Türk şiirinin büyük ustası
- GİRİŞ07.06.2025 21:47
- GÜNCELLEME07.06.2025 22:16
Türk şiirinin büyük ustası Abdurrahim Karakoç’un aramızdan ayrılışının üzerinden 13 yıl geçmiş. Bunca yıl geçmesine rağmen eserleri ellerde şiirleri dillerde dolaşmaya devam ediyor. Yıllar değil asırlar geçse de ölümsüz aşıklardan olan Karakoç bu topraklarda yaşamaya devam edecek.
O Anadolu’nun bağrından çıkmış; acıyı, sevgiyi, adaleti ve isyanı şiirle harmanlayarak halkın yüreğine tercüman olmuş bir dava adamıydı.
Kalemini hakikatin hizmetine adayan Karakoç, yaşadığı çağı hem tenkit eden hem de güzelleştiren bir irfan ve edebiyat çınarı olarak hafızalarımıza kazındı.
Dedesi de kardeşleri de şair olan Abdurrahim Karakoç, gerçek bir şiir ailesinin mensubuydu. Millî ve İslâmî her mesele onun meselesiydi. Bu çağda Müslüman ve Türk olmanın gereklerini yerine getirdi.
Toplumsal sorunları hem keskin hem edebî ölçülere sadık biçimde ele alabilen nadir şairlerdendi. Toplumun vicdanı olmayı başarmış, adeta milletine tercümanlık etmişti. “Hasan’a Mektuplar” gibi pek çok şiiri hâlâ halkın dilinde dolaşmakta, gönüllerde yer etmektedir.
Eserlerinde kaleme aldığı konular güncelliğini korumaktadır.
“İsyanlı Sükût” şiiri, Anadolu insanının çektiği bürokrasi zulmünü derin bir lirizmle anlatır. “Hâkim Bey”, “Doktor Bey” ve “Mebus Bey” şiirleri, hâlâ üzerine benzeri yazılamamış hiciv şaheserleridir. Bu şiirler, Türk edebiyatında hiciv geleneğinin zirvesinde yer almaktadır.
Karakoç, bu toprakların derdini kalbinde hisseden, kalemiyle üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getiren bir dava şairiydi. Samimi yaşantısı şiirine yansımış; bu da şiirinin tesir gücünü artırmıştır. Gür sesi, gür söyleyişiyle kimsesizlerin kimsesi, sessiz çoğunluğun sesi olmuştur.
Halk şiirini çağının ruhuna uygun biçimde yeniden yorumlamış, kendi sesini kurarak özgün bir üslup geliştirmiştir. Kendisine hiç kimseyi usta olarak görmemiş “Gölgede kalanın gölgesi olmaz.” demiştir. Çok taklit edilmiştir ama şiirindeki derinliğe yaklaşabilen olmamıştır.
Kavgayı da sevdayı en güzel anlatanlardan biridir. “Hak Yol İslâm Yazacağız” şiiri, bir dönemin İslami duyarlılığı yüksek gençliğinin sloganı hâline gelmiştir. Bugün gençlik hareketlerinin marş olarak okuduğu “Bir Sabah Gelecek Kardan Aydınlık” şiiri de ona aittir.
Milletine olan sevgisi eksiksizdir; bu sebeple milletinin sevgilisi olmuştur. Haramsız, yalansız, dolansız bir ömür yaşamış sözünü de eğip bükmeden, dümdüz söylemiştir. Yazdıklarının okuyucuya tesir etmesinin sırrı da burada yatmaktadır.
Şiirdeki istikrarını, kararlılığını hiçbir zaman bırakmamıştır. İstikrarının sırrını soranlara şöyle cevap vermiştir:
“Garip bir Anadolu evladı olarak şiirde var olmamın ve varlığımı sürdürmemin sırrı; iri kıyım politikacılar, ihtilal cuntacıları, bilimsel cüppeliler, entelektüel züppeler, millî soyguncular, sermaye sülükleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar ve üçkâğıtçıların çokluğudur. Onların varlığı sayesinde şiir yazmakta zorlanmıyorum.”
Haksızlıkları, hukuksuzlukları bıçak gibi keskin taşlamalarıyla yerle bir etmiştir. Tarihteki bütün hiciv ustaları yazdıklarının bedelini ödemiştir. Kimi canından olmuştur kimi vatanından. Karakoç da hakkında açılan davalarla mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Sözünün gücüne inandığı için mahkemelerde kendini bizzat savunmuş, avukat tutmamıştır.
Karakoç, şiirinde sadece Anadolu’yu işlememiş büyük Türk coğrafyasını da her zaman gündeme getirmiştir.
Esir Türklerin derdini en hisli şekilde dile getiren, bu konuyu Türkiye’nin gündeminde tutmayı başaran bir münevver olmuştur.
Dünya görüşü sebebiyle görmezden gelmeye devam edenler olsa da bugün Türk edebiyatında en güzel aşk şiirlerinden birisi ona aittir. “Mihriban” şiiri her zaman zirvede ve gönüllerdedir. Türküleşen bu şiir, Türk milletinin dilinden sonsuza dek düşmeyecektir.
Abdurrahim Karakoç, şiir söylemek vazifesini hakkıyla yerine getiren bir şair olarak; Yunus gibi, Mevlâna gibi Cenab-ı Allah’ın milletimize armağan ettiği güzellerden biridir.
Keşke ideolojik şiirler yerine hep aşk şiirleri yazsaydı diyen çok sayıda akademisyenle karşılaştım. Her şey kaderin bir parçası. Şairin kaderinde hepsini de yazmak varmış.
Ülkenin yangın yerine döndüğü zamanlarda onların bu duruma kayıtsız kalmaları beklenemez. Millî ruh taşıyan büyük şairler, milletinin kaderini kendi kaderi olarak görür. Onların en başında gelen Âkif, “Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum.” demiştir.
Onlar mücadelenin içine doğdukları için mücadeleyi yazmak zorunda hissetmişlerdir. Soylu bir ruha sahip olan bu adamlar, millet için yaşamanın ustalığını böylelikle bize göstermişlerdir. Milletini şiirinden, sanatından daha aziz görmenin kefaretini ödemişlerdir. Şiir mimarı Necip Fazıl’a, “Ver cüceye, onun olsun şairlik.” dedirten işte bu asil duruştur.
Hayatını da edebiyatını da milletine vakfeden büyük şair Abdurrahim Karakoç’un felsefesini şu şiirinde bulabiliriz:
‘Ben milletim uğruna adamışım kendimi
Bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir.
Zulüm Azrail olsa, hep Hakk’ı tutacağım
Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.’
Canından çok sevdiği ülkesi ve devleti ona geniş imkânlar sunmadı. Mütevazı şartlarda, dervişâne bir ömür sürdü. Dünyaya ve dünyalığa aldırmadan bu âlemden göçtü.
Tam inanmış bir mümin olarak ölümle de barışıktı. Vatan toprağının her karışına aynı aşkla baktı. Şu vasiyeti onun bu topraklara bakışını ve derviş duruşunu çok güzel yansıtır:
“Ben nerede ölürsem, oraya defnedin. Memleketimin dört bir yanı Müslüman toprağıdır. Cenazemde alkış ve çelenk istemiyorum.”
Cenazesine katılmam nasip oldu. Tam istediği gibi vatanımızın baş şehrinde müminlerin omuzlarında ebedi aleme yolcu edildi. Binlerce vatansever onu gözyaşlarıyla Bağlum’da toprağa verdi.
Abdurrahim Karakoç ardında, davasıyla bütünleşmiş bir şiir mirası bıraktı.
O bu milletinin atan nabzı çarpan yüreğiydi. Adı sadece mezar taşında değil, gönüllerde de ebediyen yaşayacak.
Aziz ruhu şad olsun.
Yorumlar9