Dava, kitap, kültür ve mücadele dolu bir ömür
- GİRİŞ08.08.2025 10:33
- GÜNCELLEME10.08.2025 10:34
Ömrünü hakikat uğruna harcayan güzel adamlar, aramızdan sessizce birer birer ayrılıyor. Sanki bir göç mevsimindeyiz. Yayın ve kültür dünyasının en güzel adamlarından biri olan Ömer Ziya Belviranlı ağabey de göçünü topladı, seferine çıktı. Onu tanıyan herkesin gönlünde derin bir muhabbet beslediği, kıymeti bilinen bir isimdi.
Turizme teslim edilmeden önce, önemli bir kültür havzası olan Cağaloğlu’nun direklerinden biriydi. Zahirde bir yayıncıydı ama hakikatte gül alıp gül satan, gülden terazi kuranlardandı. Yayınevini kapattıktan sonra bile Cağaloğlu’nda “muhabbet dükkânı” açması, onun asıl gayesini ortaya koyuyordu.
Dost canlısıydı. “Ben dost yüzün görmez isem, bu gözlerim nemdir benim” diyen irfan ehlinin izini sürüyordu. Mükrim bir insandı; ikram etmeyi severdi. Meclisinde bulunan herkes mutlaka nasiplenirdi: Kimi bir kitapla, kimi sıcak bir etli ekmekle, kimi de daha önce hiç duymadığı bir hatırayla… Kalbi, insanların iyiliği için çarpıyordu. Kendisine yardım için başvuranların sorununu çözmek adına adeta çırpınırdı.
Dükkânının duvarlarında sevdiği insanların fotoğrafları asılıydı. Aslında her anını onlarla yaşıyordu. Evvel gidenlerden bahis açıldığında heyecanla anlatmaya başlardı anılarını. Türkiye’ye yürekten bağlıydı; memleket sevgisi onda bambaşka bir hâl almıştı. Ülkemizin kalkınmasına dair gazete haberlerini kesip duvarına asması, herkesin bu hakikati görmesini istemesindendi.
Cumhurbaşkanımıza sarsılmaz bir sevgisi vardı. Aleyhinde konuşan ya da yazan kim varsa arar, açıkça tepkisini gösterirdi. Çizgi değiştiren eski dostlarının savrulmasına tahammülü yoktu. Düşüncelerini mertçe söyler, yanlış yapanlara çekinmeden ifade ederdi.
Dünyaya sadece “merhaba” demek için gelmiş gibiydi. Allah, çıkardığı yüzlerce kitap vesilesiyle ona yüzbinlerce insana “merhaba” deme imkânı verdi. Kitapla, kültürle, dergiyle dolu bir ömür sürdü. Dava, hayatının her zaman merkezinde oldu. Millî Mücadelecilerden ayrılsa da mücadeleyi asla bırakmadı. Allah’ın dostlarına dost, düşmanlarına düşmandı. Çizgisi netti; hakkın hatırını dost hatırından üstün tutardı.
Cenazesine gelenlerin “İyi bilirdik” demesi bir ezber değildi; gerçekten iyiydi, iyilerdendi. Gönüllerde silinmez izler bıraktı. Türkiye Yazarlar Birliği’nde kendisine düzenlediğimiz vefa gecesinde, “Hayatımın en mutlu gününü yaşıyorum” demişti. Dostlarından onu dinledikçe saygımız ve sevgimiz daha da artmıştı.
Sessiz ve nümayişsiz yaşadığı için gençler onu tanımıyordu. Bu yüzden, genç nesle aktarmak için hayatını anlatmasını istemiştim. Şimdi, o sohbetlerden aldığım notlar çerçevesinde, tanımayanlar için Ömer Ziya Belviranlı’yı ve hayatına yön veren kıymetli şahsiyetleri anlatmak istiyorum.
KADİM BİR ŞEHİR ASİL BİR AİLE
Ömer Ziya Belviranlı, 1946 yılında Konya’da köklü bir aile ocağında dünyaya gelir. Ailesi, şehrin ilim ve irfan hayatında tanınan, adı saygıyla anılan bir sülaledir. Evlerinin havasını kitap kokusu, divan yapraklarının hışırtısı ve Kur’an tilavetlerinin huzurlu yankısı doldurur. Daha çocuk yaşta, sohbet meclislerinde duyduğu hikmetli sözler zihninde derin izler bırakır.
Henüz gençlik yıllarına adım atmışken Türkiye, 27 Mayıs 1960 ihtilalinin sert rüzgârlarını yaşamaktadır. Bu fırtına, Belviranlı ailesini de doğrudan etkiler. Babası ve Ali Kemal ağabeyi gözaltına alınır, evdeki zengin kütüphaneye el konulur.
Fakat ne bu ani baskınlar ne de dönemin siyasi gerilimi, Belviranlı ailesinin ilmî ve manevî iklimini söndürebilir. Anne ve baba, sabır ve metanetle çocuklarının eğitimine destek olmaya devam eder. Ömer Ziya, bu ortamda hem okuyan hem düşünen hem de memleketin meseleleriyle dertlenen bir genç olarak yetişir.
O yılların Konya’sı, Türkiye’nin zor şartlarına rağmen derin bir maneviyat ve güçlü bir ilmî damar barındırmaktadır. Şehirde, Hacıveyiszade Mustafa Efendi gibi büyük âlimlerin ders halkaları kurulmakta, camiler sadece ibadet mekânı değil, aynı zamanda fikir ve irfan merkezleridir.
Kadim şehir sistemin baskılarına direnmesini bilir. Resmî yasaklara rağmen kömürlüklerde, bodrumlarda veya cami minarelerinin boşluklarında Kur’an dersleri verilir. Pas kokusunun sindiği bodrumlarda bile hafızlar yetişir.
Ömer Ziya Belviranlı, işte böyle bir ortamda; ilim, sanat ve maneviyatın iç içe geçtiği bir şehirde, siyasi baskılara rağmen direncini koruyan bir ailenin içinde büyür. Bu çocukluk ve ilk gençlik tecrübesi, onun ileride yayıncılık, dergicilik ve kültürel faaliyetlerde üstleneceği misyonun temel taşlarını oluşturur.
HACIVEYİZZADE’NIN BIRAKTIĞI İZ
Konya’nın manevî ikliminde Hacıveyiszade Mustafa Efendi ve onun hocalarının izleri hâlâ canlıdır. Kur’an öğretiminin yasaklandığı, dinî derslerin karakol baskınlarıyla engellenmeye çalışıldığı yıllarda bile bu mübarek zat boş durmaz. Kelle koltukta koşturmaya devam eder. İmanlı bir nesil yetiştirir, talebelerine azim ve sebat aşılar.
Gençlik yıllarında Ömer Ziya Belviranlı, Hacıveyiszade’nin ders halkasına katılır. Hocası, İmam Hatip okullarının açılması ve yaygınlaşması için gecesini gündüzüne katar. Derslerine her zaman besmele, hamdele ve salvele ile başlar, ardından istiğfarla gönülleri arındırır. Arapça, akaid ve o dönemde müstakil bir ders olarak okutulan belagatı kendine özgü Konya şivesiyle, ciddiyet ve vakarla işler.
Tenefüslerde iki rekat nafile namaz kılmadan sınıftan çıkmaz; öğrencilerinin sorularını ise teneffüs aralarında, samimi bir sohbet havasında yanıtlar. Onun gayretleri sayesinde Konya İmam Hatip Okulu ilim ocağına dönüşür pek çok talebe hem ilmî hem manevî açıdan olgunlaşır.
“Bir talebe için kırk münafığın kahrını çekmeye hazırım” sözü, Hacıveyiszade’nin eğitime ve öğrenciye bağlılığını en berrak şekilde ifade eder. Onun derslerdeki ciddiyeti, ahlâkı ve ilahî aşkı, Belviranlı’nın ve diğer gençlerin hayatında silinmez izler bırakır.
MÜNEVVER BİR AĞABEY
Hayatında derin izler bırakan en önemli bağlardan biri, hiç kuşkusuz ailesi ve özellikle ağabeyi Ali Kemal Belviranlı’dır. Altı kardeşli ailenin büyüklerinden olan Ali Kemal Bey, sıradan bir ağabey değil; aynı zamanda yol gösterici, ilim ve irfan kaynağıdır.
Konya Lisesi’ni, ardından Çapa Tıp Fakültesi’ni birincilikle bitirir. Dönemindeki bütün maneviyat büyüklerini ziyaret edip dualarını alır. Özellikle Mahmud Sami Hazretleri’ne ayrı bir muhabbet besler. İngiltere’de mide üzerine altı sene ihtisas yapar.
Konyalıların hamurla aralarının iyi olması sebebiyle hastalıkla imtihanlarının genelde mideden olduğunu ifade eder; bu sebeple merhum, mide konusunda kendisini özellikle geliştirir. Konya’ya döndüğünde şifa dağıtmaya başlar. Haftanın bir gününü fakir hastalara ayırır; onlardan para almadığı gibi ilaçlarını da ücretsiz verir.
Hafızlığı mükemmeldir; öyle ki Alzheimer’ın en ağır dönemlerinde dahi Kur’an okumayı sürdürebilecek kadar sağlam bir hafızaya sahiptir. Hafızlığının yanı sıra musikideki ustalığı da meşhurdur. Hem klasik hem de şarkı formunda ilahiler besteler, söz seçiminde ise itikada aykırı unsurlardan özenle kaçınır. Şiirle bağı oldukça kuvvetlidir; Safahat hafızı sayılacak kadar Âkif’in muhteşem eserindeki şiirler hafızasındadır.
Ali Kemal Belviranlı’nın çıkardığı İslam’ın Nuru mecmuası, dönemin en nitelikli dinî dergilerinden biri olarak kabul edilir. Bu dergi, camianın kültürel ve entelektüel hayatına önemli katkılar sağlar; her sayısında usta kalemlere ve büyük hocalara yer verir, ayrıca hat sanatı ekleri ile okuyucusuna estetik bir zenginlik sunar.
Kaleme aldığı İslam Prensipleri kitabı, alandaki önemli bir boşluğu doldurur; cami musikisine Anadolu’da yeni bir ufuk açar. Onun ilmi, sanatı ve hizmetleri, yalnızca bir dönemin değil, gelecek nesillerin de istifade ettiği kıymetli bir miras olarak yaşamaya devam eder.
Ali Kemal Bey, yaşadığı dönemin kıymetli şahsiyetlerinin yakın dostu olur. İbnülemin Mahmud Kemal İnal’in meclislerine katılır; o mecliste çok sayıda seçkin isimle tanışıp dostluk kurar. Hasan Basri Çantay, onu manevi evladı olarak görür. Kenan Rıfai’den Zahid Kotku Hazretleri’ne kadar birçok büyüğün iltifatına mazhar olmuş bir isimdir. İlim fikir ve kültür hayatına büyük hizmetleri olmuştur. Ziya Belviranlı ağabeyinin kendisinin kahramanlarından olduğunu söyler.
YÜKSEK İSLAM
Ömer Ziya Belviranlı, 1965 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne kabul edilerek hayatında yeni bir döneme adım atar. Zorlu ve seçici bir sınavın ardından girdiği bu kurum, dönemin ilim ve irfan merkezi olarak dikkat çeker. Fındıklı’daki Namık Kemal İlkokulu’nun çatı katında verilen eğitimi devrin büyük şahsiyetleri verir.
Enstitünün kadrosunu, Türkiye’nin önde gelen ilim ve kültür adamları oluşturur: Mahir İz, Zekai Konrapa, Nihad Sami Banarlı, Ali Nihad Tarlan, Ömer Nasuhi Bilmen… Bu hocalar, yalnızca akademik bilgi aktarmakla kalmaz; ahlaki duruşları, hayat tarzları ve öğrencilerine gösterdikleri yakın ilgiyle de eğitimin ruhunu şekillendirir.
Belviranlı üzerinde en derin etkiyi Mahir İz bırakır. Coşkulu anlatımı, tavizsiz duruşu ve dinî meselelerdeki hassasiyetiyle tanınan Mahir Hoca, öğrencilerine amel-i salih anlayışını, adalet duygusunu ve gönül zenginliğini aşılar.
Onun, “Maaşınızın zekâtını elinize geçmeden verin, bereketini mutlaka görürsünüz” tavsiyesi, Belviranlı’nın hayatında benimsediği temel prensiplerden biri hâline gelir. Ayrıca Osmanlı kültürünün estetik yönünü önemseyerek her talebenin divan edebiyatından beyitler ezberlemesini, hat, tezhip ve ebru gibi sanatlarla ilgilenmesini teşvik eder.
Zekai Konrapa, derslerinde derli toplu ve sistemli anlatımıyla öne çıkar. İslam Peygamberi adlı eseri, o yıllarda öğrencilerin başucu kitabı olur.
Nihad Sami Banarlı ve Ali Nihad Tarlan, edebiyat derslerinde Osmanlı-Türk kültür mirasını sevdirir, dilin inceliklerini kavratır. Ömer Nasuhi Bilmen ise hem ilmî birikimi hem de mütevazı şahsiyetiyle saygı uyandırır; İslami ilimlerin inceliklerini aktarırken ahlaki örneklik sergiler.
Enstitü yılları, derslerle sınırlı kalmaz; hocaların sohbetleri, özel ders halkaları ve kültürel etkinliklerle zenginleşir. Belviranlı, Sadreddin Yüksel’den Arapça, Ali Üsküdarlı’dan musiki dersleri alır. Musikiye aileden gelen ilgisi vardır. Bu sebeple konserlere meşklere katılır.
1969’da mezun olduğunda, aldığı eğitim ona yalnızca sağlam bir ilmî temel değil; estetik, kültürel derinlik ve manevi olgunluk da kazandırır. Yüksek İslam Enstitüsü yılları, Ömer Ziya Belviranlı’nın ilerleyen yıllardaki yayıncılık, dergicilik ve kültürel faaliyetlerinde belirleyici bir rol oynayan en önemli tecrübe olarak hayatında yerini alır.
YENİDEN MİLLİ MÜCADELE
İstanbul’daki öğrencilik yılları, Ömer Ziya Belviranlı için yalnızca ilim ve sanatla yoğrulan bir dönem olmakla kalmaz; aynı zamanda Türkiye’nin çalkantılı toplumsal ve siyasî atmosferinin de içinde geçer. 1960’ların sonu ve 1970’lerin başında fikir hareketleri gençlik arasında hızla yayılır. İşte bu süreçte Belviranlı, Yeniden Millî Mücadele hareketinin İstanbul teşkilatıyla tanışır.
Hareketin öncüleri Aykut Edibali ve Yavuz Aslan Argun’dur. Anti-siyonist, anti-komünist ve anti-kapitalist bir İslâmî çizgide konumlanan bu grup, şehirlerde propaganda çalışmaları yürütür. İmam-ı Rabbânî’nin tasavvuf anlayışına bağlı kalmakla birlikte, hurafe gördükleri bazı tasavvufî pratiklere mesafeli dururlar. Bu tutum tasavvuf karşıtı olarak anlaşılmalarına sebep olur. Tasavvuf büyüklerinin izinden yürüyen Belviranlı ailesi Ziya Bey’in bu hareket içinde olmasına sıcak bakmazlar.
Yıllar içinde Belviranlı, hareketin öncülerinden olur. Sıradan bir mensup değil, aktif bir fikir ve aksiyon adamı olarak yer alır. Yeniden Millî Mücadele Mecmuası’nın kuruluşunda bulunur; dergi, yıllar boyunca fikrî ve kültürel alanda etkili bir yayın organı hâline gelir. Künyede adı mecmuanın sahibi olarak geçer.
Ancak 12 Mart 1971 askeri muhtırası sonrasında Türkiye’nin siyaset iklimi değişir. Baskılar, gözaltılar ve takipler, hareketin içinde de tartışmaları tetikler. Zamanla yön değiştirdiğini düşündüğü bu teşkilatta fikir ayrılıkları büyür. 1973-74 yıllarında, yakın bir grup arkadaşıyla birlikte hareketten ayrılır.
Bu ayrılık, onun kişisel ve siyasî tavrının değişiminde önemli bir dönüm noktası olur. Tasavvufî bir çevrede yetişmesine rağmen, 1960-70’lerde siyasî mücadele alanında da bulunur; ancak nihayetinde yayıncılık, akademik çalışmalar ve kültürel faaliyetlere yönelmeyi tercih eder.
Yeniden Millî Mücadele yılları, ona hem fikrî hem de teşkilatçılık açısından önemli bir birikim kazandırır. Mecmua tecrübesi, ilerleyen dönemlerde yürüteceği dergicilik ve yayıncılık faaliyetlerinin temelini oluşturur.
EDİBALİ’YE KIZGINDI
Yeniden Millî Mücadele içindeki yetişmiş insanların neden dışlandığını ve hareketin sığlaştırılıp bitirilmesine kimin sebep olduğunu sorduğumda, öfkeyle ağzından tek bir isim çıkmıştı: Aykut Edibali.
Edibali’nin kıskançlığı sebebiyle Necmettin Turinay gibi entelektüel seviyesi yüksek, Cemil Çiçek gibi “üst akıl” niteliğinde olan insanların uzaklaştırıldığını belirtmişti.
Tarihe şahitlik açısından bu soruyu özellikle sordum ve kaydettim. Ülkeyi yönetecek bir kadro yetiştiren hareketin, bir kişinin ihtirası sebebiyle paramparça olduğunu üzülerek söylemişti.
CEMİL ÇİÇEK’İN GÖZYAŞLARI
O dönemler kapalı bir yapı olan hareket, tasavvuftaki biat kültürünü eleştirirken kendi içlerinde daha keskin ve katı bir bağlanma disiplini kurarlar. Hareketin istemediği kişileri uzaklaştırdığında, onlarla konuşmak, görüşmek yasaklanır.
Hareketten atılan kişilerle irtibatını sürdürenler ajan muamelesi görüp, onlar da aynı kaderi yaşar. İşte böylesine radikal bir tutum ve anlayışın olduğu yapıda, merhum Belviranlı vicdanıyla hareket ederek Edibali’nin hareketin dışına ittiği isimleri köylerinde, evlerinde ziyaret eder.
Bunlardan birisi, sonraki yıllarda devletin önemli kademelerinde büyük hizmetlerde bulunacak olan Cemil Çiçek’tir. Belviranlı’nın Yozgat Yerköy’e kadar gidip vefa göstermesi üzerine, hareket içinde haksızlığa maruz kalmanın duygusallığı içinde kendisini tutamaz ve gözyaşı döker.
DAVA YAYINCILIĞI
Yeniden Millî Mücadele’den ayrılışı, Ömer Ziya Belviranlı’nın hayatında yeni bir sayfa açar. Kendi yolunu çizer, enerjisini tamamen ilim ve kültür faaliyetlerine verir.
Ailesinden gelen zengin ilmî mirası yaşatma konusunda kararlı bir duruş sergiler. Ağabeyi Ali Kemal Belviranlı’nın kitaplarını yayına hazırlar, basar ve dağıtır. Bu süreçte yalnızca aile eserleriyle yetinmez; dost çevresindeki ilahiyatçıların çalışmalarına da kapı aralar. Hayrettin Karaman gibi önemli isimlerin eserlerini yayımlar, yirmi dört ilahiyat tezini kitaplaştırarak dönemin yayıncılığına dikkate değer bir katkı yapar.
1976’da Konya merkezli Nedve Yayınları’nı kurar. Burada Arapça ve Osmanlıca eserler başta olmak üzere İslami ilimlere dair nitelikli kitaplar basar. Sonrasında Marifet Yayınları doğar ve zamanla Nedve Yayınları da Marifet çatısı altında toplanır.
Marifet Yayınları, 1980’lerin ortasından itibaren Türkiye’de İslami yayıncılığın seçkin adreslerinden biri hâline gelir. Raflarda sadece kitaplar değil, bir neslin kültürel hafızası yer alır. Yayıncılık, onun için ticari bir uğraş değil; bir misyon, bir medeniyet tasavvurunun parçası olur.
Yayıncılığı manevi bir sorumluluk gördüğü için bu hususta son derece titiz davranır. Özellikle itikada aykırı bir cümleyi dahi onaylamaz. Yayına hazırladığı kitapların tashihini fevkalade bir ciddiyet ve derin dikkatle yapar.
Belviranlı, Türkiye’nin yanı sıra uluslararası alanda da yayın faaliyetlerine yönelir. Almanca, İngilizce, Fransızca ve Rusça çeviriler yapar., İslami eserlerin farklı coğrafyalara ulaşmasına öncülük eder.
Marifet Yayınları vesilesiyle sayısız yazar ve akademisyenle dostluklar kurar. Yazarlarına teknik anlamda yalnızca editörlük yapmaz; bazılarını ağabeyi gibi sayar, bazılarını kardeşi gibi korur. Kitabın basım sürecinde maddi kârı ikinci plana atar, fikrî faydayı önceleyerek “yazar dostu yayıncı” unvanını kazanır.
Ali Ulvi Kurucu’ya duyduğu sevgi, Necmettin Turinay gibi fikir adamlarına gösterdiği hürmet, onun yayıncılıkta taşıdığı insani ve manevi yaklaşımın somut örnekleridir.
Yayınladığı eserlerle Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan kültür damarını, İslam dünyasının büyük şahsiyetlerini, Anadolu irfanını ve çağdaş Türk düşüncesini kayıt altına alır. Kitabı yalnızca bireysel bir okuma nesnesi değil, toplumsal hafızanın taşıyıcısı olarak görür.
Ömer Ziya Belviranlı, yayıncılığı “geçmişin değerlerini geleceğe taşımak” olarak tanımlar ve bu ideali ömrü boyunca korur. Bu sebeple ona dava yayıncısı da desek, dava adamı yayıncı da desek isabet olur.
ÇIĞIR AÇAN DERGİLER
Ömer Ziya Belviranlı, yalnızca bir yayıncı değil; aynı zamanda fikir, kültür ve mücadele hayatımızın önemli bir dergicisi olarak da anılır. Çıkardığı dergilerle Türk dergicilik tarihinde iz bırakan isimlerden olmuştur. Onun dergicilik serüveni, taşıdığı davanın ruhunu yaymak, genç kuşaklara fikrî ve ahlâkî bir miras bırakmak amacını taşımıştır.
Belviranlı ailesinin vazgeçilmezleri arasında musiki baş sıralarda yer alır. Bekir Sıtkı Sezgin ile birlikte çıkardıkları Kök Dergisi, müzik ve sanat alanında çığır açar. Bununla birlikte fikir dünyasında da derinlikli yazılarıyla dikkat çeker.
Cemil Meriç, Ali Kemal Belviranlı, Bekir Sıtkı Sezgin, Alaeddin Yavaşça gibi isimler derginin kadrosunda yer alır. Fikir dünyasının yıldızlarıyla sanat dünyasının yıldızları Kök Dergisi’nde buluşur.
Her sayıda bir hat levhası ilavesi, derginin estetik kimliğini pekiştirir. 1981’de başlayan bu serüven iki yıl sürse de etkisi uzun yıllar devam eder. Cumhuriyet döneminde çıkan en ciddi müzik dergilerinden biridir. Her sayının kapağında ebru kullanılır; bundan maksat, okuyucunun sanat zevkini geliştirmektir. Ebruları, Prof. Dr. Nihat Çetin Hoca Osmanlı arşivinden temin eder.
Abone sayısı, günümüz ölçütleriyle değerlendirildiğinde epey yüksektir. Tematik bir derginin kolay yakalayamayacağı bir sayıya ulaşılır. Her görüşmemizde derginin sayfaları arasında yolculuk yapmak bana inanılmaz bir keyif verirdi. O temada, o kalitede bir dergi sonraki zamanlarda çıkamadı maalesef.
Belviranlı, kurucularından olduğu Mücadele Birliği’nin yayın organı olan Mücadele Birliği Dergisi’nin çıkarılmasında etkin rol oynar. Bu dergi, hem dönemin siyasi ve kültürel atmosferine müdahil olur hem de dava şuuru taşıyan gençleri yetiştiren bir mektep vazifesi görür.
Ömer Ziya Belviranlı’ya göre dergi, bir fikrî mekteptir. Dergiciliği yalnızca yazı yayımlamak olarak değil; bir dava etrafında insanları buluşturma, ortak tavır geliştirme ve fikrî dayanışma sağlama aracıdır.
Belviranlı, dergilerinde genç kalemlere yer vermeyi önemser, yazılarını beğendiği genç yazar ve şairleri teşvik eder, onlara yol gösterir.
Onun çıkardığı dergiler, fikir ve kültür hayatımızda bugün hâlâ birer referans kaynağı olarak anılmaktadır. Keşke tıpkıbasımları yayınlansa.
TURGUT ÖZAL SEVGİSİ
Ziya Belviranlı, Turgut Özal’a karşı derin bir saygı ve sevgi besler. Bu sevginin temelinde Özal’ın vatanseverliği ve dindarlığının büyük payı vardır. Özellikle kendisini muazzam şekilde yetiştirmiş olmasını takdir eder. Ağabeyi Ali Kemal Belviranlı’nın tavassutuyla Özal’la tanışır.
Belviranlı, Özal’ı hem şahsî hem de siyasal açıdan “düşünce insanı” olarak tanımlar. Ülkenin yeniden inşası sürecinde Özal’ın vizyoner yaklaşımını benimser ve destekler. Bu bağlamda, Ziya Belviranlı’nın Özal sevgisi yalnızca siyasi bir yakınlık değil; ortak idealler, fikirler ve Türkiye’nin çağdaşlaşma sürecine yaptığı katkılar temelinde kurulmuş samimi ve saygıya dayalı bir bağdır.
Özellikle ANAP döneminde, partinin kuruluş sürecine aktif olarak katkıda bulunur. Resmî görevi il sekreteri olsa da, Özal’ın özel kalemi gibi çalışır. O kadar yakındır ki, Cemil Çiçek ve Halil Şıvgın gibi ANAP tarihinde önemli yeri olan isimleri Özal’la tanıştıran odur.
Yeniden Millî Mücadele geçmişi olduğu için teşkilatlanmada önemli hizmetler yapar. Seçime girebilmek için teşkilatlanmanın 17 günde tamamlanması gerekmektedir. Olağanüstü bir gayretle, 17 gün içinde bu çalışma bitirilir.
Darbe sonrası Türkiye’nin siyasi dönüşüm döneminde, Özal’la yapılan görüşmeler ve birlikte yürütülen çalışmalar, Belviranlı’nın Özal’a olan bağlılığını net bir şekilde ortaya koyar.
Anavatan Partisi büyümeye başlayınca Belviranlı gibi temiz insanları sonradan gelen ensesi kalın siyaset ağaları uzaklaştırır. Yokluk döneminde görünmeyenler birden partiyi ele geçirir. Belviranlı daralan gönlünü yeniden yayıncılağa dönerek ferahlatır. Anavatan içindeki masonlara liberallere ve dindarları dışarıdan seviyor görünüp içinden kin besleyenleri hep nefretle anar.
ALİ ULVİ KURUCU’YA HÜRMETİ
Ömer Ziya Belviranlı’nın hayatındaki en önemli dostluk ve manevi rehberlik ilişkilerinden biri, Ali Ulvi Kurucu ile olan bağdır. Osmanlı münevverinin tüm vasıflarını taşıyan Ali Ulvi Kurucu’ya karşı sarsılmaz bir sevgi besler. Onun için Ali Ulvi Kurucu, bu çağda yaşayan adeta bir sahabe gibidir.
Belviranlı, Kurucu’yu sadece bir dost olarak değil; yüksek ahlakı, derin imanı ve vakur duruşuyla örnek bir şahsiyet olarak görür. Ali Ulvi Kurucu’yu ilk tanıdığı andan itibaren, onun tevazu dolu bakışları, hikmetle dolu sözleri ve vakur yürüyüşü karşısında derin bir hürmet duyar. Özellikle divan edebiyatına olan vukufiyeti onu ayrıcalıklı kılar; altı farklı divanı ezbere bilen ve Farsçaya da hâkim olan Kurucu’nun halim selim tavrına büyük saygı gösterir.
Kurucu, mütevazı ve sakin yapısıyla tanınır; sinirlendiği neredeyse görülmez. 28 Şubat sürecinde Müslümanlara yönelik baskılar karşısında sert bir tavır takınması, Belviranlı üzerinde derin bir etki bırakır. Kurucu, o zor yıllarda Müslümanlara “Bizim ecdadımız ne zorluklar çekti, siz niye bu kadar korkuyorsunuz?” diyerek cesaret çağrısında bulunur ve böylece korku duvarlarının yıkılmasına öncülük eder.
Kurucu ailesi, Türkiye’nin ve İslam dünyasının zor zamanlarında fikirleri ve tavırlarıyla dimdik durur. Belviranlı, Ali Ulvi Kurucu’nun hem şahsi hayatındaki temizlik ve samimiyete hem de dava uğruna gösterdiği gayrete şahitlik eder. Onu çevresine hep “Ali Ulvi ağabey” diye hürmetle tanıtır. Türk kamuoyunun Kurucu’yu tanımasına da Belviranlı vesile olur; Kanal7 programlarına çıkararak milletimizin büyük şahsiyeti hakkıyla tanımasını sağlar.
Bu mübarek şahsiyetten her bahsedildiğinde ayrı bir heyecan duyan Belviranlı’ya göre Ali Ulvi Kurucu, sadece geçmişin değerlerini muhafaza eden bir hatıra adamı değil; geleceğin inşasında temel olacak iman, sabır ve istikamet abidesidir. Kurucu’nun sohbetlerinde verdiği öğütler, Belviranlı için yol gösterici olur; vefatına kadar hizmetinde bulunur, ona hürmetini gösterir.
Onların dostluğu, vefa ve saygının nasıl yaşanabileceğini gösteren nadir örneklerden biridir. Belviranlı, Ali Ulvi Kurucu’nun ardından şunları söyler:
“Ali Ulvi ağabey, gönülleri inşa eden, kelimeleriyle ve haliyle öğreten bir insandır. Onunla aynı mecliste bulunmak bile bir nimettir. Bizim kuşağın ufkunu genişleten, kalbimizi ısıtan, istikametimizi güçlendiren aziz bir dosttur.”
FETÖ UYARISI
Merhum Ali Ulvi Kurucu, Türkiye’ye geldiğinde FETÖ’cüler sık sık ziyaret edip onu hiç boş bırakmamaya çalışırlar. Aşırı iltifatlarda bulunurlar. Buna rağmen Kurucu, Ziya Belviranlı’ya “Bunlar tekin insanlar değil, başka emellerin peşindeler. Bu adama dikkat etmek gerek.” der. “Bunlar Türkiye’nin ve Müslümanların başına bela olacaklar.”
O günden itibaren Belviranlı, onlardan nefret ettiğini yüzlerine haykırır. Kitaplarını yüksek ücretle dağıtmalarına rağmen “kurban” yazmaya kalkınca itiraz eder. Bunun üzerine Marifet Yayınları’nın dağıtım için aldıkları kitapların tamamını yayınevinin kapısına atarlar.
Ziya Abi, “Bunlar kadar aşağılık, bunlar kadar alçak bir topluluk yoktur.” demişti.
NECİP FAZIL HATIRASI
Ömer Ziya Belviranlı’nın kültür hayatımızda iz bırakan birçok şahsiyete dair hatıraları vardı. Bunları tatlı tatlı hatırlatırdı. Necip Fazıl’ı çok severdi. Ondan bahsederken yüzünde hemen tebessüm belirirdi. Üstada dair hatırasını şöyle anlatmıştı:
‘Necip Fazıl, bazı kişilerin dolduruşuyla, “Millî Mücadeleciler tarikat düşmanı” diyerek aleyhimizde sert bir yazı yazdı. Zehir zemberek bir yazıydı ve bir gazetede yayımlandı. Çok üzüldük.
Biz de durumu açıklamak için evine gittik. Aykut Edibali, Necmettin Turinay, Taha Akyol ve ben… Necip Fazıl beni, Ali Kemal ağabeyim vesilesiyle tanıyordu; daha önce onun evinde kalmıştım. Taha bir girizgâh yaptı, ardından Aykut Edibali konuştu.
“Biz yerli bir hareketiz. Bu ülke için çalışıyoruz ama hakkımızda ağır ithamlar yapılıyor,” dedik. Bu karalamalar, iftira noktasına geldi. “Bunu kabul edemiyoruz,” dedik.
“Siz de bizi tanımadan böyle bir şey yazdınız,” deyince, “Evet,” dedi. “Hoş bir sohbet oldu.” “Sizden tek isteğimiz yeni yazınızda konuya açıklık getirmeniz,” dedik. “Tamam,” dedi. “O zaman bu yazıyı almaya Ziya gelsin,” dedi.
Çıkarken bizimkilerden birine, “Ben hayatımı yazarak idame ettiriyorum, boş gelinmesin buraya,” demiş.
Biz de bunun üzerine bir zarf hazırlayalım, zarfı da kalın tutalım dedik. Ama öyle yüzlük yüzlük değil; herkes gücü nispetinde katkı sundu, zarf paralarla doldu. Yeter ki bir yazı kaleme alsın. Necip Fazıl’ın bir yazı yazması kâfiydi bizim için.
Evine gittim, zarfı verdim. “Maşallah, maşallah, bunlar İngiliz parası değil, değil mi?” dedi. “İşte bakın,” dedim, “sizi böyle etkilemeye çalışmışlar. Mücadele Birliği’nin bir İngiliz projesi olduğunu söylemişler.”
Necip Fazıl’la yakınlığım vardı, bu biliniyordu. Bana önemli sorular sordu, hepsini cevapladım.
Sonrasında şöyle yazdı:
“Önceki sayıda kaleme aldığım Mücadele Birliği hakkındaki yazı vesilesiyle töhmetkâr olduğum söylendi. Haklı bir töhmet de diyebilirim buna. Akabinde teşkilat mensupları ziyaretime geldiler. Aradaki gerginliği azaltmak maksadıyla bu yazıyı okuyuculara sunuyorum.”
RAHMET NİYAZIYLA
Kısaca anlatayım istedim ama yazı epey uzadı. Ömer Ziya Ağabey bir yazıya sığmaz. İnşallah başka vesilelerle daha uzun anlatırız. Şuara Suresi’nin 84. ayetinde, İbrahim Aleyhisselam’ın dilinden bize güzel bir dua öğretilir: “Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla (lisan-ı sıdk) anılanlardan kıl.”
Ömer Ziya Belviranlı, ebediyen hayır ve güzellikleriyle anılacak bir isimdir. Onun hizmetleri, dokunduğu kalpler, kurduğu dostluklar, burs bulduğu talebeler gizlice yardım yolladığı yoksullar ve arkasında bıraktığı kültür mirası, güzellikler defterini açık tutmaya devam edecektir.
O, yalnızca yaşadığı dönemin değil, kendisinden sonra gelecek nesillerin de hafızasında, adaletiyle, vefasıyla, nezaketiyle yaşayacaktır. Çıkardığı kitaplar yetiştirdiği insanlar vefalı dostları onun için güzel şahitliğe devam edecektir.
Mekânı cennet, makamı âli olsun.
Yorumlar12