Ekonomik saldırı ve savunma dinamiklerimiz

  • GİRİŞ04.12.2016 09:56
  • GÜNCELLEME04.12.2016 13:59

Dünya ekonomik bir krize girdi deniliyor. Ve bu arada Türkiye’nin ekonomik saldırılarla çökertilmek istendiği söyleniyor. İşin uzmanları tedbirler peşinde. Ne yaparsak bu tür saldırılara karşı mukavemet edebilir ve yenik düşmekten kurtuluruz? Elbette bu da bir çare arayıştır. Fakat asıl bulunması gereken çare herhangi bir saldırı olmadan da ekonomiyi sağlam temellere oturtmaktır.

Ne sadece emeği ne de sadece sermayeyi esas alan sistemlerin istikrarlı bir ekonomik zemin oluşturmalarının imkânsızlığını son iki asırdır acı tecrübelerle ve insanlık çapında yaşamış bulunuyoruz. Komünizmin gayr-i tabii teklifleri de kapitalizmin istismar ve sömürüye dayalı dayatmaları da insanlığa refah ve mutluluk vadetmekten uzaktır ve uzak kalmaya da mahkûmdur. Sermaye ile emeği birbiriyle çatıştıran veya birinin lehinde diğerinin aleyhinde kalmaya mahkûm kılan zihniyet insanlığın hüsranını hızlandırmaktan başka bir işe yaramamıştır; bundan böyle de yaramayacaktır. İstikrarı, emek ve sermaye arasındaki dengede aramaktan başka çare yoktur.

Faiz emeğin en büyük düşmanıdır. Borçlandırma yoluyla yapılan tefecilik ise sadece emeğin değil aynı zamanda her türlü ahlaki ve insani değerlerin en acımasız tahripçisidir. Faizle verilen krediler, müteşebbis için teşvikten çok tenkil işlevi görmektedir. Kapitalizm sahte bir dindir. Mabetleri ise bankalardır. Sigara paketlerinin üstüne “sigara öldürür” yazıldığı gibi, her bankanın kapısına da “faiz süründürür” yazılmalıdır. Selamet isteyen faizden ve bankalardan uzak durmalıdır..

Faiz, iyiliğin, yardımseverliğin de en büyük düşmanıdır. Paradan para kazanan bir insan, bu hali bir hayat felsefesi haline getirince artık onun aklında ve mantığında karşılıksız infak etme, yardımda bulunma gibi pratiklerin bir karşılığı bulunmaz. Sosyal ilişkilerin bütünü onun için bir çıkar ve menfaat ilişkisinden ibaret kalır. Bu mantık ve yaklaşım tarzını kişisel olmaktan çıkarıp sistemleştirdiğinizde ve kurumsallaştırdığınızda ise karşınıza bugünkü haliyle Batı denilen zihni coğrafya çıkar. İmkânsızı mümkün kılmak nasıl muhalse Batı’dan insanlık beklemek o derece muhaldir.

Kapitalizmin temel ölçüsü tüketimdir. Bir insan ne kadar tüketiyorsa kapitalizm açısından o kadar değerlidir. Oturulan semt, semtteki site, kullanılan araba, tüketilen maddelerdeki marka ve kalite, kapitalizmde insanın değerini ele veren önemli ipuçlarıdır. Dini donanımların, ahlaki kazanımların, insani değerlerin hiçbir kıymeti yoktur kapitalizmin indinde. İsraf, saçıp savurma gibi insanı Allah’tan uzaklaştıran ve şeytana yakın kılan her fiil ve amel en makbul, en mergup ritüeller cümlesindendir bu sahte dinin tekliflerine göre.

Bu açıdan da, kapitalizmle mücadelenin ilk şartı faizle mücadele ise, ikinci şartı da mutlaka israfla mücadeledir. Bu her iki mücadele kazanılmadıkça da şu anda ülkemizin maruz kaldığı ekonomik saldırılardan yara almadan kurtulmamız ve sürekli bir ekonomik istikrar kazanmamız mümkün değildir.

Allame Hamdi Yazır’ın dediği gibi, masraf, yani harcamalar ya bir zaruret ya bir hacet veya bir hüsün, güzellik ve estetik için yapılır. Zaruri olan masraf yapılmazsa hayat mümkün olmaz. Mesela, ölmeyecek kadar yemek bir zarurettir. Hacet bulunan masraf yapılmazsa güçlük çekilir. Mesela, doyacak kadar yemek bir ihtiyaçtır. Tahsin, güzelleştirme adına yapılan masraf yapılmazsa güzel olmaz. Mesela, hoş yemek gibi. Fert ve cemiyetin kendi kazancına göre bu mertebelerden bir sınırı vardır. Şu halde, ne zaruret, ne hacet ne de hüsün olmayan, faydasız, muzır, gayr-i meşru cihetlere edilen harcamalar herkes için israf olduğu gibi, diğer insanlar zaruret ve ihtiyaç durumunda iken fazla yiyip içmek de hüsün değil israf hududuna dahil olur. Rahman’ın kulları faydasız, hayırsız yere masraf etmezler, hakkını da kısmazlar, ikisi arası denk olur. İşte iktisat denilen de budur.

Yetinme psikolojisi de denilen kanaat, iktisatlı davranmanın olmazsa olmaz şartıdır. Peygamberimiz Efendimiz, kanaat bitmeyen hazinedir, buyurur. “Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz” (Araf, 31) mealindeki ayetin gayet kapsamlı ve derin bir tefsiri olan on dokuzuncu Lema (İktisat Risalesi) da Bediüzzaman Hazretleri iktisat-kanaat, israf ve hırs gibi kavramlara enfes yorumlar getirir. Söz konusu yorumları özetleyen şu örneklemeyi aktarmadan geçmeyeyim:

Şimdi, iki lokma farz ediyoruz: Bir lokma peynir ve yumurta gibi mugaddi maddeden kırk para, diğer lokma en ala baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağıza girmeden beden itibariyle farkları yoktur, müsavidirler. Boğazdan geçtikten sonra, ceset beslenmesinde yine müsavidirler. Belki, bazen kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zaikayı (tat alma duygusunu) okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak ne kadar manasız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin.

Yazının tamamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat