'Ben doldurur, ben içerim!'

  • GİRİŞ02.03.2019 10:29
  • GÜNCELLEME02.03.2019 10:29

Bugünlerde ‘beka sorunu’ var mı yok mu tartışıyor siyasiler. Tıpkı 15 Temmuz’da alenileşen işgal girişimi gibi bir yanda yaşanan memnuniyetsizlikler varken bir yanda da devletin tamamına içte dışta kasteden güçler karşısında tuzaklara düşüp düşmeme arasında kaldık yine. 

Devletin bekasını tehdit eden küresel fitneyi görmemek veya bir partiye, bir lidere nefret intikam hırs gibi sebeplerle devleti hukuktan siyasete, orduya hemen her alanda istismar eden kadroların girişimlerinin üzerini örtmek elbet bize bir vebal yüklüyor. Ama ‘beka sorunu’muz bundan ibaret değil maalesef.

***

“Ebediyen baki olan aşktır” der Mevlana. Bekabillah, varlığın Hakla kaim olduğunun enfüste ve afakta ispatıyla, velayet emanetini alan er kişinin vuslatıdır der büyüklerimiz. Peki bu ulvi ve sanki bizim erişemeyeceğimiz kadar yüce sözler bizim dışımızda bir yerde mi tecelli etmektedir? Hayır derler, “olupdurur!”

Biraz tefekkür edince gündelik hayatımızın, tavırlarımızın, huylarımızın tamamında bu tecellinin merhalelerini görebiliriz. Nefsimiz hangi makamdaysa elbet o düzeyden.

Mesela devlet, aile, vatan gibi bugün her fırsatta “bireyin gelişimini engelleyen” unsurlar olarak görünen değerlerle olan ilişkimiz ‘beka’ yolculuğumuzun dışında değildir, anlarız.

Nefisten ruha süluk etme serüveni devlet yöneticiliğiyle de gerçekleşebiliyor kimileri için. Yöneticilerin seyr ü süluku yani aşk ve irfan yolculuğu adaletle hükmetmesindedir der büyüklerimiz. Akşemsettin’in Fatih için böyle dediği söylenir.

***

“Ebediyen baki olan aşka” gelince. Adaletle hükmetmek bir aşk yolculuğu olduğu gibi, maksat kendini / Rabbini bilmek ise, aşk hem farz hem sünnet bu yolda. Hem nesne hem özne. Elest bezminde ‘beli’ demişliğimizin an içre, şimdi, ikrar edilmesiyle gerçekleşen bir tür yok oluş hali aşk. Celalin de cemali kadar O’ndan olduğunu bilme ve hayatında nefsinde ispat etme hali. Tevhid.

Der ki yine büyüklerimiz; “Hakka karışma, O’nda fena bulma ve derken beka bulmadır bu vahdet bilinci. “Sen çıkarsan aradan kalır seni Yaradan” sözünün canlı halidir. Biz bunun neresindeyiz? Özellikle her türlü istismarı devletine milletine yapmaktan kaçınmayan hile ehli neresinde, bilemem. İlahi cümbüş, işin sahibi bilir muhakkak. Ama örneklerle tefekkür edelim en azından.

***

Nesimi’ye sormuşlar; yârin ile hoş musun? Hoş olayım olmayayım, o yâr benim kime ne! Ben doldurur ben içerim, demiş. Sığ anlamından ibaret olarak anlamak isteyenler için günahkâr Nesimi haram içmektedir ve bunu savunmaktadır. Bir de kafa tutmaktadır kime ne diyerek!

Yunus’un ‘bir ben vardır bende, benden içeri’ diyerek ipin ucunu gösterdiği benliksiz makamı, evet, seküler dilde anlatmaya kalksak: Fena makamında der büyüklerimiz, ben’in manası Hakka karıştığından (Bir kulumu sevdiğimde onun gören gözü, işiten kulağı olurum hadisinden mülhem) ve dahi ‘ben’ külli vücud olduğundan dolayı artık ben derken şahsi bir kastı olmadan her şeyi kast etmektedir Hak dostu.

Yani Firavun gibi ego (nefs-i emmare) merhalesinden söylenmiş benlik ve kibir dolu bir ben değil, benliğinden arınmış kâmil mertebesindeki zatların Hüve’deki ‘ben’idir bu derler. “Nefsim” deyince “ümmetim”i kast eden Resulullah’ın (sav) hakikatini tefekkür ederken İbn Arabi’nin de kâmil makamdaki zâtın nefesinde bütün kâinatın bir hardal tanesi olduğunu söylemesini de anmak gerekir.

***

Biz sıradan kişiler, elbet seyr ü süluk ehlinin nefis mertebelerindeki manalarını bilemeyiz ama pek güzel pek kibirli bir şekilde yorum yapar dururuz. Şöyledir böyledir diyerek, Nesimi’yi de küçümsemiş, harcamışız işte.

“O yâr benim, ben!” Diyor. Yâr’dan başka bir ben mi mevcud ki dışarıda? Ağyâr kalmamış, masivadan temizlenmiş gönül. Diyor bize. Celalde cemalde ‘bir’ gördüğüm, her nereye baksam O’nün yüzüdür diyor. Tevhid gerçeğini sadece tekrar edip durmamış, ispat etmiş. Yine bile tenezzül ederek tabii bizim seviyemize göre söylüyor.

Ne de olsa şu benim dersek ikilik olur, sahip olmak mülkün sahibi olarak nefsinde hak bulmak, Hakkı kendine izafe etmek elbette benlikli söylenmiş bir söz olur. Nesimi’nin mertebesinde, Hak dışında başka ‘hiçbir şey’ kalmadığında, (Allah vardı ve O’nunla beraber bir şey yoktu hadisini de düşünerek) her şey ‘bir’ olduğunda, şirk koşacak ikilik kalmamış iken: Yârin ile hoş musun sorusu bile ikilik anlamına geliyordur kuşkusuz.

Bir ben, bir de yârim var ise, nasıl kanıtlarsın “Leyla benim” diyen Mecnun’un sözündeki bir’lenmiş gerçeği? Yaşamadan? Ama biz anlayalım, tefekkür edelim diye şiire örtülü ifadelerle koyuyor erenler birkaç minik hece.

***

“O yâr benim” mertbesinde âinata sığmayan mümin kulun gönlüne yani “Kul Nesimi”nin gönlüne sığmış iken, “vay sen ilahlık tasladın” diyerek bunu işitenler hep oldu, olacak. Benlikli söz ile benliksiz söz arasında zira kelime farkı yok. Hal farkı var. Büyüklerimiz der ki, bilen zaten söylemez.

Erenlerin her okunduğunda farklı manalar verilmeye müsait bu söylemlerine en yüzeysel ve en şekilsel gerçeğin sığdığını sanan selefi kafalara açıklamak için tenezzül etmeleri ve kelimelerin örtüsüne bürünmeleri gerekir sabırla. Ki bu da onların marifetidir, Kul Nesimi’nin yaptığı gibi tam da.

Bizim geleneğimizde profesör olmaktan daha yüce bir mertebe var. Benliksiz ben makamına ulaşan Hak dostlarının makamı. Anlamamız gereken tam da burada işte: Devletin bekası, nefsimizin beka bulma yolculuğundan ayrı değil.

Gerçeğin anlamını geleneğimizden kopararak darlaştırmaya devam edersek, gönlün ihyası derken bir kez daha nefsimizin ihanetine rehin düşmeyelim! Devleti işgal etme hevesindeki tabiri caizse ‘nefs-i emmare orduları’ her cepheden atakta iken beka sorununa biraz daha geniş bir manadan bakalım. 

YENİ ŞAFAK

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat