İstanbul’u adaletle yönetmek fethin farzıdır

  • GİRİŞ01.06.2019 10:55
  • GÜNCELLEME01.06.2019 10:55

İstanbul’un fethinin 566’ncı yılı kutlanırken yine Fatih’in aynı zamanda gönülleri fethettiği söylendi. Şehri yönetmek gönülleri fethetmek imiş.

Şimdi savaş halindeyiz doğru. Ama adayın arkasında Ayasofya görüntülü seçim kampanyalarında İstanbul sanki düşmandan alınacak!

İşgal hırsıyla fetih olur mu bilmem. Hileyle, ele geçirme hırsıyla, düşman odaklarla ittifak etme marifetiyle, örgütlü saldırılarla, darbeyle, teröristleri desteklemekle, bomba yağdırmakla fetih olmayacağını bilecek kadar fazlasıyla tecrübem var.

53 yaşımdayım ve doğduğumdan beri bu şehirde yaşıyorum. İstanbul’un işgalini de gördük 15 Temmuz’da. Ama fetih 1453’den beri devam ediyor. Çünkü gönle bir sınır çizilemez ve fetih hiçbir zaman tamamlanmaz, gönül genişledikçe fetih devam eder. Peki, ne zaman genişler gönül? Sevdikçe.

Sevenler ihanet edemez, en fazla eleştirir, çözüme yöneltir. Mazlum olur, fedai olur, kurban olur. İşte İstanbul’un mazlumları ile zalimlerini ayıracak ince çizgi. Ve bunun partisi ideolojisi cemaati yok. Evet, savaştayız ve ihanet örgütlerine yem olmak istemeyiz eleştirilerimizle. Çünkü memleket söz konusu olunca sevgimiz de siyasetin ana malzemesidir.

Lakin İstanbul’u yönetenler hangi partiden hangi eğilimden olursa olsun her devirde rantçılığa devam etti, liyakat gözetmeden ihalecilere ve taşeronlara peşkeş çekti. Toprağı suyu havayı kâr malzemesi olarak pazarladı, sattı, kiraladı. Burada hiçbir istisna yok. Savaşları kazanınca bile gönül fethedilmeden zafer kazanmış olmadılar.

Dolayısıyla ihanetten ve zulümden bahsedeceksek bu şehir için de doğumundan beri geçerli. Misali fetih döneminden verelim. Ölçümüzün adalet olduğunu, adaletle yönetmenin fethin farzı olduğunu Abdullah Elmas ve Hüseyin Yılmaz’ın akademik çalışmasından alıntılayarak yeniden hatırlayalım:

***

“Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan sonra şehre bugünkü modern anlamda olmasa da ilk belediye başkanı olarak Hızır Bey Çelebi’yi tayin etmiştir. Nasrettin Hoca’nın torunlarından olan Hızır Bey’in dönemin en bilgin kişilerinden olduğu görülmektedir. O dönemde belediye adı verilen yerel yönetim birimlerinin olmadığı ancak ‘kadı’ların yargıçlık görevi yanında belediye hizmetlerini yardımcıları ile birlikte gördüğü anlaşılmaktadır.

Fatih Sultan Mehmet ile bir Rum mimarı arasında geçen ve Rum mimar lehine hükme bağladığı şu dava buna en güzel örnektir: Büyük bir abidenin inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Fatih bir Rum mimara teslim eder. Mimar da Fatih’in istediği gibi değil de bu sütunları üçer arşın kesip kısaltır. Fatih ceza olarak Rum mimarının elini kestirir. Rum mimar da Fatih aleyhine dava açar.

Bunun üzerine mahkemeye sevk edilen padişah başköşeye oturmak istemiş. Hızır Bey’in şu uyarısı ile karşılaşmış: “Oturma Beyim! Hasmınla mürafaa-i şer’i olacaksın, ayakta beraber dur!” Hızır Bey Çelebi, bu sanık padişaha haksız el kestirdiği için kendisinin de kısasa tabi olduğunu ve elinin kesileceğini bildirir. Fakat mimar kıssası istemediği için Fatih günde on altına mahkûm olur ve kısastan kurtulduğu için bu tazminatı kendiliğinden yirmi altına çıkarır (Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 2015).”

***

Evet, hepimizin kadı sicili tutanağıyla birlikte bir hakkaniyet rüyası var. İşte bir vatandaş olarak bu da benimkisi:

Ayasofya’nın işgal ve seçim malzemesi olmaktan çıkarak capcanlı bir cami olarak (bütün İsevi Musevi vs makamları kendi manasında cem ederek) dünyanın ve gönlümüzün merkezinde kan pompalamaya devam ettiğini görmek.

Üsküdar’ın, Taksim’in, Yenikapı, Maltepe veya herhangi bir meydanın insani bir estetiğe kavuşarak kendi çevresine özgü bir merkez olması. Örneğin bütün meydanlarda beton zemin ve kocaman çöp konteynerlerinden ibaret bir görüntüye mahkûm bir şehir âdâbı olmamalı.

Çevredeki her hareketin ahlâkî olarak içimizde bir yansıması olduğunun bilinciyle ortak bir kamu ahlâkı ve estetiği oluşturacak bir şehir kültürünün yaşantımızın tamamına odaklanması.

Motora, metrobüse, otobüse biniş iniş âdâbı, millet parkı ve sahillerde birbirine hürmet, paylaşım edebi ve kurallara uyma zorunluluğu, trafikte karşılıklı saygı.

Özellikle sahil ve taç tepelerdeki kazulet binalar ve çarpık yapılanmalar kaldırılarak gravürlerdeki İstanbul’un ortaya çıkarılması. Elbette geçmişin aynısı olmayacaktır lakin her alan kendi özelliğine uygun yapılanmaya tabi tutulmalı. Bu da bina ile çevre arasındaki ahengin ortaya çıkardığı ortak bir kamusal ahlâk ile mümkün.

Tadilatların şuursuzca ve binaların orijinaline zarar erecek şekilde yapılmasının önlenmesi.

Bu maddeler böyle devam eder gider. Gelgelelim bunların sürdürülebilir ve hakkaniyet çerçevesi içinde bir şehir üslubu, adabı, etik ve estetiği oluşturması ve şehrin kültür sanat ve maneviyat hayatının dosdoğru kurulabilmesi Hızır Beylerin kontrolüne tabi tutulmasıyla doğru orantılıdır kuşkusuz.

Savaş adalet için yapılır, işgal için değil. Azizlerin manasından doğan İstanbul kimsenin davasında siyasi simge değil, ol sultanın nefesindedir.

YENİ ŞAFAK GAZETESİ

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat