Kıymeti bilinmeyen bir kalem efendisi!

  • GİRİŞ19.05.2020 10:39
  • GÜNCELLEME21.05.2020 09:12

Karantinanın sunduğu geniş vakitten istifade ederek Yazar Mustafa Miyasoğlu’nun kitaplarını tekrar okuma imkânı buldum.

 

 

Edebiyatın birçok türünde derinlikli eserler kaleme alan Miyasoğlu’nu okurken değerlerimizin kıymetini bilemeyişimize bir kez daha ah çektim. 

Başta söyleyeceklerimi sona saklayarak öncelikle tam tanımayan okurlarımız için yazarın hayatının dönüm noktalarına değinmek istiyorum.

 

 

Merhum, TYB’de düzenlenen Gemuhluoğlu’nu anma programında ‘Fethi bey gibi aziz dostlar anıldıkça yaşarlar’ demişti. Biz aziz dostlarımızı analım ki ebediyen yaşasınlar inşallah.

GÜZEL İNSANLARIN GÖLGESİNDE

Mustafa Miyasoğlu 1946 yılında Kayseri’de bir bağ evinde dünyaya gelir. Annesi Ramazanın üçünde doğduğunu söyler. Doğduğu yıllar ülkenin en fırtınalı yıllarıdır. İkinci dünya savaşının olumsuz etkileri bütün yurdu sarar. Yokluk yoksulluk memleketi kuşatır. Tek partinin yanlış politikaları halka ağır faturalar ödetir. 

İnançlı insanlara uygulanan akıl almaz baskıların olduğu dönemlerde çocukluğu Gülük Camii’nde oyunlar oynayarak geçer. Kayseri’nin ileri gelenlerinden Abdullah Saraçoğlu’nun sevdirici müjdeleyici sohbetlerine iştirak eder. Bu sohbetler üzerinde öylesine derin tesir bırakır ki camiyi cemaati sever.

evrin kodamanlarına karşı Müslümanların haklarını savunarak çetin bir mücadele veren Saraçoğlu kendisinde ilk iz bırakan isimlerden biri olur.

Kültürünü Necip Fazıl’ın Büyükdoğu’larını okuyarak geliştirirken diğer yandan yakın komşuları ünlü tiyatrocu Hasan Nail Canat’ın tasavvuf ehli olan babası Hoca Emmi’den dini sohbetler dinler. Kayseri’nin ulularından tasarruf sahibi Cemil Baba’dan da nasiplenir. "İnsan, insanın gölgesinde yetişir" sözüne uygun bir şekilde güzel insanların gölgesinde çocukluğu ve ilk gençliği geçer.

EDEBİYATA YOLCULUK

Hayallerini ve hedeflerini de yanına alarak 1967 güzünde İstanbul’a, Edebiyat Fakültesi’ne okumaya gelir. Hukuk, İktisat, Siyasal, Tıp, Felsefe ve Edebiyat’ı yazar tercih olarak. Ama gönlünde Tıp okumak isteği de vardır. Daha çok çocukluk yıllarında Çehov’un hikâyelerini, piyeslerini severek okuduğu için onun gibi doktor olmak, insanları yakından tanıyıp hikâyelerini yazmak ister. Fakat kayıt günlerinde fikri değişir.

SÜHEYL ÜNVER’İN DERSİ

İstanbul’a gelince akrabası ve arkadaşı Ahmet Alpay’la Kayseri Talebe Yurdu’nda karşılaşır. Alpay arkadaşını Yani müstakbel bir tıp öğrencisini hocası Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in Tıp Tarihi dersine götürür. İstanbul Beyefendisi o Ünver’in sadece bir dersini dinler ama çok sever.  Dolu dolu geçen derste not tutmanın önemini kavrar. İstiklal Harbi’nin o çok zor günlerini yaşamış, yüksek hayat tecrübesi olan Süheyl hocanın şu sözlerini hemen not alır: ‘Bu derste anlattıklarımı kim yazarsa onundur. Allah bana bir ilim ve ilham verdi ben de size anlatıyorum. Ben yazarsam benim olur, siz yazarsanız sizin olur. Elinizde defter kalemle gelirseniz çok daha kârlı çıkarsınız.’ Hocaların hocası Ünver bu ilk karşılaşmasında hayatına dokunur.

Hocayı sevmesine rağmen katıldığı o derste Tıp okumaktan vazgeçer. Sebebi ilginçtir.

Tıp Tarihi vesilesiyle tezhip, hat ve geleneksel sanatların tümüne sahip çıkan Süheyl Ünver derste sürekli Osmanlı hayatına, sanatına atıf yapar. Bir Tıp Hocasının bu atıfları daha yolun başında olan Miyasoğlu’nun dikkatini çeker. Dışarı çıkınca arkadaşına Ahmet Bey ben gitmeyeceğim Tıp Fakültesi’ne. ‘Hoca 60 yaşına gelmiş hâlâ okuyamadığı bilgilerin hasretini çekiyor. Bunu hata olarak görüyorum, ben bunu yapmayacağım. Edebiyat okuyacağım, Allah bir yerden bir şekilde rızkımızı verir. Sen doktor ol, arkadaşlığımız bâki kalsın!’ der.

HEDEF EDEBİYAT

Edebiyatta karar kılar. Bu kararda lisedeyken Büyükdoğu dergisine gönderdiği bir şiirin sizden gelenler köşesinde yayınlanmasının da etkisi vardır. Yazar olmayı kafaya koymuştur.

Edebiyat Fakültesi’nde bir yazara, edebiyat adamına, şaire neler lazımsa hepsini öğrenmek için olağanüstü gayret gösterir. Fakültede edebiyatın yanı sıra felsefe gibi ilgi duyduğu bölümlere de devam eder. Kendisini yetiştirmeye kararlıdır. Bu kararlılığı sıradan bir tercihten öte bilinçli bir sorumluluktur. Hedefinde büyük bir edebiyatçı olmak vardır. Mehmet Kaplan gibi büyük hocaları yakından takip eder.

SOLCULUK KISKACINDAKİ GENÇLİK

Üniversite öğrencisi olduğu yıllarda 68 kuşağı ülkenin gündeminde etkindir. Gençlik politize olmuş durumdadır. Kültürel iktidar soldadır. Dolayısıyla gündemin de belirleyicisi solculardır. Dönemin Aydınları ideolojik saplantısıyla solcu olmayanları gerici, irticacı, diye damgalar solcu olanları da modern sayar cici gösterir. Sovyet sisteminden Mao’ya, Enver Hoca’ya kadar tüm solcular yüceltilir. Romantik bir dille komünizm propagandası yapılarak gençliğe ideolojik yüklemeler yapılır.

Böylesi bir atmosferde kimliğini korumakta direnir Miyasoğlu. Dinine, kültürüne bağlı bir Anadolu çocuğu olarak milletimize aykırı düşen görüşlere sıcak bakmaz. O zamanlar resmî ideoloji gibi sunulan Kemalizm’e de modaya dönüşen Sosyalizme de karşı çıkar.

Anarşist solun üniversitelerde aktif olması ülke gençliğini zehirlemesini içine sindiremez.

ÜSTADIN KONFERANSLARI

MTTB’ye Necip Fazıl’ı gençlere konuşturun zararlı akımlara meyletmesinler teklifinde bulunur. Çünkü gençlerdeki yaralı bilince ve kimlik arayışına yakından şahit olur. Böylelikle Milli Türk Talebe Birliği’nde 1968’den 1978’e kadar Necip Fazıl’a her ay bir konferans verdirilir. Üstad konferans verdikçe fikri hareketlilik daha da artar.  Toplumun elit tabakası içinde yetişmiş, egemen sınıfların sözcülüğünden inançlı yoksul Anadolu çocuklarının hamiliğine soyunan Necip Fazıl tek başına putları yıkar, küfrün buzdağının hohlaya hohlaya eritir.

Dinlerine diyanetlerine sahip çıkan üstadı memleket çocukları hemen benimser ve onun geliştirdiği ve Büyük Doğu adını verdiği düşüncenin takipçisi olur. Miyasoğlu Necip Fazıl’a konferans verdirerek ülkenin evlatlarının beynini, kafasını, zihnini kirleten mason, solcu, Kemalist profesörlerin yaptığı tahribatı onarmayı amaçlar bunda da başarılı olur.

BİNBİR BAŞLI KARTALI TAŞIYAN KANARYA

Fikirde edebiyatta bir rehber olarak gördüğü Üstadın konferanslarda yüklediği misyonu kayıtsız şartsız sahiplenir. Kendisini Sakarya Türküsü’ndeki ‘Binbir başlı kartalı taşıyan kanaryalardan biri olarak görür. Bin yıllık Türk tarihinin sorumluluğunu omuzlarında hisseder.

Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşını gediğine koyma derdindeki Mustafa Miyasoğlu gibi imanlı vatansever gençler aslında büyük doğu mimarının kabul olunmuş duasıdır.

Necip Fazıl 1975’te Milli Gençlik gecesinde okuduğu Gençliğe Hitabesinde rüyasını gördüğü gençliğin vasıflarını saydıktan sonra ‘Şimdi o gençliği karşımda görüyorum, Allah’a şükretme makamındayım’ der.

Bugün kültürel sahada, akademide, bürokraside, iktisadi hayatta, dış ticarette önemli işler yapan genel müdürlük, bakanlık, başbakanlık hatta cumhurbaşkanlığına gelen isimler üstadın gördüğü rüyanın sonucudur.

GÖNÜL EFENDİSİYLE TANIŞMA

Miyasoğlu geç buldum dediği mürşidi Nakşibendi meşâyihinden Abdürrahim Reyhani Hazretleriyle 1980 yılında tanışıp mana halkasına dâhil olur. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarının geçtiği Kayseri irfani geleneğin yaşandığı bir şehirdir. Bu sebeple manevi alemin cilvelerine aşinadır. Edebiyatın en önemli beslenme kaynaklarından birinin tasavvuf olduğunun erken yaşlardan itibaren farkındadır.

İç dünyasının zenginleşmesinde rehberlik eden Abdürrahim Efendi ise sade hayat yaşayan şuurlu nesillerin yetişmesinde büyük hizmeti olan bir gönül sultanıdır.

Şeriata riayette titizdir. Şeriatsız tarikatın şeytanın oyunu olduğunu söyler.  Halifesi olduğu Dede Paşa Hazretlerinin yola dair hassasiyetini titizlikle sürdürür. ilmihal bilgileri dışında bir dinî hayata katiyen cevaz vermez. İlmihal bilgilerini zorlayan soruları ‘Biz yeni bir din mi uyduracağız?’ diye azarlar. Tasavvufu kendi kendilerine Şeriattan kaçışın bir yolu gibi görenleri son derece sert bir şekilde uyarır. Ve ‘Bizim tarikatımız hacegân tarikatıdır’ diyerek ilmin önemini anlatır. Talebelerine dünyaya ve dünyalığa karşı meyletmemeyi öğütler. Kendisi de son derece mütevazı bir hayat yaşar. İlimle, edebiyatla uğraşanları, akademik çalışma yapanları takdir eder onlara özel bir muhabbet gösterir. Miyasoğlu da bu teveccühe mazhar olan bahtiyarlardandır.

Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt gibi edebiyat dünyasının usta isimlerinin de mürşidi olan Abdurrahim Efendi kalem ehlini çok sever. Onlara edebiyata devam etmelerini ama mutlaka yazılarında tasavvufi neşveyi hissettirmelerini tembihler.

NECİP FAZIL’I İKNA

Abdulhakim Arvasi Hazretlerini tanımakla yeni bir dünyaya doğan Necip Fazıl şeyhinin vefatından sonra tasavvuf büyüklerinin bittiğini iddia eder. Büyük kapı olarak gördüğü Abdulhakim Arvasi’den sonra kimseyi görmez. Güneşin şavkının verdiği tesir gibi bir hal yaşar. Miyasoğlu Kayınpederi Ekrem Ocaklı ile ziyarete giderler. Ocaklı bu ziyarette Üstada bütün görüşlerine iştirak ettiğini birinin müstesna olduğunu belirterek: ‘Bu asırda irşada ehil yok demeyin efendim, görmedik deyin. Çünkü sizin şeyhiniz var, benim var, Mustafa’nın yok ve hiç bulamayacak ise suç onun mu? Allah âdildir…’ der. Ocaklı naif üslubuyla üstadı ikna eder.

KÜLTÜR ELÇİSİ

Miyasoğlu efendisine gönülden bağlıdır. Hayatına dair alacağı kritik kararlarda tavsiyesini alır ve her ne buyurmuşsa yerine getirir. Pakistan görevine gitmeden de müsaadesini ister. ‘Göreve gidin, eşinizi de götürün, çocuklarınızı da götürün’ buyururlar. Maneviyat büyüklerinin tavsiyeleri bazen hemen anlaşılmaz hatta o anın şartları için gerçekleşmesi zor kararlar gibi de görünür. Fakat ehli bilir ki onların sözlerinde bir hikmet vardır.

Miyasoğlu’nun yanında ailesini götürecek kadar para yoktur. Fakat efendi buyurmuşsa bir hikmeti vardır diyerek bir ay sonra eşiyle cebinde beş kuruş parası olmadan, yabancı dil bilmeden, havaalanında üç çocukla uçağa binip Karaçi yoluyla İslamabad’a gider.

 Hiçbir yabancı dil bilmeden ve cebinde de bir dolar bile yokken çıkılan yolculuk hayırla neticelenir. Pakistan'ın İslamabad şehrindeki yabancı diller enstitüsünde yardımcı profesör unvanıyla beş yıla yakın görev yapar. Pakistan’da resmi görevinin yanında gönüllü olarak Türkiye’nin kültür elçiliğini üstlenir. İki ülke arasındaki kardeşlik bağlarının güçlenmesine vesile olacak sanatsal çalışmalar yapar. Duayla çıkılan Pakistan yolculuğu bereketle sonuçlanır.

ENTELEKTÜEL ÖĞRETMEN

Türk edebiyatında eser veren şair ve yazarların mesleklerine baktığımızda öğretmenliğin önde olduğunu görürüz. Yazmaya geniş zaman sunan bir meslek olmasının bunda etkisi vardır. Miyasoğlu da hem edebiyat olanında ustalaşan hem de değerlerimizi yeni nesillere aktarma kaygısında olan entelektüel eğitimcilerden biridir. Emek verdiği iki alanda da işinin hakkını verir.

Aslında öğretmenliğe okulu bitirdikten altı ay sonrasına kadar mesafeli davranır. Bu mesafesinde yine Necip Fazıl’ın tesiri vardır. O da üstadı gibi yazarak cihat etmek ister bağımsız bir yazar ve aydın olarak kalemiyle hayatını idame ettirmek idealini taşır. Fakat hayatın gerçekleri yakasını bırakmaz. İdealist bir bakış açısıyla hayatını sadece yazar olarak sürdürmek istese de kaderi ona muallimlik misyonu da yükler. Öğretmenliğe başlama hikâyesi ise şöyledir:

Tarihi romanlarıyla meşhur Mustafa Necati Sepetçioğlu, eski Tercüman gazetesinin 1001 Temel Eser Komisyonu’nda görevlidir. Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk’ını bugünün Türkçesiyle şiir diline çevirerek yayına hazırlaması için Miyasoğlu’na altı ay maaş öder. Yazarak kazanma açısından cazip bir iştir. Ancak gazetede bir aksama olunca Öğretmenlik yapmayı hiç düşünmediği halde amcasının İstanbul Milli Eğitim Müdürü olan arkadaşına giderek ‘Bana ek ders verin de ben birkaç ay idare edeyim’ der.

Gençlere faydalı olduğunu edebi çalışmalarını öğretmenlikle daha rahat sürdürebileceğini görünce eğitimciliğe devam eder. Talebelerinin zihninde iz bırakan hocalardan biri olur. Onları çocuk olarak değil arkadaş görür kültürümüzü medeniyetimizi benimseyen nesiller yetiştirir. Okumayı yazmayı sevmeleri noktasında öncülük eder. Öyle ki öğrencilerinin çoğu erken yaşlarda yazmaya çizmeye eser vermeye başlar. Girdiği sınıflardan kamuoyunun yakından tanıdığı gazeteci ve yazarlar çıkar.

BÜTÜN CEPHELERİ DOLDURMAK

Sadece yazarak değil aynı zamanda konuşmalar yaparak da kültür dünyamıza katkılar sunan Mustafa Miyasoğlu hazırladığı programlarda da bir davanın peşinden gider.  Bize özgü romanın üslûp ve yapı meseleleri üzerinde kafa yorarak Türk Romanı Seminerleri düzenler.  Roman geleneğimiz üzerinde düşünmeyi ve seminerlerde irdelemeyi kendine iş edinir. Edebiyatımıza çok hizmeti olur. Biyografik incelemeler yapar yakın dönem yazarlarının eserlerini gündeme getirir. Necip Fazıl yanında, Ömer Seyfeddin, Mehmet Âkif ve Yahya Kemal gibi klasiklerimiz üzerinde durur, önemli eserlerinin dikkatle okunmasına katkıda bulunur.

Genç nesillerin eski ve yeni değerleri belli kriterler çerçevesinde sahiplenmesi için gece gündüz demeden yoğun emek verir. Sanat eserlerinin yanında edebiyat hocalığından gelen bir alışkanlıkla köklerimize yönelir. Bu yolda çok kaliteli yıllıklar çıkarır. Edebi mirasımızı tamamlayacak bir tarzda yeni antolojiler hazırlar. Öte yandan Dede Korkut Kitabı’ndan sonra Nasreddin Hoca Fıkraları ile Letâif kitaplarındaki nesir dilinin nasıl geliştiği üzerinde durur. Kendi klasiklerini ve konuştuğu dilin tarihi metinlerini rahatça okuyamayan bir neslin geleceğinin de boşlukta olacağını bildiği için eksik gördüğü alanları doldurmaya çalışır.

Tiyatro gibi Müslümanların uzak durduğu alanda bile üretimde bulunur. Konferanslar, yayıncılık, Radyo Televizyon programları, dergiler, gazeteler kültürel projeler vs her cephede vardır. Yazarak, düşünerek, üreterek medeniyet savaşında bütün cepheleri doldurur.

DOSTLUK KÖPRÜSÜ

Yazmaya geniş vakit ayırmasına rağmen cemiyetten kopmaz. İslam dünyasının seçkin yazarlarıyla irtibat kurar. Necip Fazıl’ın eserlerini Arapça’ya çeviren Muhammed Harb bunlardan biridir. Araplarla aramızda köprü olacak Türkiye dostu entelektüellere sahip çıkmamız gerektiğini düşünür. Ona göre ümmetin birbirinden koparılmış evlatlarının özellikle aydınlarının birbiriyle tanışması ümmetin yeniden kaynaşması anlamına gelmektedir. Sadece konuşmakla kalmaz düşüncelerini eyleme de geçirir. Bu kaygılarla dostu Harb için Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezinde özel program hazırlar, hakkında kitap yayınlar. Miyasoğlu’nun iyi niyetli çabaları boşa gitmez. Yıllar sonra Muhammed Harb Sayın Cumhurbaşkanımızın elinden Necip Fazıl ödülü alır. Ödül törenini görseydi şüphesiz en çok sevinenlerden gözleri parlayanlardan biri o olurdu.

MAAİLE KÜLTÜR SANAT

Mustafa Miyasoğlu nevi şahsına münhasır bir edebiyatçıdır. Kültürel faaliyetlere bütün ailesiyle birlikte katılan nadir isimlerden biridir.  Başta eşi Nilüfer Hanım olmak üzere bütün çocukları sonrasında gelinleri nitelikli etkinlerde yerlerini alır. Bu duyarlıkla çocuklarına edebi zevki verir kültürel çevre kazanmalarını sağlar. Mumun istenildiğinde dibini de aydınlattığını herkese gösterir.

UZUN LAFIN KISASINI SEVMEZ

Merhumun büyük dertleri olduğu için konuşmaları da uzun olur. Özellikle hayırla andığımız saatlerce süren telefon konuşmalarına dair bütün dostlarında tebessüm ettiren hatıralar vardır. Muzaffer Doğan, Bünyamin Yılmaz, Dursun Gürlek gibi Miyasoğlu’nun ortak dostlarıyla bir araya geldiğimizde bu uzun muhabbetler mutlaka gündem olur özlemle anarız. Dursun Gürlek Hoca her seferinde dostluğu gibi konuşmaları da uzundu uzun sözün kısasını sevmezdi benim dostum. Ahmet Mithat Efendi’nin tefrikaları nasıl okumakla bitmezse Miyasoğlu’nun konuşmaları da dinlemekle bitmez demeyi ihmal etmez. Her uzun sohbetinde ana gündeminin memleket meseleleri, kültürel sorunlarımız, medeniyet krizimiz gibi ciddi mevzular olduğunu özellikle hatırlatmak gerekir. Dertlidir. Dert söyletir.

ÖFKESİNDE SAMİMİ

Kur’an sünnet çizgisinde bir hayat yaşayan Peygamber Efendimize aşkla bağlı Müslüman bir edebiyatçıdır Miyasoğlu.

 Derviş gönüllü biri olmasına rağmen İnandığı davaya halel getirecek her harekete her söze karşı aniden öfkelenir. Sayısız hatıramız var kendisiyle. Birkaçını paylaşmak isterim. Doksanlı yılların sonunda öğrencisi olduğum Marmara Üniversitesi’ne Necip Fazıl programına davet etmiştim. Büyük bir incelikle kabul etmişti. Fakat çağırdığımız yazarları getirecek ne arabamız var ne de onlara huzur hakkı kabilinden verilecek paramız. Mahcup bir edayla durumu söylemeye çalışınca yahu azizim ne münasebet üstadı anlatacağız bu benim için manevi bir görevdir demişti. Programda Çile şairini hafif üslupla anlatan birine öfkelenmiş bağırıp çağırmış ama hemen sakinleşip akademik değeri yüksek bilgi yüklü bir sunum yapmıştı.

Ani öfkesine aşina olduğum için sonraki yıllarda şahsıma karşı parlamalarını ve paylamalarını doğal karşılayıp hep alttan aldım. Bir seferinde Yazarlar Birliğinde toplantı halindeyken aramış telefonu açar açmaz bağırmaya başlamıştı. Kızmasının sebebi içeriğini ilan ettiğimiz Edebiyat Festivalinde Necip Fazıl oturumu olmamasıydı. Mustafa Hocanın sesi toplantıda bulunanlara da gittiği için herkeste bir şaşkınlık ve konuşmanın nasıl sonuçlanacağını merak eder bir hal vardı. Daha çok da benim nasıl bir tepki vereceğimi merak ediyorlardı. Hoca bütün diyeceklerini dedikten sonra telefonu pat diye kapattı.

Arkadaşlar şaşkın bir vaziyette bana bakınca sorun yok Miyasoğlu kızıyorsa öyle olması gerektiğine inandığı için kızıyor üzerimizde emeği var festival teması farklı olsa da hocanın gönlünü almak için Necip Fazıl oturumu koyacağız dedim. Yeniden içeriği düzenleyip içinde Necip Fazıl oturumunun olduğu festival bültenini basına verdik. Bu sefer de uzunca bir teşekkür aldık. Abimizdi dostumuzdu büyüğümüzdü. Öfkesinin arkası yoktu. Kısa sürede sakinleşir, kaldığı yerden muhabbete devam ederdi.

SAF VE TEMİZ

Son nefesine kadar hayatının merkezinde kitap vardı. O yüzden konuşurken kitabın ortasından konuşurdu. Kayseri’den çıkarken Erciyes’ten aldığı doğallığı hiçbir zaman kaybetmedi Çocuksu bir yanını her yaşında muhafaza etti. Saftı berraktı temizdi.

Ortak tanıdığımız bir isim belediyede önemli bir makama atanınca heyecanla aramış bütün projelerini hazırla arkadaşımız dava adamı bu işlerin ehli artık sesimiz boşluğa gitmeyecek bizi anlayacak çağrımıza kulak verecek kültür kurumlarımıza destek olacak biri var demişti. Uzun yıllardır ihmal edilen kültürel atılımların gerçekleşeceğine o kadar inanmıştı ki içimden ah keşke umduğunuz gibi olsa demiştim.

Ben de makama gelen dava arkadaşlarımızın değişimine dönüşümüne kültür medeniyet eksenli kendi değerlerimiz ekseninde yaptığımız çalışmalara burun kıvırarak hala siz oralarda mısınız tarzı yaklaşımına çokça tanık olduğum için hocanın heyecanını kırmamak için inşallah kıymetli ağabey diye karşılık vermiş ama fazla ümitlenememiştim. Sonuçta yanılmamıştım. Keşke yanılsaydım.

Bir seferinde o arkadaşı makamında ziyarete gittiğimizde iki saat kendisini ziyarete gelen ünlü sanatçılarla yaptıkları esprileri solcuların bizden ne kadar önde olduklarını dinledik. Bunun üzerine yoğun emek verdiğimiz raporları sunmadan negatif bir değişim hikâyesine daha şahit olmanın gönlümüzdeki ağır acısıyla geri dönmüştük.

Sadece biz değil Miyasoğlu’nun da umduğu atılımlar istediği açılımlar bir türlü hayata geçirilmedi. Bütün hakiki dava adamları gibi kıymeti bilinmeyen bir değerimiz olarak hayallerini ideallerini yapılması gerekenleri anlatmakla ömrünü geçirdi.  Kıymetini bilmeyenler kıymetli tekliflerin de hiç kıymet vermediler.

GÜZEL ÖLÜM!

Güzel Ölüm’ü yazan usta edebiyatçının rahatsızlandığını öğrenince kısa zamanda veda edeceği aklımıza hiç gelmedi. Hayat dolu bir insandı. Çünkü hep koşan hep üreten sürekli yeni çalışmalar için taze sayfalar açan bir yazarın susacağını kaleminin duracağını düşünememiştik.

Son zamanlarında Yazarlar Birliği’nde düzenlediğimiz Mehmet Doğan vefa programına konuşmacı olarak çağırmıştık.  Her zamanki gibi yenge hanımla geldi davetten duyduğu memnuniyeti ifade etti. Programda yakın dostu Doğan’ı anlatmaya çalıştı ama sanki zihni ihanet ediyor tam anlatmak istedikleri bir türlü diline gelmiyordu. Bir zamanlar kürsülerde kükreyen söz ustası bir adam dağılan cümleleri çaresizlik içinde toplamaya çalışıyordu. İçimden bir şeyler koptu. Durumun ciddi olduğunu o gün daha iyi anladım. Sonrasında zorlu hastane süreci başladı.

Arkadaşlarla ziyaretine gittiğimizde şuuru kapalıydı. Son günleriydi. Rahatsızlık geçiren bütün yazarları vefatlarından önce ziyarete gittiğimizde neredeyse hepsinin ortak bir temennisi olduğunu üzülerek gördüm. Hepsi de daha yazacak çok şey var onları tamamlamak için dua edin rabbimiz ömür versin demişlerdi. Nilüfer hanım da Mustafa beyin bu duayı yaptığını getirdiğini söylemişti. Yazar ne için daha fazla yaşamak ister? Elbette daha fazla yazmak için. Ama ecele çare yok.  

Miyasoğlu’na iyi bir eş, sadık bir yoldaş, iyi günde kötü günde en büyük destekçi, sağlam bir dava arkadaşı olan Nilüfer Hanım şuurunun açık olduğu bir vakitte aralarında vedalaşma sayılacak bir şekilde ‘hanım sana müteşekkirim sen benim oğullarımı dindar olarak davamızın eri olarak yetiştirdin deyip ağladığını’ anlatmıştı evine taziyeye gittiğimizde. Son konuşma vedalaşma bu şekilde olmuş.  Rabbimiz sevdiklerine komşu etsin.

KADİR KIYMET BİLMEK

Mustafa Miyasoğlu ardında edebiyatın farklı alanlarında istifade edilecek nitelikli onlarca kitap bıraktı. Öyle inanıyoruz ki hem hayrül halef evlatları hem de eserleri amel defterini daim açık tutacaktır. Her biri altın kıymetindeki bu eserlere sahip çıkmak aziz milletimizin üzerine de bir borçtur. Miyasoğlu isminin okullara, kütüphanelere, kültür merkezlerine verilmesi devletlilerimizin ihmal etmemesi gereken bir yükümlülüktür. Bizim müzmin hastalığımıza muhafazakâr vefasızlığımıza artık bir son vermemiz gerekir. Hiç hazzetmediğim halde mahcubiyetiyle tekrar ifade edeyim ki böylesine üretken bir isim solda olsa baş tacı edilirdi batıda olsa ya da batıcı olsa hakkında saysız akademik çalışma yapılırdı. Ama masum Anadolu’nun saf çocuğu olunca dünya çapında eser verseniz bile hakkıyla gören bilen duyan tanıyan sayan olmuyor. Bu makûs talihi yenmek boynumuzun borcudur. Türkiye yerli ve milli değerlerine sahip çıkmaya mecburdur. Aksi takdirde bu topraklarda var olma iddiamız büyük yara alır. Mustafa Miyasoğlu hayattayken hakkıyla anlamadığımız usta bir edebiyatçı asil bir dava adamıydı. Kıymeti bilinmeyen bir kalem efendisiydi. Vefa denilince ilk akla gelen Türkiye Yazarlar Birliği Türk Edebiyatı Vakfı gibi kurumların düzenlediği anma programlarına ilave edilecek birçok çalışma hayata geçirilmeyi bekliyor. Bu millete Kadirşinaslık yakışır.

Kadir bilenlerin kadri bilinir.

Allah bizleri kadir bilenlerden etsin.

Kadir geceniz mübarek olsun.

Mahmut Bıyıklı - Haber

Yorumlar5

  • Ömer Faruk 3 yıl önce Şikayet Et
    Allah razı olsun kaleminize sağlık. Milli Gazete'de yazdığı köşe yazıları ile yakından tanıdık, kitaplarını okuduk. Milli Gazete he yıl vefat yıl dönümünde kendisi ile alakalı haberleri yazıları paylaşıyor mutlu oluyoruz.
    Cevapla
  • Bestami Yazgan 3 yıl önce Şikayet Et
    Allah razı olsun azizim...
    Cevapla
  • Haydar ÇELiK 3 yıl önce Şikayet Et
    Yazık bazen bencil ve günü kurtarma telaşı böyle hazineyi görememek ne acı,anadoluyu dirilten bir yapan evliyaları ve Mustafa MİYASLIOĞLU Hocamızı minnet ve saygıyla anıyorum mekanları cennet olsun inşallah.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Yusuf Dursun 3 yıl önce Şikayet Et
    Mustafa Miyasoğlu, hayatı ve edebiyatı dolu dolu yaşayan ve yaşatan bir insandı. Hizmetleri unutulmaz. Fatih Camii'nde sıcak mı sıcak bir cuma günü kılındı cenaze namazı. O gün Fatih Sultan Mehmet'in türbesine yaptığım ziyaret ve Miyasoğlu ile olan dostluğumuzun hatırası, Fatih'in Kanatları romanımı yazmama vesile oldu. Allah ondan razı olsun. Biz onu "iyi" bilirdik, Rabb'im de "iyi" bilsin inşallah. Size de bu yazıyı kaleme aldığınız için teşekkürlerimi sunuyorum.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • eren alp 3 yıl önce Şikayet Et
    gerçekten hemen unutuldu mustafa miyasoğlu. kaleminize sağlık değerlerimize sahip çıkmalıyız
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat