Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanı olduğu bir Türkiye’yi nasıl bir dış politika bekliyor?
.
- GİRİŞ07.06.2023 08:59
- GÜNCELLEME08.06.2023 09:09
28’inci hükümet döneminin Dışişleri Bakanı olarak atanan eski MİT Başkanı Hakan Fidan, bakanlığı döneminde nasıl bir anlayışla hareket edeceğini selefi Mevlüt Çavuşoğlu’ndan bu görevi devralırken yaptığı açıklamanın satır aralarında göstermiş oldu.
Şu cümle, yeni dönemin de bir şifresi niteliğinde:
“Devletimizin her türlü etki alanından bağımsızlığı ve milletimizin iradesinin egemenliği esasına dayanan, milli dış politika vizyonun ilerletmeye devam edeceğim.”
Bu sözler, dış politikada radikal bir değişiklik olacağına dair bir işaret sunuyor değil elbette.
Ama Tayyip Erdoğan hükümetlerinin iddialı dış politika pozisyonu ve hamlelerinin devam edeceğinin çok net bir niyet beyanı olarak değerlendirilebilir.
Özünde, Türkiye’nin egemenlik haklarını gözeten ve önceleyen, halkın menfaatlerini esas alan bir politika anlayışı bu.
Rusya Ukrayna savaşında sergilenen tutum da karşılığını bulduğu gibi örneğin.
Şubat 2022’de, “Ne Rusya’dan vazgeçeriz, ne Ukrayna’dan” sözleriyle bunu dünya aleme duyuran Erdoğan, bu dengeli yaklaşım sayesinde, Türkiye’nin bu savaştan çok olumsuz bir şekilde etkilenmesinin önüne geçmiş oldu.
Hakan Fidan MİT’teki misyonunu yürütürken, Türkiye’nin bu dış politikasının tam göbeğinde yer almıştı zaten.
Yani, dışişleri bakanı olarak üstlendiği görevi yadırgayacağını kimse düşünmemeli.
Aksine, MİT’in başında iken yürüttüğü misyon daha zorlu idi diye düşünmek bile mümkün.
Fidan, özellikle son üç yıl içerisinde Türkiye’nin ilişkilerinin bozuk olduğu ülkelerle arasının düzelmesinde, dostların artırılması ve düşmanlıkların azaltılması misyonunda çok aktif bir rol üstlenmişti.
İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır gibi ülkelerle yakalanan barış havasının başlangıcında, Fidan’ın MİT’in başındayken yürüttüğü ‘istihbarat diplomasisinin’ büyük katkısı olmuştu.
Ki, o misyonu yürütürken elde ettiği saygınlığın, sempatinin dışişleri bakanı olarak her yerde karşısına çıkacağı söylenebilir.
ABD ULUSAL GÜVENLİK DANIŞMANININ SÖZLERİNE DİKKAT!
Türkiye’nin Erdoğan liderliğinde yürüttüğü milli dış politika anlayışının sabit ayağında Hakan Fidan’ın sözünü ettiği her türlü etki alanından bağımsız hareket etme anlayışı var.
Pergelin hareket halindeki ayağında ise, özellikle son üç yıldır yürütülmekte olan ‘barış içinde olma’ projeksiyonu var.
Sadece Körfez ülkeleri, Mısır ve İsrail’le değil, Batı ile gerilimi düşürme anlamında da 2020 yazındaki Doğu Akdeniz krizinden sonra başlayan gerilimsizlik politikası yürütülüyor.
Tabi burada şöyle bir nüans var.
Bu ‘barışma refleksi’, Batı’nın Türkiye’den istediği gibi “Ya hep, ya hiç” anlayışına teslim olma biçiminde değil, Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı koltuğuna otururken ifade ettiği, devletin her türlü etkiden bağımsız olma anlayışına uygun şekilde gelişti.
Mayıs seçimlerinden Zelensky yönetimindeki Ukrayna çizgisine yönelebilecek bir iktidar hayal eden Batılılar, 29 Mayıs sabahına Erdoğan’ın 17’inci zaferine uyanmak zorunda kaldılar.
Dolayısıyla erken ama zorunlu bir refleksle hemen, kazanan tarafla diyaloğa devam kararı almak zorunda kaldılar.
28 Mayıs seçimlerini Kılıçdaroğlu kazanmış olsaydı, yeni iktidarın ilk kararlarından birinin, Avrupa ve ABD’nin istediği gibi Rusya yaptırımlarına katılmak biçiminde olabilirdi.
İlk karar olmasa bile, ikinci üçüncü kararlardan biri bu olacaktı o kesin.
Bu nedenle, Hakan Fidan’ın her türlü etkiden bağımsız dış politika derken neyi kast ettiğine bir örnek olarak Türkiye’nin Rusya/Ukrayna savaşındaki politikası pekala örnek olarak verilebilir.
Şimdi bana çok enteresan gelen bir demeçten bazı cümleler aktarmak istiyorum.
Demecin sahibi, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan.
Biden döneminde ABD’nin Türkiye ile ilişkilerinin biçimlenmesinde etkin bir rolü olan Sullivan diyor ki:
“Türkiye’nin bağımsız dış politika izlemesi, başka bir ittifaka geçtiğini göstermiyor. Türkiye’nin Ukrayna için ne yaptığını düşünün. Maddi yardım sağlıyorlar. Kendilerini savunma çabalarını destekliyorlar.”
Türkiye’nin başka bir ittifaka geçmemiş olmasından duyulan memnuniyet (ki öyle) ile, ABD’nin ve genel anlamda Batı’nın istediği/dayattığı “Ya hep ya hiç” eksenli teslimiyetçi politikadan uzaklaşmış olmasını kabullenme durumu.
Türkiye’nin Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar başta olmak üzere bölgesel ve küresel ölçekte geliştirdiği inisiyatifleri ve elde ettiği kazanımları bir tehdit değil de aynı zamanda Türkiye’nin de bir parçası olduğu ittifak için bir fırsat olarak görmeye başlasalar, her şey daha düzgün ilerleyecek aslında.
İnşallah, Sullivan’ın dillendirdiği bu yaklaşım içselleştirilmiş bir yeni duruma tekabül ediyordur da, 28 Mayıs akşamından itibaren Erdoğan’ın tebrik etmek için başlayan uzun tebrik kuyruğu, şeytanın sağ taraftan yaklaşması gibi bir anlam taşımıyordur.
Yorumlar10