Diyar-ı Gaflet'e varışımızın hikayatı
- GİRİŞ05.05.2011 11:00
- GÜNCELLEME05.05.2011 11:00
Haber 7 Dayısının başı bugünlerde pek müşkül, ‘GYY'ye bela gelmez gelmez Hak yazmadıkça, Hak bela yazmaz GYY azmadıkça’ diye başına ekşiyip pala ile dürtüp, bir yandan keskin kısmı ile yüzünün sağ tarafını tıraş eylerken bir yandan da, “bundan keskin Sırat var bre ne bağırırsın’ diye eğleşirken “Sen kendi başındaki belalara bak, Allah da seni Gafillere komşu eylesin de gör gününü” diye beddua etmesin mi!
Korsan kulunuz, yedi başlı deniz yılanından korkmaz bedduadan korktuğu kadar… Başına gelen bilir kim dünyada en büyük bela, kabul olan bedduadır…
Hani kılığına, kıyafetine baktığımızda duası kabul olacak bir kul hali arz etmese de bedduasının kabul olma ihtimaline karşı kendisinden bir süre uzak kalmayı tercih edip, deryaya yelken açtım.... Hay ayağım kırılsaymış da yanından bir adım öteye adım atmasaymışım….
Online tarafından Tıkistan'a gitmek için müsait rüzgâr bekliyordum. Neden sonra rüzgar başladı ve yelkenleri fora eyledim... Tıkistan kıyılarına iyice yaklaşmıştım ki “tûfân-ı fîl” kabilinden müthiş bir kasırga koptu. Nasıl misal versem ki siz bu belayı zihninizde canlandırasınız desem hani Japonya'yı deprem sonrası silip süpüren tsnami denen dalgalar var ya onların yüzlercesinin ard arda geldiğini hayal edin... Öyle bir kasırgaki Sinbad bile böylesinin içine gark edilmemiştir... Velhasıl kasırga bizi esir eyleyip sürüklenmeye başladı.
Öyle bir rüzgar ki katiyen göz açtırmıyor… Sanırsınız ışık yılı hızıyla sürükleniyoruz… Atlas Okyanusu'nda kopan fırtınalar, bizi sürükleyen fırtınanın yanında üfürük gibi kalır… Dağlar gibi dalgalar kadırgalarımızın üstünden aşıyor, kadırgalarımız denize düşmüş fındık kabuğu misali bir o yana bir bu yana savruluyor…. Şimdi size böyle saatlerce sürüklendik desem bile inanmanız güç gelecek ama biz bırakın saatleri günlerce böyle savrulduk… Gündüzler geceden fark edilmiyor, kadırgamız zebûn oluyordu. Kamaralarımızdaki eşyalar güverteye, güvertedeki eşyamız ise deryaya dökülüyordu. Allah'ın kazasına rıza gösterip rüzgâra tâbi olurken bir yandan da “Bu fırtına Haber 7 dayısının bedduasından müsebbip ise döner dönmez pala ile tıraş ettiğim yanaklarını bu kez tamamen yerinden kazıyacağım, ne nefret varmış köftehorda” diye için için kin zikrediyordum…
Bu minval üzere yaklaşık bir hafta miktarı sürüklendik. Derya üzerinde daha önce görmediğimiz türden acayip ve garaip mahlukat boy gösteriyor, insanın kanını donduran ejderhalar uçuşuyor, görenin altını doldurmasına yetecek korkunçlukta yılan balıklan, (bereket kasırga nedeniyle içimizde ne varsa daha önce boşaltmış ve fırsat bulup lokma yiyememiştik – şükre bakıp vehameti anla artık ey kari -) ve dahi dev gibi kaplumbağalar yüzüyordu ki aslında bu şükredilecek bir haldi. Demek ki karaya yakındık…
Filhakika karşımızda Gafletistan (bu diyara bu adı sonradan biz verdik ama siz niye böyle dediğimizi ilerideki yazılarımda anlayacaksınız) sahilleri görünüyordu. Amma kıyıya yanaşmak gayetle tehlikeliydi. Beş kulaç su bile yoktu. Nihayet Allah'ın inayetiyle cezir zamanı erişti, rüzgâr dindi. Münasip bir yer bulup sahile yaklaştık. Ertesi sabah mayna edip kıyıya çıktık.
Acayip sıcaktı ki sanırsınız kasırga bizi almış cehennem sahillerine kondurmuş. Hepimiz sıcaktan üryan denecek kılıktaydık. Leventlerin kimi varil, kimi tulum hazırlayıp birbirleriyle helâlleşiyorlar, bu vaziyet gözlerimi yaşartıyordu. Hepsiyle tek tek helâlleştim. “Bu hengâmeden kurtulursam, fakirlere on bin altın bağışlamayı adadım.
Sahilde dümenleri kırılmış, yan yatmış, iskeletleri çürümeye yüz tutmuş kadırgalar vardı. Çok malzeme kaybetmiştik. Pusula ve saatlerimizin bir kısmı işlemez haldeydi. Ancak ümidimi kesmiş değildim. Tek tesellim, leventlerimden hiçbirini kaybetmeksizin, bu vartayı atlatmış olmamızdı…
Sıcağa bedenimiz alışır gibi olduktan ve dahi sahile yakın bir yerde içilebilir su, avlanıp eti yenebilir kuşlar bulduktan sonra leventlerimden biri daha önce bu kıyılara geldiğini hatırladı. Onun hafızasında kalanlara göre, burası, daha önce size adiliklerini zikrettiğim Adi hergelesinin Donanmasına dahil etmek isteyip, ‘bunlara bizim dediğimizi yapmaz, bildiğini okur’ diye etmekten vazgeçip, kıçlarına tepik atmayı tercih ettiği limanlardan biriydi! Aslında bu durum, bu diyar ahalisinin öyle ya da böyle mert karakterli olduğunun işaretiydi… Ama gel gör ki cahilin mertliği alimin namertliğinden daha vahim bir haldi…
İş bu kanaate nasıl vardığımızı da anlatacağım ama şimdilik biraz daha müsaade edin, ben de bu arada geriye dönüş için atam Piri Reis’ten kalan haritalar üzerinden nerede olduğumuzun koordinatlarını bulmaya gayret edeyim…
Şimdilik esen kalın, Hüda’ya emanet olun…
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol