca, maillerin, CD’lerin ardı arkası kesilince suratlar asılır. İş başa düşer. Eh! Bu yaştan sonra gazetecilik yapmak da zor...

Havaya girenler ben büyük gazeteciyim diyenler, rap rap yürümeye başlayanlar, gündemi ben belirlerim diyenler tam da bu noktada inişe geçmeye başlarlar.

Ne yapalım. İktidara saldıralım rating’imiz devam etsin.

Ne imiş efendim, savcılar neden görevden alınmış. Yahu kardeşim sana mı düştü koskoca savcıları savunmak. Haksız hukuksuz bir durum olsa savcılar bilmiyor mu hukuk çerçevesinde haklarını aramayı?

Ahmet Altan “Bu savcıların Tapu Kadastro’ya gönderilen bir evraktaki bazı maddelerin üstünü kapamaları “belgede tahrifat” olarak kabul edilmişti HSYK tarafından ama İstanbul Başsavcı Vekili Fikret Seçen HSYK’ya yazdığı bir yazıda “Ergenekon savcılarının da aynı uygulamayı” yaptığını açıklıyor. Hükümet, Ergenekon savcılarının yaptığını normal karşılayıp, Deniz Feneri savcılarını görevden almayı nasıl açıklayacak” diyor.

Nereden biliyorsun arkadaş. Ergenekon savcıları ile alakalı aynı doğrultuda bir şikayet mi olmuş da hükümet gereğini yapmamış. Şaşılacak bir mantık! 

Hiç dertlenme Ahmet Altan, bu durum senin dediğin gibi ne HSYK ne Adalet bakanı ne de hükümetin başını derde sokmaz. Hukuk uygulanmış.

Başka benzeri durumlar varsa onlarda da hukuk uygulanır.

Hevesle başlıkları yazmışsın “Deniz Feneri ve AKP”, “Generalleşen İktidar”... En manidarı da “İsrail ve Deniz Feneri” olmuş.

İyi de bu davanın başlangıcı Aydın Doğan’ın pek sıkı fıkı olduğu Almanya’ya uzanıyor. Değil mi?

Almanya deyince haydi göreyim seni bir yazı daha yaz başlığı “Taraflı Springer Medyası” olsun. 

Okur enayi değildir... Yazar bir yazar okur bin okur... Sorgular...

Deniz Feneri gibi kuruluşlar bin türlü engele rağmen dünyanın her tarafına bizzat giderek yardım eli uzatırken...

Türk insanını tanıtırken... Kelime anlamında kapı kapı  gıda giyim sağlık şefkat dağıtırken,

Okurlar,

Ahmet Altan’ın İstanbul’daki rahat koltuğundan yazdığı yazılardaki dayanılmaz hafifliği algılar.

Prof. Dr. Kenan Ulualp - Haber7
ulualp@kenanulualp.com