Eygi'nin gözyaşları

.

  • GİRİŞ14.07.2021 12:57
  • GÜNCELLEME16.07.2021 08:19

Mehmet Şevket Eygi iki yıl önce aramızdan ayrıldı. Toplum olarak yokluğunu hissediyoruz. Bıraktığı boşluk doldurulamadı.

Ne yazık ki giden büyüklerin yeri hep boş kalıyor. Yeniden büyük şahsiyetler yetiştirebilmek için neler yapılabilir bilmiyorum ama bir şeyler yapmak gerektiğini iyi biliyorum.

Büyük şahsiyetleri şartlar yetiştirir diyenler de çıkabilir. Ama şunu da unutmamalı ki şartları değiştiren de büyük şahsiyetlerdir. Topluma öncülük edecek nesilleri yetiştirecek şartlar oluşturulmalıdır.

Mehmet Şevket Eygi milletimizin köklerinden koparılmasını kabullenmeyen bir münevverdi.

Devrin büyük şahsiyetlerinden ders alan Galatasaray Lisesi Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi gibi okullarda tahsil gören Eygi basın yayın ve kültür dünyamızın müstesna isimlerinden biriydi.

Çok yönlü bir şahsiyet olan Eygi’ye dair ne yazılsa mutlaka eksik kalır.

Bereketli bir ömür yaşayan merhumla hayattayken kendisiyle vefatından sonra da dostlarıyla birçok program yapmak nasip oldu.

 Bu yazıda mezkûr programlardan aldığım notlardan istifade ederek Üstadı anlatacağım İnşallah.

Aziz ruhuna bir Fatiha gönderilmesine vesile olursa bu yazı da vazifesini görmüş olur.

GURBETE ÇIKIŞ

Güzel yaşayıp güzel bir sonla Merkez Efendi Hazretlerinin yanında ebedi istirahate çekilen Eygi 1933’te Zonguldak’ın Ereğli ilçesiyle Devrek ilçesi arasında, o zamanın ifadesiyle şose denilen yolun kenarında bir evde doğar.

 Komşuları olmadığı için tek başına büyür. Annesinin ısrarıyla daha yedi yaşındayken Galatasaray’a kayıt olur.

 Annesi ve teyzesi Ortaköy’deki Galatasaray Lisesi’nin ilk kısmına yazdırdıktan sonra vedalaşıp ayrılırlar. Gurbetin bütün soğukluğunu çocuk ruhunda hisseder.

 Yatılı okuması hayata karşı tek başına mücadele etmek durumunda kalması karakterinin gelişmesinde oldukça etkili olur.

 Çileler onu erken olgunlaştırır.  On iki sene okuduğu okulundan başarıyla mezun olur. Yetişmesinde Galatasaray Mektebi’nin katkısı büyüktür.

O DÖNEMİN İSTANBUL’U

 Eygi’nin talebelik yıllarında İstanbul geçmişten kalan çoğu güzelliklerini korumaktadır.

O zamanlar şehir bir milyonun altında bir nüfusa sahiptir. Gemi Boğaz’dan girdikten sonra Bebek tramvayları görülür. Cihangir taraflarında daha çok bahçeli eski İstanbul evleri vardır.

Eminönü, Fatih taraflarına bakıldığında, hep bahçeli, eski Osmanlı evleri,  vardır.

 O huzurlu evlerin bahçelerindeki kırmızı güller, mor salkımlar, hanımelleri meyve ağaçları yoldan geçenleri selamlar.

Betonların henüz şehri teslim almadığı zamanlardır. Haliç baştan aşağı gemi, taka doludur.

 Boğaz’da iki ucu sivri balıkçı kayıkları vardır. Şehirde gerçek şehirliler vardır. 

Eygi bugün resimlerde, hayallerde kalan eski İstanbul’un bütün güzelliklerini yaşar.

O sebeple olsa gerek şehrin yaşadığı değişime dönüşüme isyan eder.

Yazılarında sürekli tarihi dokuyu korumaya dair tavsiyelerde bulunur. İstanbul’un kimliksiz yeni yerleşim yerlerine alışamaz.

Eygi sahaf dükkânı olmayan,  bir antikacısı bulunmayan geleneksel el sanatı, hatıra eşyaları satan bir dükkân yahut atölyeden yoksun yeni ilçelerden haz etmez.

On’a göre şehri şehir yapan; sadece beton binalar, trafikte vızır vızır çalışan otomobiller değildir. 

 Kültür bambaşka bir şeydir. Ne yazık ki şehir kültürünü kaybetmiştir.

NAMAZ KILAN GALATASARAYLI

Kitaplara tutkusu Galatasaray yıllarında başlar. Dokuzuncu sınıftan itibaren lise kütüphanesinin anahtarı kendisine verilir.

Kütüphane açısından olduğu kadar hocalar açısından da çok şanslıdır.

Devrin önemli şahsiyetleri derslerine girer.  O Dönem Galatasaray’ın edebiyat öğretmenleri İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin profesörleriyle boy ölçüşebilecek edebiyatçılardır.

Eygi’nin talebelik yıllarında Galatasaray’da namaz kılan iki üç kişi vardır.

Onlar da sağda solda, görünmeyen yerlerde, hademelerin mekânlarında falan kılarlar.

Yani Galatasaray mektebi, Sultan Abdülhamid dönemindeki dindarlığın tamamen dışına hatta ters istikametine kaydırılmıştır.

Namaz kılan iki üç kişiden birisi Eygi’dir.

KÖKLERİNE BAĞLI BİR GALATASARAYLI

Aslında Galatasaray’ın köklerine bağlı nadir talebelerindendir.

 Çünkü Galatasaray Lisesi Sultan Abdülaziz zamanında Amerikan misyonerlerinin açtığı Robert Koleji’ne karşı İslamiyet’i, Osmanlılığı ve Türklüğü korumak ve güçlendirmek için açılır.

1908’e kadar Galatasaray Lisesi’nde dört vakit namaz; öğlen, ikindi, akşam ve yatsı mecburi olarak; okulun mescidinde ve okulun imamının arkasında kılınır.

Sonra yaşanan değişimlerle bugünkü haline gelir.

İmalat hatası olarak görülen fakat bu yakıştırmayı kabullenmeyen Eygi’nin Galatasaraylılar içinde kendine ait bir duruşu vardır.

İslamî bir kariyer yapmış olması Müslümanca gazeteler çıkarması bazı Galatasaraylılar tarafından dışlanmasına sebep olurken bazı Galatasaraylılar da “Yahu bak, gericinin de kalitelisi yine bizim okulumuzdan çıkıyor.” diyerek iftihar ederler.

MAREŞAL’İN CENAZESİ

Galatasaray Lisesi’nde talebeyken unutamadığı hatıralardan birisi Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenaze törenidir.

O muhteşem kalabalık Galatasaray Lisesi’nin önünden geçerken katılmak ister fakat idareciler hemen kapıları kapattırırlar.

 Mareşal’in cenazesinin sembolik bir anlamı vardır. Son yüzyılın en önemli hadiselerinden biridir.

Sistemin halka rağmen uygulamalarına bir anlamda başkaldırıdır. Bu sebeple Mareşal’in cenazesi de normal bir cenaze olmanın sınırlarını aşarak, bir tepkinin bayraklaşmış şeklini alır. 

CHP’nin ideolojisine, CHP’nin rejimine, CHP’nin yaptıklarına bir isyana dönüşmüştür adeta.

Yine ezanın aslına dönmesi sonrası yüz binlerce Müslümanın kol kola girerek sevincini paylaşması unutamadığı karelerdendir.

İNSAN AVCISI

Eygi zarafeti önemseyen son Osmanlı beyefendilerindendir.  Hayatıyla, insanlarla münasebetiyle gönüllerde iz bırakır. Birçok insanın hayatına dokunur.

Beyin avcısıdır. İlk gördüğü gence evvela Osmanlı Türkçesi bilip bilmediğini sorar. Sonra mutlaka yazı dersi alması gerektiğini söyler veya cilt, tezhip dersi alması gerektiğini belirtir.

Gençleri kabiliyetlerine göre yönlendirir yönlendirmekle kalmaz titizlikle takip eder.

Sadece gençleri değil her yaştan her meslekten insana yol açar tavsiyelerde bulunur.

Anadolu’dan İstanbul’a tayin olan bir müezzine “Bak sen buraya geldin, imamların müezzinlerin vakti çok olur. Bir sanatla ilgilenmek ister misin?” der. “İsterim cevabından sonra bir ebru ustasıyla tanıştırır.

 O hoca şimdilerde hatırı sayılır ebruculardan biridir. Her bakımdan örnek bir hayat yaşar.

 Yetiştirdiği gençlerin yanı sıra hayatına dokunduğu sayısız insan kendisini hayırla yad etmektedir.

Zaten semereyi hayat hayırla yad edilmek değil midir?

VASIFLI İNSAN ÖZLEMİ

Ömrü boyunca vasıflı insan yetiştirmenin derdini taşır.  “Münevver, vasıflı bir insanın üç önemli özelliği olması gerekir. Bir, bilgi sahibi olması gerekir. Yetmez, aksiyon sahibi olması gerekir. Yetmez, estetik bir boyutu da olması gerekir.” der.

İslami camiada estetik kaygısı en fazla olanlardan biridir.

Özellikle gençlerin vasıf kazanması konusunda hassastır. Gençlerin bir konuyu bütün detaylarıyla öğrenmesini önemser.

Tavsiye ettiklerini kendi nefsinde yaşar. Davetli olduğu bir şehirde çok lüks bir otelde götürülmek ister ama kabul etmez.

Yazılarımızda eleştirdiğimiz duruma düşemem der. Yazdıklarını yaşayan, yaşadıklarını yazan bir şahsiyettir.

 GELENEKLİ SANATLAR

Eygi’yi tanıyanlar gelenekli sanatlara olan ilgisini bilir. Hüsn-ü hat levhalarının özellikle hilye-i şerif levhalarının mutlaka evlerde, bürolarda bulunması gerektiğini söyler.

 “Herkes kendi bütçesine göre, aslını yaptırabilen yaptırsın, yaptıramayan baskılı da olsa bir hilye-i şerife levhasını bulundurması gerekir.” Tavsiyesiyle bugün yüzlerce eve levhalar asılır.

Eygi’nin bu konudaki mücadelesi başlı başına bir film konusudur. Usanmadan bıkmadan Hattatlara hilye-i şerif yazdırır, varlıklı insanların bunları almasını sağlar.

Bu aracılıktan bir kâr düşüncesi yoktur. Güzelliğe vesile olma şuuruyla levhaların evlere girmesini sağlar.

Bütçesi müsait olmayan insanlar için de Süleymaniye Kütüphanesi’nden Hasan Rıza Efendi’nin bir hilye-i şerifini bastırır, bunları çok cüzi miktarlara çerçeveletir.

Bu levhaların evleri muhafaza ettiğine inanır. Geleneğe kayıtsız şartsız bağlıdır.

“Evinizi gösterin ben sizin kim olduğunuzu söyleyeyim. Büronuzu gösterin, kim olduğunuzu söyleyeyim.” Diyerek çevresini zevk sahibi olmaya davet eder.

Parası olan ama estetik kaygısı olmayan sanata uzak duran kaba softa ham yobazlardan sonradan görmüşlerden haz etmez.

Gelenekli sanatlar uzun süren kesinti döneminden sonra bugün altın yıllarını yaşıyor.

Bugün diğer etkenlerle birlikte hat yaygınlaşmışsa, hattatlık, ebru sanatkârlığı, müzehhiplik gelişmişse Mehmet Şevket Eygi’nin de bunda çok emeği vardır.

 DİL HASSASİYETİ

Türkçeyi güzel kullanmaya çok dikkat eder. Konuşurken bir hata yapan olursa anında onu söyler, o hatanın düzeltilmesini sağlar. Dil hassasiyetinin kaybedilmemesini ister.

BASINDA ÖNCÜLÜK

Mehmet Şevket Eygi basın dünyasının da öncülerindendir. Türkiye’de inançlı kesim içerisinde bu konulara ilk kafa yoranlardandır.  

1950’li yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı’nda bulunduğu sıralarda bazı arkadaşlarıyla beraber İslam diye bir dergi çıkarır hatta Galatasaray’da okurken Cağaloğlu’na gidip Eşref Edip’le görüşür, tercümeleri yayınlanır.

Diyanet’teki özel kalem müdürlüğünden ayrılır basın tarihinde özgün bir yeri olan Yeni İstiklal ve Bab-ı Ali’de Sabah gazetelerini okuyucuya sunar. O zor dönemlerde gazeteleriyle çığır açar. Yüzbinlere ulaşan tirajlar birilerini rahatsız eder.

Uyanışa sebep olan yayınlar sebebiyle sistem bu çıkışın bedelini Eygi’ye ödetir.

 Önce Suudi Arabistan, sonra Ürdün sonra da Almanya’da sürgün hayatı yaşamak zorunda kalır.

FETÖ’YE KARŞI HEP UYARDI

Eygi sezgileri ve entelektüel birikimiyle insanımızı bazı tehlikelere karşı önceden uyarır.

Yazılarında ve sohbetlerinde açıktan bazı yapıları eleştirir. Bu yapılardan biri de bugün ülkemizin başına bela olan Fethullahçı terör örgütüdür.

Herkesin Fetö’ye övgüler dizdiği dönemde korkusuzca hain örgütü tenkit eder.

Uzun yıllar “din baronları” diyerek malum örgütün yanlışlarını anlatır. Tepkiler alır ama yılmaz.

Bugün haklılığını hep birlikte görüyor ve yaşıyoruz.

HÜSN-Ü ZAN

Eygi’nin yakın dostlarından merhumun güzel ahlakına dair onlarca anekdot dinledim.  Özellikle Hüsn-ü zan sahibi bir olması çevresindekileri de çok etkiler.

Güzel bakmak güzel görmek güzel düşünmek konusundaki ölçüsü nettir.

Bu hususta şu örneği verir.

Bir zat namazdan önce tuvalete girdi, çıktı namaza durdu. “Hemen bu abdestsiz namaz kıldı diye aklınıza getirmeyin, muhtemelen edep bölgesinde bir yarası vardır, o abdest bozacak dereceye gelmiş midir diye kontrol edip çıkmıştır. Her şeyi iyi düşünmek lazım.”

Hüsn-ü zandan hiç zarar görmedim diyen irfan önderlerinin şerefli yolunu takip eder.

 Suizandan kurtulamayan gıybeti bırakamayan insanlara nahif tavsiyelerde bulunur.

Tenkit edecekse bile dikkatli bir dille tenkit eder. Tenkidinde bile bir zarafet vardır.

Mutlaka söylemek ihtiyacı hissettiği bir yanlışı ya da eksikliği dile getirmeden evvel  “Size bir şey söylesem üzülür müsünüz, müsaade eder misiniz?” diye sorar. Önce nezaketle müsaade alırdı sonra söyleyeceklerini söyler.

NAMAZ MERKEZLİ BİR HAYAT       

Namazlarına çok dikkat eder. Gençlerle sohbete başlamadan namazlarını kılıp kılmadığını, Allah’ın sıfatlarını sorar. Allah’ın sıfatlarını sayamayan olursa çok üzülür.

Namaz onun için en önemli ölçüdür. Müslüman namazsız olmaz der.

Sefa Saygılı namaz hassasiyetini beraber yaptığımız bir programda şöyle anlatmıştı:

 “Almanya’da şu kadar sene bulundum. Bir vakit namazım bile kazaya gitmedi demişti Şevket Abi.  Almanya gibi bir yerde mescid yok, abdest alacak yerleri yok tuvaletler uygun değil, böyle yerde bile namazlarına dikkat eder.

Ezan okununca camiye giderdi zaten. Yaşlanınca artık camiye gidemez oldu ama yine de namazını hemen kılardı, ilk işi namaz kılmak olurdu. Mesela öğle namazını kılınca “Bugün benim üç önemli görevim var.” derdi, “ikindi, akşam ve yatsı namazları” hayatının en önemli görevi namazdı. Bir gün Beyazıt Camii’ne gittik, imam odasında imam efendi bizi ağırladı. “Böyle imam odası olmaz. Hemen aramızda para toplayalım.” dedi. Oraya güzel bir perde yaptırdık, hat levhaları astık. Orası sanat eseri gibi oldu, hala duruyor. ’’

 Namaz merkezli bir hayat hayat yaşar. Buluşacağı insanlara “öğle namazında Beyazıt Camii’nde buluşalım” der.

EHL-İ SÜNNET İTİKADI ÜZERE OL

Ehl-i sünnet hassasiyeti herkesin malumudur. Bu konuda taviz vermez. Zihinleri bulandırmaya çalışanlara da sözünü esirgemez.

Kendisini ziyarete gelen bir gençle sohbet ederken “Şu anki bakanları sayar mısın.” Der.  Genç hepsini tek tek sayar. Sonra Kuvvet Komutanlarını sorar. Genç misafir onları da eksiksiz sayar. Bunu üzerine gence tarihi bir tavsiyede bulunarak şöyle der:

 “Yahu bunlarla bu kadar uğraşman doğru değil. 100 sene önceki isimleri hatırlıyor musun? Yüz sene sonra bunlar da hatırlanmayacak. Ama hakiki, eskimeyen bilgiler unutulmaz. Namaz kıl, Ehl-i sünnet itikadı üzere ol, gıybet etme…”

YOKSULLARIN DOSTU

Her işini kendisi yapan kimseye yük olmadan yaşamayı prensip edinmiş bir anlayışa sahiptir. Her işini kendisi yapar.

 Peygamber Efendimiz’in şu hadisini hayatına rehber edinir: “Devenin üzerindeyseniz, aşağıdan bir şey alacaksanız birinden istemeyin, gidin kendiniz alın tekrar binin.”

İnandığı bir şeyi gördüğünde hiç düşünmeden meseleye dahil olur, bana düşen bir şey var mı diye sorar.

Çevresindekilerle, fakir fukarayla ilgilenir. Çağından sorumludur. Çevresinden de kendisini sorumlu hisseder.

Mahallesindeki ihtiyaç sahiplerini muhtardan öğrenir kendisi bizzat gider onlara yardım eder.

Gariplerden bahsederken gözleri yaşarır. Eygi’nin gözyaşları sadece fakir fukaranın çaresiz halini gördüğünde dökülmez.

 Büyük bir medeniyete sahip milletinin değerlerinden bihaber şekilde öksüz ve köksüz bir şekilde hayat sürmesine de gözyaşı döker.

Eygi’nin gözyaşları akmaya devam etmektedir.

VEDASI

Güzel bir ömür süren Eygi’nin vedası da güzel olur. Kimseye muhtaç olmadan göçünü toplar. Müslüman halkımız son yolculuğunda vefasını gösterir.

Cenazesindeki muhteşem kalabalık derdinin davasının milletimiz tarafından hakkıyla anlaşıldığını işaretidir.

Rabbimiz yerini boş bırakmasın.

Çok sevdiği İmam Rabbani, Abdülkadir Geylani, Mevlana Celaleddin Rumi, Bahaeddin Nakşibendi, İmam Buhari, Ahmet Yesevi, Mevlana Halidi Bağdadi, İmam Gazali, Şeyh Şamil, Abdülkadir Cezayiri gibi gönül öncülerine komşu olsun İnşallah.

Yorumlar8

  • Mahmut Çakmak 2 yıl önce Şikayet Et
    Yazınızdan çok istifade ettim Galatasay lisesinin kuruluş amacını öğrendim eygi hocayı okurdum sağolun
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Yaşar 2 yıl önce Şikayet Et
    Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun. Evet bir çok yazılarını okudum. Elif gibi dümdüz adam dı. İyi insanlar iyi atlara binip gittiler.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Hayrettin özkul 2 yıl önce Şikayet Et
    Allah cc rahmet eylesin mekanı cennet olsun amin inşaallah
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • GARİB 2 yıl önce Şikayet Et
    Allah rahmet eylesin Firdevs cennetine koysun
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Mehmet Uysal 2 yıl önce Şikayet Et
    Allah rahmet eylesin.
    Cevapla Toplam 3 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat