Unutulmaz bir dava adamı: Mustafa Yazgan
- GİRİŞ11.12.2025 08:59
- GÜNCELLEME11.12.2025 10:54
Bugünün kazanımlarının, dünün adanmışlarının eseri olduğunu hiçbir zaman unutmamız gerekiyor. Unutmamak için de o adanmış şahsiyetleri unutturmamak mecburiyetindeyiz.
Bu ülkede Müslümanların haklarını ve hukuklarını savunmak uğruna ağır bedeller ödeyen nice kahramanımız var. Zor zamanlarda kimi kalemiyle, kimi kelamıyla baskıcılara başkaldırdı. Her biri ardında destansı hikâyeler bıraktı.

Onların hikâyelerini hatırlamak ve genç nesillere aktarmak bizim için bir ödevdir; zira unutmak vefasızlıktır. Bizim doğduğumuz toprağa vefamız olduğu gibi, bu toprakları vatan kılanlara da sonsuz hürmetimiz vardır.
Memleketimize değer katanların adlarını yaşatmanın birçok yolu var. Bazen bir yazıyla, bazen bir kitapla, bazen bir belgeselle onlara olan vefamızı göstermiş oluruz.
Nurettin Topçu’nun söylediği gibi: “İnsanlar ölünce unutulmazlar; unutulunca ölürler.”
İşte bu sebeple bugün, adını unutturmamamız gereken değerlerimizden biri olan yayıncı, yazar ve dava adamı Mustafa Yazgan’ı hatıraları üzerinden yeniden hatırlayacağız.

HAKİKATİN PEŞİNDE
Mustafa Yazgan’ın hikâyesi, Fırat kıyısındaki Halfeti’nin artık su altında kalmış toprak odalarından başlar. Çocukluk yıllarında dedesinin meclisindeki sohbetleri dinleyerek büyür. Babası öğretmendir; 11 köye imece usulü okul yaptırmış vatansever bir eğitimcidir.
Küçük Mustafa, öğretmen babasının defterlerini taşır; annesinin dizinin dibinde dualar öğrenir.
Lise yıllarında yaşadığı rahatsızlık onu hastane odalarına bağladığında bile kitaplarını elinden bırakmaz. Okul müdür muavini Ali Bilal Bey, hastaneye gelip “Seni ikinci dönem geçiririz.” dediğinde, yatağında doğrulup “Beni sınıfta bırakın.” diyebilen bir gençtir. Çocuk yaşta hakikate duyduğu saygıyı bütün ömrü boyunca korumuştur.

KİLİSEDE KONFERANS
Mustafa Yazgan, İslami camianın en meşhur hatiplerindendi. Elbette konuşma kudreti tesadüf değildir. Henüz 15 yaşındayken Gaziantep’te Ermenilerden kalma bir kilisenin salonunda Mehmet Akif üzerine etkileyici bir konferans verir. O anı ne zaman anlatsa heyecanlanırdı.
O gün çocuk sayılacak yaşta kürsüye çıkan Yazgan, kendi sesini ilk kez kalabalığın içinde duyar. Konferans bittiğinde yanına gelen yaşlı bir adamın sırtını sıvazlayıp, “Sen iyi konuşuyorsun evlat, devam et.” deyişi onu yüreklendirir.
Bu küçük başlangıç, ileride Anadolu’nun dört bir yanında yüzlerce konferansın ilk adımı olur.

ÖLÜMLE TEHDİT!
Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki öğrencilik yılları da bir roman gibidir.“Düşünen Adam” dergisinde yazdığı için devrimci öğrenciler tarafından ölümle tehdit edilir.
Bir gün Fikir Kulübü panosuna yazısını asıp altına şöyle yazarlar:
“İçimizdeki gericiyi tanıyın.”
Yazgan, tehditlere rağmen kürsüyü de, kalemi de bırakmaz. Belinde bıçak taşıyan bir öğrenci üzerine yürüdüğünde, kalabalığın arasından birinin koluna girip “Gel yukarı çıkalım.” demesi hayatını kurtarır.
O kişi kimdir bilmez ama o günün ardından Yazgan gözünü kırpmadan yazmaya devam eder.

NECİP FAZIL’LA İLK KARŞILAŞMA
Mustafa Yazgan’ın hayatında Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ayrı bir yeri vardır.
1966’da Gaziantep Ticaret Odası’nda verdiği Kıbrıs konferansı sonrası Halit Ziya Bey ona şöyle der:
“Yarın akşam Necip Fazıl geliyor, onu da dinle.”
Yazgan sinema salonuna gider. Protokole oturur. Biraz sonra Halit Ziya gelip, “Yazgan Bey, Üstad’la tanışmak ister misiniz?” diye sorar. Elbette ister. Onu makine odası gibi küçük bir arka bölmeye götürür. Üstad orada dinlenmektedir.
Halit Ziya tanıştırır:
“Üstadım, bu Mustafa Yazgan. Ankara’dan sizi dinlemeye geldi.”
Necip Fazıl başını kaldırır, Yazgan’ı süzer:
“Buyurun Mustafa Bey, şöyle oturun.” der.
Beş dakika sonra dönüp şu cümleyi kurar:
“Beni siz takdim edeceksiniz.”
Bu iltfat Yazgan’ın hayatında dönüm noktası olur.
Üstad’ın tarzını bilmeyen için basit bir cümle gibi gelebilir; fakat Necip Fazıl takdimciyi beş dakikadan fazla konuşturmaz, çoğu zaman konuşmayı yarıda keser.
Ama o akşam Yazgan konuşur, konuşur, konuşur… Neredeyse 20 dakika boyunca…
Üstad perde arkasında dinler; hiç müdahale etmez, aksine tebessüm eder.
Konferans sonunda “Diğer şehirlere de benimle gel.” der.

NAMAZ KILDIĞI İÇİN AKADEMİDEN ATILIR
Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde parlak bir akademik kariyere doğru ilerlerken işler değişir. Namaz kıldığı için yeni genel müdür tarafından odasına çağrılır.
Yazgan açıklamaya çalışır:
“Hafta sonları gidiyorum, pazartesi işimin başındayım.”
Ama cevap nettir:
“Çık.”
O gün kapının önüne konulur.
Beş yıl süren davadan beraat eder ama akademiye dönmek istemez.
Necip Fazıl’ın izinde bütün Anadolu’yu akademiye çevirir. Bütün kürsülerden hakikati haykırır. Gittiği her yerde salonları doldurur. Bir milletin yeniden doğrulup ayağa kalkması için ayak basmadığı şehir bırakmaz.
PERİNÇEK’İN SAYGISI
Bütün Müslüman münevverler gibi yaşadığı devirde sistemin baskılarına maruz kalır. “Mustafa Kemal’e hakaret” isnadıyla açılan dava epey uzun sürer.
Hicrî 1400 hitabesinden ve Abdülhamid’i anlattığı bir konferanstan dolayı içeri atılır. Ceza alsa bile dik duruşundan bir şey kaybetmez.
Mamak Cezaevi’nde geçirdiği aylarda sayısız hatıra biriktirir.
Yazgan o günleri bile tebessümle anlatır; Doğu Perinçek’in kendilerine saygılı davranmasını özellikle hatırlatırdı. Bu saygının sebebini sorduğumda aldığım cevap şuydu:
“Davamızın ciddiyetine saygı duydukları için bize hürmet ettiler.”
TOMURCUK
Yazgan basının önemine inanan ve o alanı asla boş bırakmamamız konusunda uyarılarda bulunan bir aydındı. Tomurcuk adlı çocuk gazetesini tek başına hazırladı. Binlerce çocuğa ulaştı. Elbette o zamanlar hiçbir şey kolay değildi.
Bir gün postacı bir çuval gazete getirir:
“Abi, bir kısmı yırtılmış, bir kısmı yakılmış ama ben kalanları kurtardım.”
O dönem sol militanların posta merkezlerinde gönderilerini yaktığını böylece öğrenmiş olur.
Mustafa Yazgan, gençlik yıllarında olduğu gibi ahir ömründe de davaya hizmetten geri durmadı.
Karamürsel’e yerleştiğinde elinde büyük bir imkân yoktu; ama büyük bir niyet vardı.
Kendi parasıyla mütevazı bir kültür merkezi açtı. Orada çocuklara İngilizce dersleri verdi; aldığı ücretle elektrik-su faturasını ödedi.
TOPRAĞI ÇAMUR EDEN GÖZYAŞLARI
Merhumun, yakın dönemin büyük şahsiyetlerine dair eşsiz hatıraları vardı. Özellikle Üstada dair başka hiçbir yerde bulunamayacak özgün anılara sahipti.
Onlar içinden en etkilendiğini sorduğumda şunu paylaşmıştı:
Bahri Zengin, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt ve Mehmet Akif İnan ile Bağlum’da Abdülhakim Arvasî Hazretleri’nin kabrine ziyarete giderler.
Necip Fazıl, “Siz biraz öne geçin.” der.
Onu biraz mesafeden izlerler.
Ve Üstad’ın gözyaşlarının toprağı çamur ettiğine bizzat şahit olurlar.
Yazgan bu sahneyi her anlattığında sesi titrer, gözünden yaş damlardı.
Geride Kalan
Bazı izler silinmez.
Bazı isimler unutulmaz.
Mustafa Yazgan onlardan biridir.
Vefatının sene-i devriyesinde kendisini rahmetle ve minnetle anıyoruz.
Ruhu şâd, makamı âlî olsun.
Yorumlar7
-
Kadir tosun
1 saat önce
Şikayet Et
Allah rahmet eylesin makamı âlî olsun
Afganistan üzerine bir şiiri vardı
Sen benden özgürsün inan o dağda
Diye devam eden
Beğen
Cevapla
-
Muhlis
6 saat önce
Şikayet Et
Rabbim makamını cennet eylesin:(
Beğen
Cevapla
Toplam 1 beğeni
-
Murat
6 saat önce
Şikayet Et
Rabbim rahmetiyle muamele etsin, mekanını Cennet, makamını Âli eylesin inşallah.
Beğen
Cevapla
Toplam 1 beğeni
-
Kamil Nazik
7 saat önce
Şikayet Et
Karamürsel de oturmuştuk 1990-95 arası. O zaman görmüştüm kendisini. Rahmetli babam büyük bir adam olduğunu söylemişti ama o zaman 18 li yaşlardaydım pek anlamadım. Sadece engelli olduğunu hatırlıyorum.
Beğen
Cevapla
Toplam 1 beğeni
-
Necla Duran
7 saat önce
Şikayet Et
Ankara Da otururken ablam ve arkadaşları onun kitaplarını satarlardı. Çok zor günler geçiriyordu. O yıllarda her şey dava uğruna samimi VE Allah rızası için yapılırdı
Beğen
Cevapla
Toplam 1 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle