Suriye’yi kimler ‘raydan çıkarmak’ istedi?
- GİRİŞ11.03.2025 08:33
- GÜNCELLEME12.03.2025 08:45
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Suriye’de 6 Mart’ta başlayıp 10 Mart’ta bastırılan kanlı olaylarla alakalı değerlendirmesi, Ankara’nın ‘durum tespiti’ anlamında önemliydi:
“Suriye’de yeni kurulan hükümetin hem azınlıklara, hem de diğer mezheplere yönelik ortaya koyduğu mutedil tavır, bölgede provokasyon bekleyen, karışıklık bekleyen birçok bölge ve bölge dışındaki aktörlerin hevesini kursağında bıraktı.”
Hakan Fidan bu sözleriyle, Şam’daki yeni yönetimin 3 aylık performansına dair, aklıselim herkesin teslim ettiği bir gerçeğin altını çiziyor.
Bakan Fidan sözlerinin devamında ise, Tartus ve Lazkiye’deki kanlı olayların başlangıç anındaki provokatif eylemlerin, Yeni Suriye’den huzursuz olanların çıkardığını aleni bir şekilde dillendiriyor:
“Hal böyle olunca, provokasyonu kendileri çıkartma yönünde bir adım attılar.”
Dün Suriye’deki geçici hükümetin Savunma Bakanı Hasan Abdülgani, kanlı olayların yaşandığı bölgelerde operasyonların sona erdiğini ve hayatın normale dönmesi için çalışacaklarını söyledi.
“Haksızlığa uğrayanlar için adaleti tesis edeceklerini” de sözlerine ekledi.
Bu ikinci cümle, sivil katliamlara karışanlara dönük kullanılan bir cümle.
Cumhurbaşkanı Ahmet Şara’da “Sivillere zarar veren herkes ağır sonuçlara katlanacak” diyerek bu yöndeki beklentilere dönük güçlü bir mesaj verdi.
OLAYLARIN ÇIKIŞINDAN KİM SORUMLU?
Bu yaklaşımın, Şam’daki yeni yönetimin, 3 aydır sergilemekte olduğu ‘kapsayıcı’, ‘kuşatıcı’, ‘teskin edici’ tutumla örtüştüğü söylenebilir.
Şunun altını çizelim ve dikkat çekelim:
Kanlı olayların çıkış nedeni Şam yönetiminin Lazkiye’de, Tartus’ta yaşayan Nusayrilere dönük kötü muamelesi, onlara zulmetmesi, zorbalık göstermesi, katliam yapması, yerlerinden sürgün etmesi gibi gerekçelere dayanmıyor.
Böyle bir durum oldu ve buna dönük reaksiyon gelişti biçiminde değerlendirme yapılamaz.
Aksine Şam’daki yönetim, Dürzilere, Kürtlere ve diğer azınlık gruplara olduğu gibi Nusayrilere de “Suriye hepimizin” mesajı veriyor sürekli bir biçimde.
Bu saydığımız ‘isyan gerektiren’ yönetim anlayışının tamamı Esad döneminin karakterini yansıtan eylem biçimleri.
Peki ya ne oldu?
Esat döneminin kalıntılarının, 8 Aralık’tan sonra silah bırakmaktan vazgeçmeyen grupların, o bölgelerde görev yapan güvenlik güçlerine dönük, kontrol noktalarında ya da başka bölgelerde eş zamanlı başlattıkları kanlı saldırılar.
İRAN VE İSRAİL’İN HAREKETLERİNE DİKKAT!
Bu kanlı görüntülerin infial üretecek görüntüleri de hızlıca sosyal medyadan servis edildi.
Dolayısıyla kanlı olayların çıkış biçiminden, Esad dönemi kalıntıları ve onların arkasında duran güçlerin olduğu çok açık.
Suriye’de Esat yönetimini çöküşü, ve halkla barışık bir yönetimin işbaşına gelmesinin en fazla rahatsız ettiği ülkelerden biri İran olmuştu.
Bunu sözleriyle de, davranışlarıyla da açıkça ortaya koydular.
En tepeden, en aşağıya kadar…
Bir numaralı lider Ali Hamaney’in “Aralık ayının sonlarına doğru yaptığı şu açıklama örneğin:
“Suriye’nin işgal altındaki bölgeleri, Suriye’nin gayretli gençleri tarafından özgürleştirilecektir.”
İsrail’den de, “Bölünmüş Bir Suriye” hedefiyle hareket ettiklerine dair açık mesajlar geliyor.
Dürziler ve Kürtlerle alakalı bir oyun planları olduğunu son dillendiren isim Başbakan Netanyahu oldu.
İsrail’in nasıl bir Suriye görmek istediği, Lübnan örneği üzerinden kolayca anlaşılabilir.
İstikrarı olmayan, zayıf bir orduya sahip, etnik ve mezhebi çatışmaların rutin hale geldiği, zayıf bir Suriye.
Dedik ya, Lübnan’a bakın, Suriye için ne istediklerini orada görürsünüz.
PKK/YPG HALEP’TE GÜVENLİK GÜÇLERİNE NEDEN SALDIRDI?
6/10 Mart olayları sırasında enteresan bir gelişme de Halep’te yaşandı.
Kürtlerin bulunduğu YPG’nin silahlı varlık gösterdiği Eşrefiye Mahallesinden Suriye güvenlik güçlerine dönük saldırılar oldu.
Saldırılar püskürtüldüğü gibi, Suriye Savunma Bakanı’nın ifadesine göre YPG’lilere kayıplar da verdirildi.
Böyle bir zamanda böyle bir hadise, zihinlerde neyi çağrıştırır?
YPG’nin, yahut YPG içindeki bir takım etkin unsurların, yukarıda sıraladığımız aktörlerle bir ‘Hedef Ortaklığı’ içinde hareket ettikleri fikri akıllara gelmiş olmuyor mu?
HEDEFLERDEN BİRİ DE TÜRKİYE’NİN YÜRÜTTÜĞÜ İNİSİYATİFİ ZEHİRLEMEK
Şam’daki yeni yönetim, PYD/YPG yönetimi ile de Ortak Suriye projeksiyonu çerçevesinde diyalog halinde olduğu biliniyor.
Şubat ortalarında taraflar arasında kısmi bir anlaşma da sağlandı.
Dolayısıyla, yeni Şam yönetimi ile PYD arasında iplerin gergin olduğu söylenemez.
O zaman böyle bir iklimde, Halep’in Eşrefiye Mahallesi’nde güvenlik güçlerine yapılan saldırıyı nereye oturtmak lazım?
Belli ki, YPG içinde Türkiye’nin yürüttüğü Terörsüz Türkiye/Terörsüz Bölge projesinin başarısız kalmasını isteyen güçlü bir damar var ve bu damar, Suriye’deki istikrarsızlıktan medet bekleyen çevrelerle senkronize hareket ediyor.
(Not: Dün öğleden sonra bu yazıyı kaleme aldıktan sonra akşam saatlerinde Suriye’den Şam Yönetimi ile SDG arasında güçlü bir anlaşmanın imzalandığı bilgisi geldi.
Bu anlaşma son olaylara ve Suriye’nin birliğine dönük sabotaj girişimlerine karşı güçlü bir cevap niteliğinde. Ümit edelim bölgemizin tamamında şimdiki ve gelecek nesiller acıların olmadığı huzurlu günlere yelken açmış olsunlar)
Yorumlar24